Turneye davetlisiniz

Pelin Esmer yeni filmi ‘Kraliçe Lear’da, daha önce de peşlerine takıldığı tiyatrocu kadınlarla birlikte köy köy geziyor. Yönetmenle, bu buluşmanın tekrar nasıl gerçekleştiğini konuştuk. Onur Aymete

Yazan:
Caner Yoğurtçular
Reklâm

2005’te vizyona giren ‘Oyun’ adlı belgeseliyle Pelin Esmer bizi, Arslanköylü tiyatrocu kadınlarla tanıştırmıştı. Köy okullarından esinlenerek tiyatro yapmaya başlamalarının hikayesini izlemiş, aradan geçen yıllar içinde Arslanköylü kadınların tiyatroya devam ettiklerini de duymuştuk. Esmer’in yeni filmi ‘Kraliçe Lear’da ise Arslanköylüler, kendi köylerinde tiyatro yapmakla yetinmiyor ve Shakespeare’in ‘Kral Lear’ oyununa getirdikleri yorumu sahnelemek için yollara düşüyor. Esmer, ekibin turnesine eşlik ederken biz de tiyatronun Arslanköylüleri nasıl etkilediğini izliyoruz.

 

Arslanköylü tiyatrocularla nasıl tanıştınız?

2003 yılında gazetede okuduğum bir haber sayesinde tanıştım. Mersin, Arslanköy’de köylerinde bir tiyatro kurup oyun sergileyen bu kadınlara dair bir haber okumuştum. Haberi okuduktan sonra da otobüse atlayıp yanlarına gitmeye karar vermiştim. Aklımın köşesinde onlara dair bir film çekme hayaliyle, ama o olmasa da en azından tanışıp onları tebrik etmek için gittim. İyi ki de gitmişim. Birlikte geçirdiğimiz çok güzel bir iki günün ardından, üç hafta sonra tekrar buluşmak üzere anlaştık. Onlar ekim-biçim işlerini bitirecek; ben de İstanbul’a dönüp kamera, ses ekipman ve küçük bir çekim ekibi ayarlayacaktım. Pek inanmadılar sanki geri geleceğime ama üç hafta sonra üç kişilik bir ekip olarak oradaydık ve kendi hayat hikayelerini oyunlaştırması için okul müdürü Hüseyin’e (Arslanköylü) anlatmaya başlamalarıyla birlikte ‘Oyun’ filmi de başlamış oldu.

 

Yıllar sonra bu tiyatrocu kadınlar hakkında bir film daha yapmaya nasıl karar verdiniz?

‘Oyun’, Türkiye’de de dünyada da birçok festivali dolaştı, 50 ülkede filan gösterildi sanırım. Hatta bazılarına birlikte gittik. Sonra herkes kendi işine gücüne döndü. Ben arada ‘11’e 10 Kala’, ‘Gözetleme Kulesi’ ve ‘İşe Yarar Bir Şey’i yaptım; onlar da ara ara tiyatrolarını sürdürdüler. Frankfurt’tan İzmir’e, Ayvalık’a, İstanbul’a, pek çok farklı şehir, kasaba ve köye oyun sergilemek üzere davet edildiler. Yıllar içinde görüşemesek de ara ara konuştuk, iletişimimiz kopmadı.

