Köpek Adası
'Isle of Dogs'

Wes Anderson, peşine taktığı koca bir köpek çetesiyle geri döndü

Ünlü yönetmenle yeni animasyon filmi ‘Isle of Dogs / Köpek Adası’nı konuştuk.

Yazan:
Gail Tolley
Reklâm

Wes Anderson’ın eşi benzeri yok. Ustalaştığı stili, mizah anlayışı, belirli renk paletlerine duyduğu bağlılık ile yarattığı şaheserler, farklı zevklere sahip seyircileri bile büyülüyor. Son eseri ‘Isle of Dogs / Köpek Adası’, ‘Fantastic Mr. Fox / Yaman Tilki’ (2009)’ ile beraber yönetmenin ikinci animasyon filmi. Japonya yakınlarındaki bir adada geçen film, köpeklerle dolu sevimli bir macerayı anlatıyor. Bir çeşit köpek gribinin ardından ülkenin tüm köpekleri bu adaya sürülüyor. Wes Anderson yapımlarından alıştığımız her türlü görsel zenginlik bu filmde de var, hoşgörülü olmak hakkında verdiği güzel mesaj da cabası. Harvey Keitel’ın ulumasını dinleme fırsatı sunduğunu da unutmayalım.

‘Isle of Dogs’u, Londra’da gördüğünüz gerçek Isle of Dogs [Londra’da bir bölge] tabelalarından ilham alarak çektiğinize dair bir dedikodu dolanıyor. Aslı astarı var mı?

Doğru, ama tamamen unutmuştum! ‘Fantastic Mr. Fox’ta da çalışan yapımcımız Jeremy Dawson bir röportajında bu hikayeyi anlatmıştı. Ben de filme başlamamın sebebinin Isle of Dogs tabelasını görmem olduğunu o an fark ettim. Isle of Dogs’un ne olduğunu bilmiyordum bile. Yalnızca ne olabileceğini tahmin ediyordum.

‘Isle of Dogs’un arka planında farklılıkları kucaklamak ve hoşgörülü olmak hakkında önemli bir mesaj var. Bu mesaj, güncel politik gelişmelerden ilham alıyor mu?

Film üzerinde çalışmaya neredeyse altı yıl önce başladık, yani biz filmi yaparken dünya çok değişti. Sık sık etrafımızda olup bitenin, hikayede olanlarla ilgili olduğunu düşündük. Başlangıçta ilham için tarihe göz atıyorduk, ama yapım aşaması sırasında gazetelerin ön sayfalarına bakmaya başladık.

‘Fantastic Mr. Fox’un ana karakterinin takım elbisesi, sizinkinden ilham alıyordu. ‘Isle of Dogs’da yer verdiğiniz benzer kişisel detaylar var mı?

Filmin başrolündeki köpeğin adı Chief [Şef]. Benim de çocukken adı Chief olan siyah bir labradorum vardı. Yani böyle bir kişisel bağlantım var.

Sizin Chief’in kişiliği, beyaz perdede gördüğümüz köpeğinkine benziyor muydu?

O kadar derin olduğunu sanmıyorum. Daha basit bir köpekti.

Greta Gerwig filmde gözü pek bir Amerikalı değişim öğrencisini canlandırıyor ve harika bir iş çıkarmış. Kendisiyle uzun zamandır çalışmak istiyor muydunuz?

Evet, Noah Baumbach [Gerwig’in partneri] ile iyi arkadaş olduğumuz için Greta’yı uzun süredir tanıyorum. Bu yüzden çok vakit geçmeden Greta ile çalışacağımı düşünüyordum.

Ulaşması çok zor biri olarak tanınan Bill Murray’nin de filmde bir rolü var. Hâlâ size geri dönmesi umuduyla telesekreterine mesaj bırakmak zorunda kalıyor musunuz, yoksa size özel bir hat var mı?

Özel bir hattınız olsa bile bu, telefonu açacağı anlamına gelmiyor! Sanırım ben bu kategoriye giriyorum.

Londra’da pek çok kez çekim yaptınız. Bu film de Bromley bölgesindeki 3 Mills Stüdyoları’nda çekildi. Şehirde nerelerde vakit geçirmeyi seviyorsunuz?

Favori restoranım River Café, ama St. John da onu yakından takip ediyor. Menü sürekli olarak değişiyor, ama sık sık kemik iliği sunmaları harika. Genellikle güvercin, çulluk, orman tavuğu gibi bir kuş menüde oluyor. Çoğunlukla kuş yiyorum.

Filmlerinizden birinde yer vermek istediğiniz bir Londra mekanı var mı?

Daha önce beyaz perdeye aktarılmamış bir Charles Dickens romanını uyarlamak, ömür boyu elde edemeyeceğim bir fırsat. Her Dickens hikayesi o kadar çok kez uyarlandı ki, bir tanesine daha ihtiyaç yok. Ama Dickens’ın Londra’sında, Strand civarlarında geçen bir hikaye çekmeyi çok isterim.

Aklınızda olan belirli bir Dickens eseri var mı?

‘David Copperfield’ harika olurdu. Ama özgün bir yaklaşım getirmek zor.

Son zamanlarda pek çok başarılı sinemacı, televizyon için diziler yapıyor. Sizin küçük ekranlar için planladığınız bir proje var mı?

Yok, ama iki dünyanın bir araya geldiğini düşünüyorum. Yaptığın işi dilediğin gibi sunabilirsin, istediğin her şeyi yapma özgürlüğün de var. Bu yüzden bir noktada bu yolu seçeceğimi tahmin ediyorum. Sinemalarda vizyona giren, insanların aynı ortamda oturarak izledikleri bir film yapma deneyimini seviyorum. Benim için film, bu anlama geliyor. Ama başka yollarla da pek çok film izliyorum ve hikaye deneyimlemek için kötü bir yol olduğunu söyleyemem.

Görsel stiliniz çok özgün ve neşeli, peki hayatınızda da öyle mi? Evinizin Büyük Budapeşte Oteli gibi olduğunu umuyorum.

Hayır. Aslında çok sade. Hayli farklı bir yaklaşımım var. Filmlerde seyircinin 90 ya da 100 dakika boyunca izleyeceği bir şey yapmaya, bir illüzyon yaratmaya ve bu süre boyunca içinde yaşayacakları bir dünya kurmaya çalışıyorsun. Sürekli olarak orada yaşamak gerekiyorsa, durum değişiyor.

Son soru: Filmi göz önüne alarak, kedilere kıyasla köpekleri daha çok sevdiğinizi tahmin ediyorum. Kediciler için bir şeyler yapmayı düşünür müsünüz? Mesela ‘Kediler Krallığı’ gibi?

Hikayeyi uzun zamandır arkadaş olduğum Jason Schwartzman ve Roman Coppola ile beraber yazdım. Jason’ın 11 yıldır bir köpeği var ve tercihi kesinlikle köpeklerden yana. Roman’ın ise çok sevdiği bir kedisi var. Bende ikisi de yok. Kent’te [Anderson’ın partnerinin yaşadığı yöre] birkaç keçimiz var, ama başka hayvanımız yok. Kesinlikle keçileri tercih etmiyorum. Aslında köpekleri film karakterleri olarak seviyorum. Benim için hikayemizdeki köpekler, insanlar gibi. Esasında köpekleri ölümüne seven biri değilim.

Tavsiye edilen
    İlginizi çekebilecek diğer içerikler
      Reklâm