1. © 2021 Home Box Office, Inc. All Rights Reserved. HBO® and related.
  2. © 2021 Home Box Office, Inc. All Rights Reserved. HBO® and related.

Karşınızda ‘The Nevers’ ekibi

Kadınların üstün yeteneklere sahip olduğu ütopik bir dünyada geçen ‘The Nevers’ dizisini son dönemde merakla takipteyiz. Dizinin oyuncularından Kiran Sonia Sawar ve Pip Torrens ile konuştuk. Kiran Sonia Sawar

Reklâm
© 2021 Home Box Office, Inc. All Rights Reserved. HBO® and related.

Kiran Sonia Sawar

Bizi ‘The Nevers’taki karakterinizle tanıştırır mısınız?

Harriet Kaur’u oynuyorum. Dizinin başlangıcında diğer “Dokunulmuş” kadınlarla ve birkaç erkekle yetimhanede yaşıyor. Yeteneği veya özel gücü, nefesiyle istediğini cama döndürebilmesi. İnsanları değil ama diğer her şeyi. Yeteneğini, zekasını ve bilgisini kullanmak isteyen harika bir karakter. Dünyayı daha iyi bir yer haline getirmek için Victoria devrinde hukuk okumak istiyor.

Harriet’in üzümleri cama dönüştürdüğü sahneleri nasıl çektiniz?

Elimde gerçek bir üzüm vardı. Evde üzümlerle çalıştım. Sonra sette gerçek üzümlerle yaptım. Aksesuar görevlisi üzümlerin M&S’in üzümleri olmasına özen gösterdi. Yani cama dönüştürülebilecek en iyi üzümlerdi. Gördüğünüz şey hakiki. Televizyonda bir sürü sihirli şey görüyorsunuz ve izlerken “Ne kadar güzel,” diyorsunuz. Sonra çekimleri kendiniz yaptığınızda aslında her şey çok sıkıcı oluyor çünkü izlerken gördüğünüz görüntüden çok kopuk ve parça parça şeyler yaşıyorsunuz. Ellerinde altın rengi küreler, renkli çizelgeler ve bir sürü başka şeyle dolaşan insanlar oluyor sette. Hiç sihirli bir şey değil. Ama onlara, ne yaptıklarını bildiklerine güvenmek zorundayım çünkü ben ne yaptığımı kesinlikle bilmiyordum. Çekimlerin hepsini bir araya getirilmiş halde gördüğünüzde ise “Tamam, şimdi oldu.” diyorsunuz. Üzümlerle yaptığımız çekimler çok eğlenceliydi. Onları cama dönüştürüp tek tek yere atıyordum. Düştüklerinde ses çıkarmaları da gerekiyordu. Yaptığım iş üzümlere üfleyip onları atmaktan ibaretti. Setin her yerine dağılmış bir sürü seken üzüm vardı. Harikaydı. Görsel efektlerle ve bilgisayarda yaratılan görsellerle yapabildikleri şeyler inanılmaz. Anna Devlin’in üç metre boyundaki karakteri Primrose’u düşünün!

Karakterinizin özelliğine, yeteneğine böylesine bir ilgi varken gerçek bir insan olarak inandırıcı olmayı nasıl başardınız?

Önemli olan ayaklarının yere basıyor olması. Dizinin dünyasındaki gerçeği anlamak o kadar zor değil. Ötekiler, farklı olanlar, topluma ait olmayanlar... Bunun 2021’de hâlâ ne kadar geçerli olduğu üzerine saatlerce konuşabilirim. Birey olarak kim olduklarını anladığınızda, neden o güce sahip olduklarını, bunun neden hayatlarında var olduğunu anlıyorsunuz. İşte o zaman, sizi birçok farklı açıdan kabul etmeyen Victoria devri toplumunda nerede durduklarını görüyorsunuz. Karakterlerin içine düştükleri bu yeni çağda nasıl hayatta kalıp yaşamlarına devam edebileceklerini, kim olduklarını anlamaya çalışıyorsunuz.

Sahnelerinizin çoğu yetimhanede geçiyor. Penance’ın makineleriyle dolu o harika sette çekim yapmak nasıldı?

