Seyrek Rifat

Seyrek Rifat röportajı

Yakın zamanda şarkı yazarı takımyıldızımıza yeni bir üye katıldı. Seyrek Rifat’ın geçtiğimiz ay yayınlanan EP’si ‘Ayrık’ı dinlemediyseniz hemen ilk şarkı ‘Bizim Oyun’u açın ve söyleşimizi okumaya başlayın

Yazan:
Mehmet Ak
Reklâm

Müzik sahnemize yeni bir persona düştü geçtiğimiz ay. Seyrek Rifat üç şarkılık ilk kısaçaları ‘Ayrık’ ile karşımızda. İlk şarkıyı dinleyene dek neyle karşılaşacağımızı çok da bilmediğimizden merak içindeydik. İçimizdeki karanlığı açık sözlülükle ortaya koyan şarkılar çıktı ‘Ayrık’tan. Seyrek Rifat günümüzde pek sık karşılaşmadığımız bir işe kalkışıyor. Sarkazmın, ironinin ve hazırcevaplığın çağında kendini ve dünyayı ciddiye alan bir içtenlikle şarkılar yazıyor. Bu açıdan nereden baksak cesur bir iş ‘Ayrık’. Yalnızlığın, karamsarlığın, üzüntünün ancak bir duygudaşlıkla aşılabileceğini gösteriyor. Bugün illa bir yerde buluşacaksak, kederlerimizden daha doğru bir buluşma noktası bulabilir miyiz? Seyrek Rifat’ın sesi gözle buluşturan, edebiyattan ilham alan müziğine kulak kabarttıktan sonra oturup sanatçıyla ahvalimizi konuştuk. 

Seyrek Rifat’ın müzikle ilişkisi nasıl başladı? Ne zaman bu işi ciddiye almaya, tüm vaktini ona vakfetmeye başladı?

965 sağolsun, geçtiğimiz Ağustos’ta doğdu Seyrek Rifat. Bir gün elime zorla gitar verdi tanımadığım bir avuç insan. Konuşmadan, sadece müzikle ne kadar gerçek bir iletişim kurduğumu gördüm o insanlarla. Eylül’de eve döndüğümde, kendimle de aynı şekilde bir iletişim kurmak istediğimden belki, aldım elime gitarı ve bağırdım çağırdım biraz evde. Duygu geçişlerine göre değişti ne çaldığım, nasıl sesler çıkardığım. Sonrasında ise yazdıklarımı buldum. Son bir iki senedir karaladığım şeyler vardı. Bir süre sonra sözler ile müzik istemsizce birbirine girmeye başladı ve şarkıların taslakları çıktı. İşte o çıkış anından sonra da istemsiz bir ciddiyet de geldi. Yani ciddiyet geldi ama neden geldi, nasıl geldi inan ben de bilmiyorum. O gelince ben de hemen onu evdeki bir odada misafir ettim. Yaklaşık iki-üç ay kaldı ve sonunda EP’de olan şarkıları o odada yapmış, bozmuş, düzenlemiş, enstrümanları çalmış ve kaydetmiş oldum. Bir şeyleri ciddiye almak iyi bir şey belki de. İnsan kendine hayret ediyor sonrasında, bunu ben mi yaptım diye. Vakit işine gelince. Tüm vakit tek bir yere nasıl verilir onu bilmiyorum. Bu durum benim için hep zor oldu. 

Yılların popüler müzik terbiyesinden sonra insan kulağı temposu düşük parçaları aşk şarkısı gibi duymaya meyilli. Senin şarkılarına biraz kulak kabartınca hiç de öyle basmakalıp şarkılar olmadıkları hemen fark ediliyor. Sana şarkı yazdıran esas dertler, meseleler nelerdi?

Şarkıların yüksek tempoda olmamasının ardında yatan sebep daha çok ‘üzüntü’. Bir dönem bu üzüntüyü çok hissederek yaşadım: İnsan olduğuma üzüldüm, insanın insana neler yapabildiğini görünce üzüldüm, insanın samimiyetsizliğine, güvensizliğine üzüldüm. İnsanın kendine ve diğerlerine karşı olan ikiyüzlülüğüne üzüldüm. Kendime de üzüldüm. İnsanın kendisiyle yüzleşmesi kadar zor bir şey yok belki de.

Tüm enstrümanları kendin çaldın ve mütevazı bir şekilde kaydettin. Bunun yarattığı özgürlükler ve avantajlar nelerdi? Negatif yanları da oldu mu senin için?

