Kulinata

Kapı önündeki masalardan birine kurulursanız sokakta oynayan çocuklarıyla, esnafıyla ve yoldan geçen sakiniyle İstanbul’un göbeğinde eski bir mahalle manzarası seriliyor önünüze. Öte yandan birkaç binada süren hummalı inşaatla, yenilenme tam gaz devam ediyor.   

Kulinata restorandan çok büyük bir ev mutfağı tadında. Adını Latince mutfak anlamına gelen ‘culina’ ile Galata’nın birleşiminden alıyor. Bir çeşit esnaf lokantası ama camın arkasındaki yemekleri tepsilerde değil evlerde kullanılan tencerelerde sunuyor. Sahibi Atalay Camcı farklı sektörlerde çalıştıktan sonra babasının yanında çekirdekten yetiştiği aşçılığa girişmiş ve mekânını yemek evi olarak tanımlıyor. 
 

 

Kulinata’nın belki de en güçlü yanı iyi yemekleri uygun fiyata, gösterişten uzak bir edayla sunuyor olması. Tıka basa doyacağınız üç yemekli bir menü 15 TL civarında. Her gün 6-7 sıcak, 10-12 soğuk yemek hazırlanıyor. Bize denk gelen öğle menüsünde tam kıvamında zerdaçallı bir mercimek çorbası ve kekikli orman kebabı vardı. Soğuk çorba ayran aşı ise yakın zamanda denk gelmemiz muhtemel pastırma yazı için birebir. Nar ekşili çoban salata ise o kadar taze ve leziz ki malzemeleri bahçeden yeni toplanmış gibi. Fırında kırmızı biber dolma içinse “Böylesini başka yerde yiyemezsiniz.” diyor Atalay Camcı. 

Mekâna esnaf lokantası dedikse o kadar da sıradan değil. Civarda yaşayanların, çalışanların ve turistlerin uğrak yeri olmaya başlamış şimdiden. Arka masanızda bilim, emek piyasası ve Markist kuramlar üzerine ateşli bir sohbet duyarsanız şaşırmayın.