Gaye Boralıoğlu

‘Mübarek Kadınlar’ - Gaye Boralıoğlu röportajı

Gaye Boralıoğlu, ‘Mübarek Kadınlar’ isimli kitabında kadın ruhu, kokusu ve mücadelesi sinmiş öyküler anlatıyor bize.

Yazan:
Time Out Istanbul editors
Reklâm

Gaye Boralıoğlu kimdir ve kim değildir?
Kimse arkamdan, yalancıydı, üç kağıtçıydı, salağın tekiydi demesin isterim. Olabildiğince söylediği ile yaptığı bir insanlardan olmaya çalışırım. Vicdanıyla düşününen, gönlüyle yazan biriyim.

2015 Yunus Nadi Ödülleri’nde öykü dalında ‘Mübarek Kadınlar’ isimli kitabınla ödül aldın. Ödül hissini biraz anlatır mısın? Bekliyor muydun, ödülleri önemser misin?
Ödülleri övünç vesilesi olarak görmüyorum. Ancak elbette değer verdiğim, önemsediğim kişiler tarafından takdir görmek çok güzel bir şey. Yunus Nadi, Türkiye’deki en prestijli ve en eski edebiyat ödüllerinden biri. Daha fazla ve daha iyi yazma konusunda benim için motivasyon oldu.

Kadını ve kadının güçlü hislerini odağına alan bir kitap yazmaya nasıl karar verdin?
Kadın hayatının kıvrımlarında, aklının kuytularında dolaşmak bana büyük bir mutluluk veriyor. Güçlü fikirlerle, güçlü duygularla dolu zengin bir alan bu. Ayrıca kadın meselesi özellikle son yıllarda edebiyatın pek de yüz vermediği bir konuydu. Yazılan roman ve öykülerin çok büyük çoğunluğunun ana karakterleri erkektir. Bu anlamda bir nevi boyun borcu da oldu benim için. 

Kitabın isminde de geçen ‘mübarek’ kelimesi, kitapta kadınların gerçekten saygı duyulası varlıklar olduğunu bir kez daha kanıtlıyor. Bu ismi düşünürken nasıl bir yoldan ilerledin?
Aslında o ismin çıkış noktası ilginçtir. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ‘Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde bir saat vardır; adı Mübarek. Kitabın merkezindeki simgelerden biridir. İşte o Mübarek üzerine bir öykü yazmak istedim. Birkaç kez denedim. Bir türlü istediğim sonuca ulaşamadım. Oradan yola çıkıyordum ama kalemim beni başka öykülere götürüyordu. Sonunda öykü yazmaktan vazgeçtim fakat Mübarek benim zihnimde o sallanan sarkacıyla çakıldı kaldı. Ve sonra dosya tamamlanıp kitabın adını düşünmeye başladığımda, bir anda o saatin zili çalmaya başladı. Mübarek’teki iki anlam; yani bir yandan kutsal, diğer yandan da muzır, hınzır anlamları benim çizdiğim kadın karakterlere çok uygun düşüyordu. Böylece Tanpınar’ın saati, benim kitabımın başlığına yerleşti.

Kadınlar dünyada ve Türkiye’de bunca acı yaşarken bu kitapla kadının gücünü, hassasiyetini, derinliğini ve daha nice yönünü ortaya koyuyorsun. Kadınlık bu kadar çeşitli ve renkliyken bu acılar neden yaşanıyor sence?
İktidar eril bir alan. O alanın içine kadınlar girdiğinde de erilleşiyorlar. Eril tahakküm tabiatı gereği kadını ötekileştiyor, alanını sınırlıyor. Kadının pozisyonu fayda-inkâr hattında konumlanıyor. Çocuk doğuracaksın, dünyanın bütün bulaşıklarını yıkayacaksın, hizmet edeceksin. Bunlar dışında yeteneklerin varsa da olmaz olsun. Sus ve çalış. Dünya öyle bir yer ki, eğer özel bir dikkat göstermezseniz su hep erkeklerden yana akıyor. Kadınlar daima farkında olarak ya da olmayarak akıntıya karşı kürek çekerek yaşıyorlar. Belki bunca renkli, kıvrımlı, dallı budaklı olmalarında bu kadim tecrübenin de bir rolü vardır.