Dekor görevlileri sürekli “Şuna dokunma! Ne yapıyorsun? Ona dokunma!” diye peşimizde dolaşıyordu. Bir gün aksesuarlardan biri olan güneş şemsiyesini aldım. Bütün gün peşimi bırakmadılar. “Şemsiye nerede?  Şemsiyeye ne yaptın? Şemsiyeye ne oldu?” diye sorup durdular. Onu öyle koruyorlardı ki. Ama o kadar harika, o kadar detaylı bir set kurdular ki buna şaşmamak lazım. İnanılmaz. Yarattıkları bu muhteşem dünyanın üzerine böyle titremelerine şaşırmıyorum. Penance’ın atölyesine girdiğimiz ilk gün Penance’ı oynayan Ann Skelly dönüp dizinin yaratıcısına “Bunları Argos’tan mı aldın? Oradan aldıysan ben de abonesi olacağım.” dedi.

‘The Nevers’ın dünyasına ilk girdiğinizde çözmek istediğiniz birçok soru ve gizem oluyor. Seyirciler aradıkları cevapları bulacaklar mı?

Karakterlerden de birçok şeyin esirgendiğini unutmayın. Çoğu zaman ne olduğunu ben bile anlamıyorum. Gerçekten, bana sürekli sorular soruluyor ama yanıtlarını bilmiyorum. Birçok şeyi gerçekten bilmiyorum çünkü bu dünyanın farklı birçok parçası var. Bütünleşmelerini umuyoruz ama yetimhanedekiler olarak çoğumuz pek bir şey bilmiyoruz. Belki Viola Prettejohn daha fazla bilgiye sahip olabilir. Ama çoğumuz bu seyahatte ne olacağını izleyicilerle birlikte öğreniyoruz. Yani bu, beraber yapılan bir keşif ve herkes için heyecanlı.

© 2021 Home Box Office, Inc. All Rights Reserved. HBO® and related.

Pip Torrens

‘The Nevers’ta nasıl bir karakteri canlandırıyorsunuz?

Lordlar Kamarası üyesi, eski asker ve sanayici Lord Gilbert Massen’i oynuyorum. Askerlerden, devlet adamlarından ve sanayicilerden oluşan, Londra’daki merkezlerinden politik güçleri kontrol eden gizemli bir grubun kurucu üyelerinden biri ya da en azından başkanı. Massen üç yıl önce yaşanan bazı olayların ardından kadınların ve kısıtlı imkanları olan bir kesimin özel yetenekler geliştirmesinden bilhassa rahatsız oluyor. Toplumun örgüsü ve özellikle de ataerkil sistem için bir tehlike olarak gördüğü bu olgunun kökünü çok aşina olduğu askeri yollarla kazımakta kararlı. Ama sadece nüfus sahibi iki boyutlu bir politikacı olmakla kalmıyor. ‘The Nevers’taki her karakterde olduğu gibi onun geçmişinde de, neden böyle olduğunu açıklayan başka bir hikaye daha var. Dizi ilerledikçe ilk bakışta görünmeyen farklı yönlerini keşfediyoruz.

Sizi bu projeye çeken neydi?

‘Star Trek’te “Hayat bu Jim, ama bildiğin gibi değil,” derlerdi. Lord Massen için bu savaş daha önce tecrübe ettiği savaşlara benzemiyor. İmparatorluğun ürünü olan bu adamın, geleneksel yöntemlerin yeterli olmayacağını anlamasını görmek ve “gerçekliğin kanunlarını etkiliyor” dediği bu olguyu fark etmesine şahit olmak çok eğlenceli. Bu benim için yeterliydi.

Doğaüstü unsurların yer aldığı bu tarihi ve fantastik yapımın modern seyirciye hitap etmesini sağlayan şey nedir?

O geleneksel ortamın içindeki uyumsuzluk ve çekişmeyi izlerken kendinizi bir anda “Bir dakika, bu evrensel bir durum. Bu, bana televizyonda gördüğüm bazı politikacıları hatırlatıyor. Kızlarımız, kız kardeşlerimiz, eşlerimiz ve annelerimiz için şu anda biz de bunu düşünüyoruz,” derken buluyorsunuz. Bu sadece bir hokkabazlık değil, güzel bir yazım ve özenli bir planlama işi. 

‘The Nevers birçok cevaplanmamış soruyla başlıyor. Rolü kabul ettiğinizde senaryo size bir şey ifade ediyor muydu?

