Get us in your inbox

Kaan Kemerli

Kaan Kemerli

Articles (6)

Back to back with Aleksandir

Back to back with Aleksandir

Istanbul's very own Aleksandir first appeared on our radar with his ‘Yamaha’ EP, whose title track became one of the biggest hits of 2018 after racking up over two million views on YouTube and being played in festivals by the likes of Dixon and Tycho. We sat down with the rising star to chat about his musical background, his thoughts on the house music scene in Istanbul and what’s in store for the future. Do you play any instruments? When did you start producing music? I started playing the piano when I was six and had classical training up until I was about 18. I also played the drums for quite a few years with bands during high school and so forth. It wasn’t until my first year of university – about five years ago – that I started to produce electronic music. I think that was due to a combination factors, from having started to listen to more electronic music, as well as a lack of people around me to make music with. I think I’d also hit a bit of a brick wall with playing classical music because at a more advanced level, being good enough at a piece to truly enjoy it requires hours and hours of regular practice. So by the time you can play a sonata or something from beginning to end, you are sick of it, which for me is just not a very sustainable way to enjoy or create music. Yamaha was one of this summer’s biggest hits. Can you tell us how the track was made? Do you ever get tired of playing it or listening to it? I made Yamaha straight after I got back from Club to Club

Gökhan Gökseven: "İlhama inanmadığımı söyleyebilirim”

Gökhan Gökseven: "İlhama inanmadığımı söyleyebilirim”

Bu yaz Pilot’ta sergilenen ‘Yanık Saraylar’ adlı grup sergisinde resimlerini gördüğümüz Gökhan Gökseven, tuhaf karakterleri ve peri masalımsı mekanları barındıran, illüstrasyona yakın bir üslupla resmedilmiş özgün işleri ile dikkatimizi çekmişti. Gökseven şimdi Türkiye’deki ilk kişisel sergisi ‘Tepede bir ev’ ile karşımızda. Sergi Pilot’ta devam ederken, Gökseven’e sanatıyla ilgili merak ettiklerimizi sorduk. Sizi tanımayanlar için kendinizden ve sanat pratiğinizden bahseder misiniz? 2013 yılında Ringling College of Art and Design, illüstrasyon bölümünden mezun oldum. Hemen ardından New York Academy of Art’ta resim bölümünde yüksek lisans yapmak amacıyla New York’a taşındım. Daha sonra aynı bölümde asistanlık yaptım. Uzun bir süredir aynı çalışma rutinini koruyorum. Genelde günlerimi stüdyoda geçiriyorum, elimde fırça olmasa da orada bulunmayı, atölyenin kokusunu solumayı seviyorum. Türkiye’deki ilk kişisel serginiz ‘Tepede bir ev’ ay sonuna kadar Pilot’ta sergileniyor. Sergi ismini nereden alıyor? Sergideki resimler birbirlerine yakın zamanlarda mı üretildi? Serginin isminin de resimlerim gibi yoruma açık olmasını istedim. Herkesin kafasında farklı bir atmosfer yaratacak bir isim tasarladım. Bu ev, kısa bir tatil için kaçılan rahatlatıcı sıcak bir ortam da olabilir, tekinsiz tehlikelerle dolu bir yerde izole bir ev de. Bu geçirgenlik, yoruma açıklık benim için önemli. Sergide yer alan işlerimin çoğunu bu sene ürettim. Ama serginin kavramsal çerçevesine uygun olan 2015 ve 201

biriken Unplugged

biriken Unplugged

Galatasaray Lisesi'nin kuruluşunun 150. yılı kapsamında Pera Müzesi’nde gerçekleşen ‘Mektep Meydan Galatasaray’ sergisi, mektep ve bitişiğindeki meydanla tarihsel ve mekansal diyaloglar kuran 10 farklı yapıta ev sahipliği yapıyor. Çelenk Bafra küratörlüğünde gerçekleşen sergide, uluslararası sanat yayını ArtReview tarafından ‘2018 Future Greats’ listesine seçilen biriken (Melis Tezkan, Okan Urun) ‘Unplugged’ isimli yerleştirmeleri ve etrafında kurgulanan performanslarıyla öne çıkıyor. İkili, lise yıllarını geçirdikleri 90’ları okudukları bir liste aracılığıyla ziyaret ederken, onlara otomobil şeklindeki bir balonun nefes alıp verişleri ve iç çekişleri eşlik ediyor. Sizi tanımayanlar için biraz kendinizden ve sanat pratiğinizden bahseder misiniz? Arkadaşlığımız lise yıllarında başladı. Üniversiteyi ikimiz de Fransa’da okuduk ve yüksek lisans döneminde beraber çalışmaya başladık. İlk projemiz ‘Şimdi Bizim Evin Yerinde Çukur Var’dan yani 2006 yılından beri ‘biriken’ adı altında bir sanatçı ikilisi olarak çalışıyoruz. Başlangıç yıllarından itibaren pratiğimizi tek bir disiplinin içinde tanımlamamak gibi bir derdimiz oldu; ağırlıklı olarak çağdaş tiyatro alanında üretsek de yerleştirme, performans ve video projelerimiz de var. Türkiye ve yurt dışındaki festivallerde ve sanat mekanlarında işlerimiz gösteriliyor. Tiyatro, dans, performans ve görsel sanatlardan gelen eğitim ve kişisel deneyimlerimizden dolayı her birimizin daha yetkin olduğu alanlar olsa da genelde tüm üretim sürecin

Sonic Swim'de kimler var?