2017’nin Temmuz ayında bir gün Hüseyin beni aradı. ‘Oyun’ filminde lisenin müdürü olarak tanıdığımız Hüseyin, o gün beni aradığında Mersin Şehir Tiyatrosu Tiyatro ve Sinema Müdürü idi. Telefonda harika bir projesinden bahsetti. Mersin civarında 30 köy seçmişler; en fazla 800 nüfuslu, yolu, izi olmayan dağ köyleri. ‘Oyun’dan tanıdığımız tiyatrocu kadınlardan Behiye, Fatma, Cennet, Zeynep, Ümmü ve Mersin Şehir Tiyatrosu’ndan birkaç profesyonel oyuncudan oluşan karma bir ekip oluşturmuşlar. 300 sandalye, birkaç aksesuar, bir-iki kostüm, jeneratör, ses sistemi ve projeksiyon makinası yükledikleri kamyonun peşinde bir minibüse doluşup bu dağ köylerine turne yapacaklar. Köy seyirlik oyun oynayıp, kendi hayatları ve tiyatrolarının filmi olan ‘Oyun’ filmini gösterecekler. Köy meydanında, okul bahçesinde, hiç olmadı yol kenarında. Köylere erken gidip köylülerle bir araya gelecekler, oyunlarına davet edecekler, iki laflayacaklar, tiyatrodan ve hayattan muhabbet edecekler. Böyle bir plan. Hüseyin de beni ‘Oyun’un yönetmeni-yapımcısı olarak arıyor, filmin bu etkinlik kapsamında gösterimi için izin almaya yani. Bu sürpriz telefon konuşmasında 14 yıl önce gazeteden o kadınların tiyatro yaptığını öğrendiğimde yaşadığım heyecanın aynısını yaşadım. Konuşmamız, benim yine üç kişilik bir ekiple onlara katılmam ve bu kez birlikte başka köylere ve de kendimize doğru yapacağımız bu yolculuğun filmini çekme kararıyla sonlandı. 14 yıl sonra hem onlar, hem ben yaşadığımız deneyimlerden sonra neredeydik, neler değişmiş, neler hiç değişmemiş, bunları yol boyunca görme arzusuyla da ‘Kraliçe Lear’ başlamış oldu işte.

 

Filmi ne kadar sürede, nasıl bir ekiple çektiniz?

Her gün bir köy şeklinde plan yapmışlardı, toplam 30 gün yani. Biz de bu altı-yedi günü hariç tamamına katılarak çekim yaptık. 90 saate yakın bir malzemeyle geri döndük. Montaj bir seneden fazla sürdü. Tamamlamak için para arayışları, post-prodüksiyon filan derken filmin tamamlanması iki sene sürdü.

 

Aradan geçen yıllar içinde Arslanköy ve Arslanköylüler sizce nasıl değişmiş?

Kendileriyle ilişkileri değişmiş. Özgüvenleri artmış. Kendi ayakları üzerinde durabilmenin, tiyatronun getirdiği rahatlamanın, önceleri tiyatro yapmalarına hiç de iyi gözle bakmayanların bile saygısını kazanmış olmanın verdiği başarı duygusunu tatmışlar. Artık eşlerinin de desteğini alıyor olmanın da getirdiği rahatlıkla hayatın yükünün onlar için biraz hafiflemiş olduğunu hissettim.

 

‘Oyun’ ve ‘Kraliçe Lear’ı çekmek, Arslanköylülerle vakit geçirmek size neler kattı?

Hayata, ölüme, sanata ve sanatın ne işe yaradığına dair daha da çok düşünmeme yardımcı oldu. Sanatın yol, su, elektrik kadar temel bir ihtiyaç olduğunu ve herkesin bu hakka sahip olması gerektiğini tekrar gösterdi. Kendi yolumuz, yöntemimizle, kendi dilimizle, yorumumuzla hayatımıza sızdıracağımız sanatın, yaşamımıza ne gibi güzellikler katabileceğini bir kez daha kanıtladı.

 

Turne sırasında köylerde gerçekleştirdiğiniz ‘Oyun’ gösterimlerine tepkiler nasıldı?

Genelde çok iyiydi. Kendileri gibi kadınların nasıl tiyatro yaptıklarını merakla ve ilgiyle izlediler. Filmde, onları gündüz tarlada ekip biçen, ormanda ağaç diken yevmiyeli işçiler olarak gördüler, akşam da sahnede prova yapıp oyunlarını hazırlarken. Kendileri gibi kadınlardı üstelik izledikleri. Hayatları, kaderleri oldukça ortak. Birkaç yerde biz de yapsak ya diye mikrofonu alanlar, muhtara, belediye başkanına destek çağrısında bulunanlar da oldu.

 

Filmde Arslanköylü kadınlar kader üzerine konuşuyor, hatta fikir ayrılıklarına düşüyor. Bu sohbetlere tanık olmak size neler hissettirdi?