Kitaptaki kadınların hepsini tanıyoruz. Bu, çoğu acı dolu olan ama bir yandan da umuda dönüşen hikâyeleri yazarken yüzlerce olay ve durumdan ilham almış olmalısın. Yazma sürecin nasıldı?
Her öykü için farklı oldu. Örneğin Koparmabeni, uzun zamandır içimde duran gerçek bir hikâyeydi, onu anlatmanın vakti geldi diye düşündüm. Bazen Pepuk Kuşu ya da Ninni’de olduğu gibi memleketin bağrında açık duran bir yara beni yazmaya götürdü. Pilavcı Karısı, Kâr Etmiyor ya da Muamma ironik bir bakışın su yüzüne çıktığı öyküler oldu. İsyan ise iki kutsal kaynaktan Kuran’dan ve budizmden beslenen daha simgesel bir öyküydü. Tümünün ortak yanı kadın ruhunun sinmiş olmasıdır.

Mi Hatice öyküsündeki Hatice’nin birçok şeyi sıradan bir günde keşfetmesi oldukça vurucu. Sence yükü fazla olan kadınların bazı şeyleri anlamlandırması böyle sıradan günlerde, sıradan bir tren yolculuğunda gerçekleşebilir mi?
Hatice onları o gün mü fark etmiş bilmiyoruz ki, belki her gün her yolculukta hemen hemen aynı şeyleri düşünüyor. Oradaki karar verme anı yani kocasını oracakta bırakıp gitme ya da yanında kalma arasındaki kararı daha önce karşısına çıkmış olsaydı ben o günü yazacaktım. Öncesi aynı olacaktı. Kadınlar hep fark eder ama dillendirmeleri ya da değiştirmeleri zaman alır. Cesaret beklenmedik bir anda kendini gösterebilir. Kadınlar sabreder ve susar, nereye kadar olacağını Allah bilir!

Öykülerin ince ince işliyor ruhumuza. Ve gerçekliğiyle doğru orantılı olarak çokça da can yakıyor. Bir röportajında hüznü sevdiğini ama matrak bir şeyler yazmayı denediğini de söylemişsin. Son yıllarda hayat yeterince yorucu ve hüzünlü, biraz da matrak hikâyelere ihtiyacımız var gerçekten. Ama bu hüzün bizi hep aşağıya mı çekiyor dersin?
Hüznün içindeki gülümseme anı var ya, o büyülü an. Ben onun peşindeyim aslında. Melankoliye kendinizi kaptırır giderseniz, sizi bekleyen karanlık bir kuyudur. Ama kuru kahkaha da pek gelip geçici, uçarı. Hüzün diğerkâm olmanın, dertdaş olmanın bedeli. İşte oraya bir tebessüm kondurabiliyorsanız, o yüreğe işler, gökkubede bir hoş seda olur. 

Yazının hemen hemen her alanında çalıştın. Gazetecilik, reklam, senaryo ve en son kitap yazarlığı. Bu alanlar birbiriyle iç içe ama senin için hangi noktalarda birbirlerinden ayrışıyorlar?
Gazetecilik, reklam yazarlığı ve senaryo yazarlığının kendi içinde benzer ve farklı yönleri var ama sonuçta onların ortak noktası şu: Başkalarıyla birlikte çalışıyorsunuz, yaptığınız işe diğer zihinler de karışıyor ve aynı zamanda belli bir ifadeyi bir sebeple tanımadığınız kişilere ‘satmak’ ya da ‘iletmek’ durumundasınız. Oysa edebiyat kendinden menkul bir alan. Orada içime kapanıyorum ve bir kazı işlemi yapıyorum. Ortaya çıkan kimi, ne kadar ilgilendirecek bilmiyorum. Esas olan sonuç değil, sürecin kendisi. Oysa diğer işlerde sürecin hiçbir önemi yoktur, herkes sonuca bakar.

‘Bir İstanbul Masalı’, ‘Üzgünüm Leyla’, ‘Bıçak Sırtı’ dizilerinin senaristlerinden biriydin. Senaryo yazarlığı deneyiminin öykücülüğüne nasıl bir katkısı olduğunu düşünüyorsun?
Mutlaka etkisi olmuştur, yapı, kurgu, diyalog anlamında azımsanmayacak bir deneyim sağlıyor senaryo yazmak. Ama yazdıklarımın gözde canlandırılabilir oluşu senaryo deneyiminden ziyade benim düşünme alışkanlığımla ilgili sanki. Çocukluğumdan beri düşündüğüm her şeyi, okuduğum romanları, masalları hep gözümde canlandırırdım zaten. Muhtemelen senaryo yazmak bana bu yeteneği kazandırmadı da, zaten böyle düşündüğüm için senaryo yazabildim. 

Sözcükler senin yaşamını oluşturuyor. Yazmanın ve yazarak yaşamanın senin için anlamı nedir?
Kazıya kazıya insan ruhunun derinlerine inmenin imkânı. Başkalarıyla hemhal olma, çoğalma fırsatı. Şu yalan dünyaya katlanmanın yolu.

 

Tavsiye edilen
    İlginizi çekebilecek diğer içerikler
      Reklâm