Sonic Swim'de kimler var?

Kilyos’un gözde mekanı Kafes’te, house ve tekno müziğin en özgün isimleri 30 Haziran Cumartesi günü bir araya geliyor. Gündüz başlayacak ve sabahın ilk ışıklarına kadar devam edecek parti, atmosferi, yeme-içme alternatifleri ve görsel dünyası ile katılımcılara büyüleyici bir yaz günü ve gecesi yaşatacak. Uluslararası elektronik müzik sahnesinin en heyecan verici isimlerinden Byron the Aquarius, DJ Seinfeld, Marquis Hawkes, Pangaea ve Seb Wildblood, Sonic Swim kapsamında Türkiye’de ilk defa sahne alacak. Festivale sayılı günler kalmışken DJ’leri yakından tanıyalım. Sonic Swim, 30 Haziran, Kafes, 13.00, bilet fiyatları için:  http://www.biletix.com/etkinlik/VR602/TURKIYE/tr

Zozo Röportajı

Zozo Röportajı

Seni tanımayanlar için biraz kendinden bahseder misin? DJ’liğe nasıl ve ne zaman başladın? İstanbul’da yaşıyorum. Müziğin müridiyim. Dünyanın en tatlı adamı ile evliyim. Hafta içi evimin kadını, hafta sonu DJ’im. En yakın arkadaşım ve belki de ruh ikizim, bir kedi. DJ’liğe 2007-2009 yılları arasında arkadaş partilerinde çalarak başladım. O dönemin önemli mekanları Otto ve Lokal ilk çaldığım yerlerdi. Bu macera Dinamo FM, yurt içi ve yurt dışı randevuları derken, 2016 yılında daha farklı bir noktaya evrildi. Setlerinde önceden belirlediğin bir akış veya his var mı? Şarkı seçiminin ne kadarı o ana ve dinleyiciye bağlı? Evet var. Hisli, içli ve duygulu bir iş bu zaten. Dolayısıyla ‘his’ derken tam üstüne bastınız. Zaten hafta içlerinde duygularımızı bastırıp, bedenimizi unuttuğumuz, sadece beynimiz ve mantığımızla hareket etmeye çalıştığımız çılgın bir dünyanın askerleri gibiyiz genelde. O yüzden duyguları boşaltmak ve dans etmek çok önemli.Bir açık hava festivalinde güneş doğarken çalmak ya da çok underground bir kulüpte warm-up seti çalmak pek tabii farklı hazırlıklar gerektiriyor. Bu işe başladığım dönemde hazırlık yapmadan kabine girmeyi hayal dahi edemezdim. Tecrübe ve zamanla kazandığım güven, kendimi uçurumdan rahatça bırakabilmeme vesile oldu. Prodüksiyonla uğraşıyor musun veya bir enstrüman çalıyor musun? DJ’lik ve müzik üretmek çok farklı iki beceri. Enstrüman çalmak da öyle. Prodüksiyon denemelerim var ama prodüktör olma gibi bir iddiam yok. Analog aletlere ve çıkardı

Selma Gürbüz: “Ayinsi bir meydan okuyuştur karnavallar”

Selma Gürbüz: “Ayinsi bir meydan okuyuştur karnavallar”

Eserlerinizi görmemiş olanlar için sanatınızı nasıl tarif edersiniz? İlk sergimi 1986 yılında açtım. Aradan geçen 30 seneyi düşününce yaptığım işleri birkaç cümleyle tarif etmem kolay değil. Dahası, sözcükler eserlerim ile kurduğum bağı tarif etmeye yetmezmiş gibi geliyor. Sanatımı bir üslubun, bir dönemin içinde görmüyorum. Doğu ve Batı sanatını iyi biliyor ama kendimi onlara ait hissetmiyorum, aralarındaki mesafeyi ya da yakınlığı kurgulamıyorum, modernist bir altyapım var çünkü ilk sanat eğitimimi o şekilde aldım. Bu kuvvetli altyapının üzerine Osmanlı sanatı, İran, Türk ve Hint minyatürü, Çin-Japon sanatı, Hindistan doğası, Orta Doğu ışığı, Velázquez’in ‘Meninas’ları, Manet, St. Petersburg bahçeleri gibi daha burada sayamayacağım sonsuz birikim durmaksızın ekleniyor. Bir de ben sanatın iyileştirici gücüne çok inanırım, görmeyenler illaki beni görsün demek istemesem de herkesi sanatın her alanını takip etmeye ısrarla davet etmek isterim. Geçmişe olan ilginiz işlerinizde kendini gösteriyor. Tarihsel ve mitolojik figürler de karşımıza çıkıyor resimlerinizde. Sanatınızın bu yönünü nasıl tarif edersiniz? Figür ve doğa ağırlıklı anlatımlar, hayaller diyebilirim. Gerçeği dile getirirken gerçeğin ötesine gidip gelmeler, iç içe geçmelerden oluşur sanatım. Bu anlatım isteği de resim ve heykellerime tanımsız, belirsiz bir zaman yükler. İzleyici bir nedenle ilişkiye girmekte zorluk çekmez, bir yerlerden hatırlar bu hayal figürleri. ‘Karnavalesk’ serginizde yer alan resimlerinizde b