Tam da olmam gereken yerde ve zamanda olduğumu hissettirdi. Akşam ‘Kral Lear’ı sergileyeceğimiz ve ‘Oyun’u göstereceğimiz dağ köyü Boğuntu’ya doğru minibüste gidiyorduk. Uçurumlardan uçtuk uçacağız. Yol 1946 yılında yapılmış, bir daha da el değmemiş, o derece tehlikeli ve ürkütücü yani. Hepimiz korkuyoruz, bariyer filan hak getire. Şoför de oldukça cengaver sağ olsun, “Bir şey olmaz abi,” diye diye sürüyor minibüsü. Uçurumları aşarak giderken doğal olarak yükseklik korkusu lafı ortaya atıldı. Oradan ölüm korkusuna, yaşlanmaya, hayata, ölüme, “Hayatta ne kaderdir, ne kader değil” konusuna tüm doğallığıyla yavaş yavaş geliverdik. O an o korkuyu yaşarken kaderden bahsetmek kadar doğal ne olabilir! Kadere, hayata, tiyatronun hayatlarına ne kattığına dair konuştuk, özgüveni kadere bağlayabilir miyiz sorusuna kadar geldik. Bugüne kadar dahil olduğum, hayata dair en sağlam sohbetlerden biriydi.

 

Sanatı icra edenle halk arasında var olduğu farz edilen uçurum, Arslanköylü kadınlar ve ziyaret ettikleri köylerdeki kadınlar arasında da ortaya çıkıyor. “Biz sizin gibi oyunculuk yapamayız,” diyen birinin ilk adımı atması için ne gerekiyor sizce?

Filmde gördüğünüz turne çok önemli bir ilk adım bence. “Ben yapamam ki,” diyen kadına kendisi de 14 yıl çobanlık yapmış, aynı o kadın gibi inek sağmış, ekin biçmiş Fatma cevap olarak “Ben yapıyorsam sen de yaparsın, ekini biçmekten, ineği sağmaktan zor değil bu, alışırsın,” dediği zaman o kadın orada bir duraklıyor ve dinlemeye başlıyor. Bizzat karşısında canlı canlı aynı kendisi gibi bir köylü kadının ona bunu söylemesinden daha etkili ne olabilir! Ona bakıp “Neden olmasın?” diyebiliyor. Sonra Fatma kadının elinden tutup onu köy meydanına az sonra kendi yorumlarıyla oynayacakları ‘Kral Lear’ oyununa götürdüğünde de ikinci adım atılmış oluyor. O köylü kadın, kendi gibi kadınları sahnede izlediği, o oyunda aklını kurcalayan bir şeyler duyduğu zaman, bir yandan gülerken bir yandan düşündüğünde de üçüncü adım atılıyor. İşte şimdi sıra geliyor muhtara, belediyeye, derneğe, sivil toplum örgütlerine... Eğer o köye ertesi sene, bir ertesi sene daha tiyatro, sinema giderse “Ben yapamam ki,” diyen kadının da artık o oyunda bir rol isteyeceğine inanıyorum. Ama süreklilik önemli. Bir seferlik ziyaret yetmez, kapı açar ama yetmez. Ayrıca “Ben yapamam ki,” diyen kadının ille de tiyatro yapması şart değil. Başka bir şey yapar. Kendini ifade edebilmesi, derdini dillendirmesi, o uçurumlu yolları aşıp onlara ulaşmış insanlarla dertleşmesi bile çok önemli. Bir sürü kadın o ziyaretlerde rahatladı, bizimle muhabbet etti, laf kimi zaman da “Aslında bizi bir araya getiren birileri olsa yaparız” noktasına geldi.

 

Arslanköylü kadınlardan ilham alan, kurmaca bir film çekmeniz için bir teklif gelse değerlendirir misiniz?

İşin gerçeğine, tam yaşanırken şahit olup filmini çektikten sonra kurmacada aynı heyecanı duyar mıyım bilmiyorum ama hiç belli olmaz. İlham verecek farklı katmanlar gördüm hem ‘Oyun’ hem ‘Kraliçe Lear’ı yaparken. Belki bir katman daha açılır, kim bilir!

‘Kraliçe Lear’ 15 Kasım’da vizyonda.

Tavsiye edilen
    İlginizi çekebilecek diğer içerikler
      Reklâm