1. Ferhat ZUPCEVIC/GETTYIMAGES

Leon Bahar’ı tanır mısınız?

Varlık Vergisi’ni ödeyemediği için Aşkale’ye sürgüne gönderilen Leon Bahar’ın yazdığı mektuplara ulaşan Nurten Yalçın Erüs, bu mektuplardan yola çıkarak yarı kurgu yarı biyografik bir roman kaleme aldı. Hande Sönmez

Reklâm

Şu anda içinde bulunduğumuz Kohen Kitabevi ile başlayalım. Bu kitabevi neredeyse 100 yıldır ayakta. Kitapta da geçiyor. Bilmeyenler için bu kitabevinin hem tarihi hem de kitaptaki yeri hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Leon karakterine hayat verirken elimdeki mektuplar ve kızının anlatımlarından yola çıkarak, onu daha iyi anlamak için epeyce çaba harcadım.  Okuduğu kitapları okudum, dolaştığı caddeleri gezdim. Okumayı çok seven, kendi başına Fransızca öğrenmiş ve bilhassa gençliğinde neredeyse bütün kazancını kitaplara, yayınlara harcayan bir genç adam. Leon, dönemin Pera’sında nerede zaman geçirirdi diye düşünürken Kohen Kitabevi’nin bir asrı aşkın süredir hayatta olduğunu gördüm ve Leon’un Fransızca okumalarında başrolde olan Le Figaro Gazetesi’ni bu kitabevinden aldığını hayal ettim. Bir de tabii iki kız kardeş tarafından temelleri atılmış olması dikkatimi çekti, bu iki vizyoner kadına duyduğum saygının da bir ifadesi oldu bu tercihim. 

Varlık Vergisi dönemi mağdurlarından biri olan Leon Bahar’la nasıl tanıştığınızı, mektupların elinize geçişini ve kitabın yazım sürecini anlatabilir misiniz?

2000 yılının başında iş adamı Üzeyir Garih’e sorduğum bir soru ile başladı bu kitabın hikayesi. Üzeyir Bey, 1994 yılında ekonomi gazeteciliğine başladığımda haber için ilk görüş aldığım, sonrasında da sık sık görüşlerine başvurduğum bir isimdi. 1998-1999 yıllarında Paris’te, Sorbonne Üniversitesi’nde yüksek lisansımı yaparken, Vergi Hukuku dersinde çarpıcı vergi uygulamalarıyla ilgili bir ödev verilmişti ve ben o zaman kaynak bulamamıştım. Fransa’dan döndüğüm dönemde Varlık Vergisi’ni anlatan ‘Salkım Hanım’ın Taneleri’ filmi yeni çıkmıştı ve konuyla ilgili yazılmış Rıdvan Akar ve Ayhan Aktar’ın kitapları da elimdeydi, henüz okuyordum.  Film vizyondayken çalıştığım dergi için Üzeyir Bey’le röportaja gittim. Ekonomi ve iş dünyasına dair sorularımın ardından hem filmi izleyip izlemediğini hem de Aşkale’ye giden yakını olup olmadığını sordum. Bana bir evrak getirdi, altında Leon Bahar imzası vardı. İstanbul İl Vilayeti’ne yazılmış, verginin kazancının çok üstünde olduğunu anlatan bir hak arama dilekçesiydi. Bu dilekçenin orijinal bir belge olduğunu anlamak zor değildi. Hemen Rıdvan Akar ve Ayhan Aktar’a ulaştım, danıştım. Bu dilekçeden yola çıkan bir makale yazdım. Bu makale başka yayınlarca da ilgi gördü. İlgilendiği konuyu daha derinleştirmek isteyen heyecanlı bir gazeteci olarak Leon Bahar’ın kızı Tamar Bahar’la tanıştım ve onunla ölene kadar sürecek dostluk sürecimiz başlamış oldu. Bu süreçte başka izler elde edebilmek için pek çok kapı çaldım ama sonuç alamadım. Sonra Tamar Hanım beni iyice tanıyınca bana bir sandık getirdi. Sandığın içinde onlarca mektup ve dilekçe vardı. Mektupların tamamı Leon Bahar tarafından Fransızca yazılmış sürgün mektuplarıydı. Bir de hem sürgün öncesi hem sırasında yazılmış dilekçeler vardı. Bu külliyata kavuştuktan sonra uzun bir durma dönemi geldi. Kitabı hakkını vererek yazabilmek için önce ona hakkıyla odaklanacak zamanı yaratmak ve Leon Bahar’ın karakterini derinleştirmek istedim. Ve sonunda 2017 yılının Ağustos ayında bu kitaba başladım. 

Leon Bahar’ın mektuplarını okumak sizde nasıl duygular uyandırdı?

İlk hissettiğim duygu hem Leon Bahar hem de kendi adıma hissettiğim çaresizlikti. Bu kadar kıymetli bir hikayeyi en etkili nasıl anlatırım, bunun çaresizliği… Aynı zamanda büyük bir sorumluluk ve samimi bir yetememe duygusu hissettim. O dönem yeterince vakit ayıramadığım için bir tarihi eziyor muyum diye düşünüyordum. Ama sonrasında Tamar Hanım’ın da bana hep söylediği, beni teskin ettiği üzere zamanı geldi ve kitaba dört elle sarıldım. 