Seyrek Rifat için başka bir yol olamazdı. Yaşadığım yerin, evimin dışına çok çıkmadan yapmaktı en doğrusu. Elimdeki ses çıkaran aletlerin sınırladığı dünya dahilinde kaydedildi her şey. Drum machine programlaması dışında her şey elle çalındı. Burak Irmak ve Nilipek. de bir şarkıda yanımda oldular. Çok yalnız bir şekilde kaydettim, ama zaten ihtiyacım duyduğum şey de buydu belki de. Genel olarak bütün süreç iyi hissettiğim bir süreçti, sadece ‘Cehennemim’ adlı parçanın üretim süreci diğerlerine göre çok daha zorlu geçti ve görece çok daha uzun bir zamanda tamamlanabildi. 

En başta kendinle konuştuğun açık. Peki bunun dışında kimlerle konuşuyor şarkıların? Kafandaki dinleyici kimdi?  

Evet, dediğin doğru. Sanıyorum ki şarkılarda kendimle konuştuğum anlaşılabilecek bir seviyede. Ama bunun dışında kiminle konuşuyor şarkılar pek bilmiyorum. Benim asıl derdim artık bunu sadece kendimle konuşabileceğim bir şey haline getirmek istememem. Yani paylaşmak istemem. Evet; yaşadıklarım, etkilendiklerim var ve onları konuşmaktan en çok zevk aldığım dille paylaşmak istedim. Konuşmak ama bir yandan da kendimce iyi olduğuna inandığım bir yolla anlatmak istedim. Ama kimle konuşmak istedim, kafamdaki dinleyici kimdi gibi soruların bende cevabı yok maalesef. Orada birileri var bence. Onu paylaşabileceğime inandığım bir yer var ki onun için paylaştım. Zaten dinleyici benim kafamda olmasın, ben onun kafasında olayım istiyorum müzik yaparken.

“İnsanın kendisiyle yüzleşmesi kadar zor bir şey yok belki de”

Seyrek Rifat’ın bir ayağı müzikteyse diğeri görsel sanatlarda. Hem müziğinin sinematografikliğiyle hem de albümle birlikte gelen grafik estetikte bu görülüyor. Görsel açıdan hareket noktaların nelerdi? Nasıl bir atmosferle desteklemek istedin müziğini? Bu noktada sinemanın, fotoğrafın, video sanatının rolü neydi senin için?

Temelde, ses ve görüntü birbirinden tamamen ayrı. Fakat ikisinin de insan üstünde birbirinden farklı şekillerde etkileri var. Görüntüden kaçabilirsiniz ama sesten asla kaçamıyorsunuz. Ancak görüntü de başka açılardan baskın gelebiliyor. Kulağım sese çok küçük yaşlardan itibaren duyarlı bir hale geldiği için benim için sesin ve müziğin yeri çok ayrı. Fakat son yıllarda görsel ve hareket ile ses arasındaki ilişkiden oldukça etkilenmeye başladım. Görsel ile ses arasındaki estetiğe, ahenge ve duyular üzerindeki etkilerine biraz kaptırdım kendimi. Duyular diyorum çünkü oradan da duygulara geçiyoruz. Genellikle karanlık veya belki de biraz rahatsız edici bir atmosfer yaratmak istedim. Bazı sahnelere yapıştırılmış müzikler gibi belki de. O an, o sahnede ne yaşanıyorsa, o anda çalan ve onu destekleyen, besleyen müziğin etkisine benzer etkisi olabilecek bir müzik… Bu noktada, birbirinden beslenebilecek farklı sanat dallarının da bu işin bir parçası olması gerektiğini düşündüm. En azından denemek istedim. Kapak tasarımı ve illüstrasyon Seha Can’a ait. Fotoğrafları ise İrem Sözen çekti.

İkisinin de, benim çıkardığım sesler ve müzikle birbirini besleyebilecek veya onun yanında olabilecek işler ortaya koyacaklarına inanmıştım. Öyle de oldu bence. Ortaya çıkan şeyin ruhu daha bütünlüklü oldu ve sanıyorum çözünürlüğü arttı. Hikâyesi de daha çok pekişmiş oldu belki de. Yakında umuyorum bir klip üstünde çalışacağız. Seyrek Rifat’ın görsel yanı üzerine de çalışıyorum. Bu üstüne eğilmek istediğim ve beslenmek istediğim bir taraf. Dolayısıyla, saydığınız bütün alanların her birinin ayrı önemi var burada. Zamanla daha da açık bir hale gelecektir.

Seyrek Rifat adı Barış Bıçakçı’nın bir romanından geliyor. Yazarken kişisel tecrübelerin dışında edebiyat gibi başka kaynaklardan da ilham alıyor musun? Ve Bıçakçı’nın romanının senin için önemi nedir?