Asla, asla. “Ne bildiğimi tam olarak bilmiyorum,” diyordum. Massen’ın ne bildiğini bilmiyorum. Ne kadarını bildiğini bilmiyorum. Derin bir çatışma yaşadığını biliyorum ama o kadar. Her şeyi kim bilir ki? Laura Donnelly ilk başlarda bana “Her şeyi bilmeyi veya bilmemeyi seçebilirsin. Uzun bir cevap mı istiyorsun, kısa bir cevap mı?” dedi. Joss Whedon’a uzun cevabı verdiğini hep söylerdi. Galiba krallığın anahtarı onun elinde. Tabii anahtar varsa ve bu bir krallıksa… Ama ne şekil alacağını bilmiyoruz. En azından ben bilmiyorum.

Karakterinizin geçmişini, ne istediğini veya nereden geldiğini öğrenebildiniz mi?

‘The Nevers’ın heyecan verici yanı bu formatı benimsemiş olması. Uzun dramlara bu yüzden bağımlıyız zaten. Karantina döneminde hepimiz bu harika dizileri yalayıp yuttuk. “Bu harika oyuncular acaba birinci, ikinci, dördüncü veya beşinci sezonda başlarına ne geleceğini biliyorlar mıydı?” diye düşünmeye başlıyoruz bir noktada, çünkü kahramanların hepsi muazzam dönüşümler geçiriyor. Buna ihtiyacımız da var. Onlarla bir seyahate çıkmamız gerekiyor. Yani bilinmezliği seviyorum. Oyuncu olarak tutunmanız gereken bir şey vardır. Ben, Lord Massen olarak hayatımda beni bu katı, gaddar yola sokan şeyin ne olduğunu biliyorum. Devam etmem için bu bana yeter. Önemli olan işin temeli. Bir sürü şey okursun, sonra hepsini bir kenara atarsın. Elinde kalanlar, en başından beri ihtiyacın olan şeylerdir ama neyin elinde kalacağını keşfetmek için onca şeyi okuman gerekir. Kalın bir kitaptan alıp senaryona not ettiğin ve her gün baktığın tek bir cümlenin bile büyük katkısı olur.

Çekimlerde en sevdiğiniz yerler hangileriydi?

Kırsal kesimdeki o harika partilere gidemedim. Benim için Londra’daki Lanchester Evi’ydi. ‘The Crown’da oynadığım günleri hatırlayıp durdum. Bunu söylememeliyim belki ama bazen, Windsor Dükü hakkında kötü haberleri alırken durduğum yerde durdum. Öyle bir ustalık söz konusu ki ‘The Crown’ın izleyip üzerine ‘The Nevers’ın Lanchester Evi’nde geçen sahneleri seyrettiğinizde bire bir aynı mekan olmasına rağmen aynı yer olduğunu fark etmiyorsunuz. Bu dizilerin arkasındaki yaratıcılığın bir ispatı işte. 

Pandemi sırasında bu ölçekte bir dizi çekmek nasıldı?

Arada uzun boşluklar olduğu için, 16 saat boyunca yemek yemeyip sonunda yulaf lapasının kıymetini anladığınız perhizlere benziyordu. Ama fazlası da vardı. Dizinin doğası gereği birçok farklı grup var. En az üç farklı kamp söz konusu. Bir tarafta insanlar bir şey yaparken, bunun diğer tarafla nasıl bağdaşacağından emin olamıyorsunuz. Herkesi birden gördüğünüz çok az fırsat oluyor ve onlar hep harika günler oluyor. Karantinadan önce bir gün bir araya gelip tanıştık. Greeenwich’teydik. Kimin neler yaptığını öğrenmek, çekimin onlar için nasıl gittiğini duymak harikaydı. Biraz kıskançlık hissediyorsunuz. Şu durumdan şikayetçiyim: Neredeyse ipi tamamen kadınların göğüslediği bir dizide ben hep dumanla dolu bir odada kadın düşmanı diğer antika adamlarla beraber entrikalar çeviriyorum. Ama tüm parçalar birleşecek. Böyle bir aranın ardından dönmek harika.

 

‘The Nevers’ı Digiturk beIN Connect’te izleyebilirsiniz. beinconnect.com.tr

Tavsiye edilen
    İlginizi çekebilecek diğer içerikler
      Reklâm