Varlık Vergisi pek çok gayrimüslimi zora soktu. Dönemin şartlarını da göz önüne alarak siz nasıl değerlendiriyorsunuz bu kanunu? Leon Bahar’ın hikayesini dinledikten sonra o döneme ve bu uygulamaya bakış açınız değişti mi?

Aldığım eğitim, yetiştiğim çevre itibariyle çeşitliliğe, renklere inanan biriyim zaten. Leon’un hikayesiyle tanışmadan önce de sonra da ön kabulüm farklılıklarla, çeşitlilikle zenginleştiğimiz yönündeydi. Leon ile birlikte bu inancım daha da pekişti diyebilirim. 2. Dünya Savaşı’nda Türkiye ve dünyayı analiz ettiğimde berraklaşan şeyler oldu. Varlık Vergisi, dönemin şartlarında gerekli olarak sunulmuş, her türlü kitle iletişim aracı kullanılarak, ön hazırlık yapılarak tatbik edilmiş ama hak temelli, eşitlik temelli bakıldığında azınlık karşıtı, haksız, temelsiz bir uygulama. Bu konudaki fikrim hiç değişmedi. Ayıp ve utanç verici bir uygulama. Verginin uygulayıcısının bizzat yayınladığı bir kitapta bu haksızlık tüm detaylarıyla aktarılmış zaten 1950’li yıllarda. Bunu bir tarafa koyalım. Bir de şu var tabii, her dönemi kendi içinde de muhakeme etmek gerekiyor. Leon bu muhakemeye müsaade eden gerçek anlamda da aydın bir karakter. Bu topraklara bağlı bir aydın. Haksızlığa ve adaletsizliğe karşı tam mücadele veriyor, çığlık atarken bile çok yönlü düşünerek uzlaşmayı açık bir dille ifade eden bir aydın. Onun karısına yazdığı mektupları referans almak gerektiğine inanıyorum. Her mektubu umut etmek mottosuyla bitiriyor. Bana göre bu tam bir aydın duruşu. Bugün de farklı versiyonlarla adaletle ilgili başka mevzular söz konusu. Yapmak gereken de tıpkı Leon gibi hakkımızı korumak için mücadele etmek, adaletten yana tavır almak ikincisi de umudu yeşertmek ve barış dilinden vazgeçmemek. 

Kitabın biyografik ve kurgusal tarafı arasındaki dengeyi nasıl kurdunuz?

Bu, amacı ve meramı olan bir kitap. Ben geç kalınmış olsa da bir hakkı teslim etmeye çalışıyorum. Sadece haksızlığa uğramış bir Türkiye vatandaşının sesini duyurmak değil, hayatını edebiyata adamış bir aydının şiirini ortaya çıkarmaya çalışıyorum.

Kurguyu oluştururken de Leon’un edebiyatına gölge düşürmemeye, onun edebiyatına uyumlanmaya çalıştım. Araya kendi biriktirdiklerimi serpiştirdim, kahramanımın okuduğu kitapları okudum, gittiği yerlerde dolaştım. Onun köklerinin geldiği topraklara gittim. Ve tabii kızı Tamar Bahar ile çokça vakit geçirdim. Tamar Hanım başlı başına sözlü bir tarih sundu bana. 

Kitapta nasıl bir İstanbul var?

Öncelikle hiç gezmediğim kadar Sultanhamam’ı ve Leon Bahar’ın gezdiği yerleri dolaştım. Leon Bahar sürgündeyken ailesi Nişantaşı’ndan köy diye tasvir ettikleri Bebek’e taşınıyor. Bebek’ten köy olarak bahsedildiğini, Pera’nın ışıltısını bir süre sonra Nişantaşı’na teslim ettiğini görmek çok enteresandı. İstanbul’un Osmanlı’dan miras kalan çok kültürlü yapısında Pera’nın değerini anlamak, pastane ve kitabevlerini keşfetmek, kültür sanat anlamında nasıl şu andakinden iyi bir nokta olduğunu görmek beni hem hüzünlendirdi hem de umutlandırdı.

44 yaşında hayata gözlerini yuman Leon Bahar’a alternatif bir son yazsaydınız, bu ne olurdu?

İsterdim ki Aşkale’den döndükten sonra devlet iyilik elini Leon Bahar’dan esirgemesin çünkü o bu toprakların insanı olduğunu anlatmaktan yorulmuş, devletine kendisini inandıramamış bir insan olarak göçüp gitti. Keşke devleti onun kalbine dokunacak, yaralı kalbini sağaltacak bir şey yapabilseydi… Bir de yıllarca gazete yazıhanelerine gönderdiği lirik metinleri bir yayın yönetmeni görsün, Bahar’ın bir gazetede köşesi olsun isterdim.

‘Şair, Edip, Dürüst Tüccar Leon Bahar’ı Takdimimdir’, Kırmızı Kedi Yayınevi, 480 sayfa, 30 TL

Tavsiye edilen
    İlginizi çekebilecek diğer içerikler
      Reklâm