Yaşam adına ilham alabiliyorum edebiyattan ama yazarken ne kadar etkisi oluyor bilmiyorum. Yazmak konusunda çok yeniyim. Edebi bir şey ortaya koyduğumu zaten iddia bile edemem. Ama tabii ki etkilendiğim metinler oluyor ve yazdığım şeylere de etki edebiliyor. Barış Bıçakçı’nın romanından önce kendisinin önemini, yazdıklarının üstümdeki etkisini anlatmak daha doğru olur. Hem sadece yazdıklarını ön plana çıkarması hususundaki tutumu, hem de kullandığı dil bana çok yakın geliyor. Yazdıklarını okumuş bir insan olarak kendimi daha iyi hissediyorum. Yazdıklarında birçok sanatçının erişemediği bir samimiyet ve utangaçlık var bence. ‘Seyrek Yağmur’ ise başka bir şey. Onun gibi bir kitap pek okumadım. Fark ettirmeden senin içine sızıyor okurken. Birçok farklı duyguyu çok kısa bir süre içerisinde yaşatabiliyor. Zekice yazılmış, gösterişsiz ama sivri yerleri var. Bunlar zaten Bıçakçı ile özdeşleştirebildiğim özellikler. Zamanında Nilipek.’e şöyle demiştim: “Bu kitabı her eline aldığında baştan başla okumaya.” Tam olarak böyle bir kitap benim için.

Türkiye’de müzikle ayakta durmaya çalışmak hakkında neler düşünüyorsun? Müzik, sanatçı ve dinleyici için bir kurtuluş sunabilir mi?

Bağımsız sanatsal üretim üzerinden ayakta kalmaya çalışmak her geçen gün daha da zorlaşıyor bu ülkede. Eskiden oturup söyleniyordum ama artık oturup her şeye rağmen üretebilmeye çabalıyorum. Hatta bu şartlara rağmen nasıl ayakta kalabilirim, nasıl üretebilirim diye kafa yoruyorum. Çok zor bir denklem yok burada; bu topraklarda yeniye açık, dışa dönük bir kültür pek de var olamadığından, genelinde dogmatik bir anlayış hâlâ çok baskın. İnsanlar hep aynı şeyi görmeye duymaya çok alışmış, maalesef ki pek sorgulamayan bir haldeler. Zaten onlara dayatılan da bu. Çok meraklı olduğumuzu düşünmüyorum. Meraklı olan insan da bu ülkede yaşamanın yorgunluğuyla ona sunulan ‘kurtuluş’u göremeyecek bir hale gelebiliyor. Her şeye rağmen müziğin, sanatın bir kurtuluş sunabileceğine inanıyorum ama bunun için sanatçının da dinleyicinin de birbirine samimi ve açık olması gerekiyor.

Yer yer neredeyse soundscape’e varan bir yaklaşım var şarkıların düzenlemelerinde. Akustik seslerin yanında elektroniğe de yer verilmiş. Niyet ettiğin bir şey miydi yoksa süreçte kendiliğinden mi ortaya çıktı?

Bir akım, janr sınırlaması ile yola çıkmadım, çıkamazdım da. Şarkılar nereye gitmek istedilerse oraya vardılar. Hepsi aynı şekilde ortaya çıktı ama son halleri zamanla kendi içinde bir yol buldu. Akustik veya elektronik fark etmeden, elime o an hangi enstrüman veya aklıma hangi ses geldiyse, onları kullandım. Mesela ‘Cehennemim’ bence hissiyatı gereği daha elektronik ve sentetik seslerden oluştu. Tam tersine ‘Bizim Oyun’ tamamen akustik enstrümanlarla ortaya çıktı. ‘Yıllar Kayar’ ise en son düzenlenen parçaydı ve diğer iki şarkıyı birbirine hayali bir şekilde bağlayabilmesi için duyduğunuz şekilde düzenlendi. Tabii Nilipek. söyledi, Burak Irmak da klarnet ve synth çaldı bu parçada. Onların da bu parçada ortaya bir şey koymuş olmaları benim için çok değerli. Ayrıca birbirinden bu kadar farklı tınlayan üç şarkının miksini yapan ve şarkıların sound olarak kendini en iyi şekilde ifade edebilmesini sağlayan Emre Malikler’in de çok büyük bir emeği var.

Kendini İstanbul müzik sahnesindeki hangi isimlere ruhen yakın hissediyorsun?

Henüz sahneye koyulabilir miyim onu bilmiyorum. Bana bir şeyler hissettirebilmiş veya dokunabilmiş olduğunu düşündüğüm, dinlemekten keyif aldığım, yakın hissettiğim bazı isimler var: Haşmet Asilkan, Yank, Selim Saraçoğlu, Stiver, Nekizm, BEA, Can Güngör, Nilipek...

Fotoğraflar: İrem Sözen; albüm kapağı: Seha Can.

‘Ayrık’ iTunes, Spotify ve Apple Music’te.

Tavsiye edilen
    İlginizi çekebilecek diğer içerikler
      Reklâm