Benimle Gelir misin?

Gitmek mi zor? Kalmak mı?

B Planı’nın ülkenin beş yıllık hafızasını da yoklayan aşk hikayesi ‘Benimle Gelir Misin?’i yazarı Ebru Nihan Celkan ve oyuncuları Başak Kıvılcım Ertanoğlu ve Elif Ürse’den dinledik.

Reklâm

“Bu çalkantılı dünyada aşk için ısrarcı olmak gerek.” -Ebru Nihan Celkan-

Berlin Maksim Gorki Tiyatrosu, Berlin Edebiyat Kolokyumu, Çağdaş Oyun Yazarları Enstitüsü ve Robert Bosch Vakfı’nın ‘Parça Parça Savaş’ projesi kapsamında Çağdaş Türkiye Tiyatrosu’nun önemli oyun yazarlarından Ebru Nihan Celkan’ın kaleme aldığı ‘Benimle Gelir Misin?’ ilk olarak Ekim 2018’de Berlin’de sahnelendi. Türkiye ayağında ise bu yıl B Planı bünyesinde Sami Berat Marçalı rejisi ile seyirci karşısına çıktı. Berlin’den İstanbul’a uzanan iki kadının aşkını odağına alan hikaye, aşkın yıllar içerisindeki dönüşümünü, aynı dönemde yaşanan toplumsal dönüşümlerle harmanlıyor. Bu dönüşümü, politik olandan ziyade dönemin atmosferinin birey üzerindeki etkileri üzerinden deşen oyunun kadrosunda da son yılların başarılı isimlerinden ikisi var. Katı bir Alman olan Janina rolünde Başak Kıvılcım Ertanoğlu’nu, kanı kaynayan Umut karakterinde ise Elif Ürse’yi izliyoruz.

 Sizinle özdeşlemiş bir karakter olan Umut tabii ki bu oyunda da yer alıyor. Umut karakterleri sizin için ne ifade ediyor?

Ebru Nihan Celkan Bugüne kadar 14 Umut yazdım. Her birinin yaşı cinsiyeti, cinsel yönelimi, inancı, kökeni, eğitim seviyesi, işi, gelir grubu farklı. Her bir insanı, değişimi sağlamak için bir Umut olarak görüyorum ve her birimiz arasında görünmeyen bağlar olduğuna inanıyorum. Umut ismini sahnede hareket halinde, mücadele ederken, vazgeçmişken, tekrar başlarken, yenilirken, mutluyken, coşkuluyken görmenin umut kavramını da bu şekilde tahayyül etmenin bir yolu olduğunu düşünüyorum. Yani statik, elle tutulur tanımı olmayan, afaki bir kelime ya da bir teselli aracından çok harekete geçme, yolda olma halinin ifadesi. Bu oyunda Umut sert kırılmalar yaşıyor. Hayalleriyle, aşkla ve en çok da kendisiyle ilgili. Kendimizi bile sanırım ancak koşullar değiştiğinde keşfediyoruz. Umut yaşadığı bütün kırılmalara rağmen doğduğu topraklara olan güvenini sürdürüyor. Yaşadığı coğrafya, kendisi ve aşkı değişip dönüşürken bir çocuğun gülümsemesinden, genç bir kadının attığı slogandan, daracık bir sokakta bir araya gelmiş küçük bir gruptan, Mısır Çarşı’sının kokularından Umut devşiriyor. Vazgeçmemin umudu sanırım. Devam etme iradesinin umudu.

 Büyük bir kesimin ülkeden uzaklaşmaya çalıştığı bir dönemde ortaya çıkan bu gelgitli aşk hikayesi nasıl doğdu?

Ebru Ben de çevremdeki birçok insan gibi gitmeyi bir seçenek olarak düşündüm. Hâlâ düşünüyorum. “Dünyada geçireceğim sınırlı zamanı dinmeyen fırtına, sonu gelmez direnişle mi geçirmek istiyorum?” diye kendime sorduğum zamanlar oluyor. Diğer taraftan kendimden büyük dinamiklere imanım var. Bu coğrafyada, bu zamanda dünyaya gelmiş olmamın en az bir nedeni olduğunu düşünüyorum. Burada daha fazla insana değdiğimi, kendimi daha renkli şekilde inşa ettiğimi, değişim için katkım olduğunu hissediyorum. Oyuna aşkı dahil ederek zaten oldukça zor olan bu gelgit durumunu biraz daha zorlaştırıp o koşullarda Umut ne yapar diye bakmaya çalıştım. Nihayetinde ne giden ne de kalan korkak ya da kahraman. Herkes kendisine iyi geleceğini düşündüğü aksiyonu alıyor. Yine de ben giden arkadaşların geri döneceğine inanıyorum. Beraber, yıkılan her yeri onaracağımıza dair çok güçlü bir umudum var.

 Metinle karşılaştığınızda ne hissettiniz?

Başak Kıvılcım Ertanoğlu Çok heyecanlandığımı hatırlıyorum. Cesur bir aşk hikayesi demiştim kendi kendime. Gitmekle kalmak arasında sıkışmış iki insanın olduramadıklarını, anlayamadıklarını, birbirlerine anlatamadıklarını seyirciyle paylaşmanın nasıl olacağını düşündürmüştü bana uzun uzun.

Elif Ürse Son zamanlarda çok arkadaşım yurt dışına gitti. İnsan kendisini “Ben gitmeli miyim?” diye düşünürken buluveriyor. ‘Benimle Gelir Misin?’i okuduğumda karakterin bu aşka rağmen gidememesi beni etkiledi. Aidiyet nerede başlar, nerede biter? Aşk için mi, yoksa aşkla mı yaşanır? Bir de iki kadının hikayesi bu topraklarda hâlâ sahnede çok az temsil edildi. Bu açıklığıyla belki hiç. Bu da beni cezbetti.

Aşk bu hikayenin neresinde duruyor?

Ebru ‘Kişisel olan politiktir’ sözünden hareketle aşk gibi kişisel bir duygunun böylesi sert koşulları olan bir coğrafyada politikadan uzak kalması mümkün mü? Erkek, Türk, heteroseksüel ve Sünni Müslüman olmayan her birey yaşadığı duyguları bastırmak, saklamak, savunmak veya açıklamak zorunluluklarıyla karşı karşıya kalabiliyor. Aşk ise ifade vermeyen, ifade almayan, sorgulamaların, etiketlerin, alışkanlıkların ötesinde bir duygu. Aşk varsa, geri kalan her şey anlamını yitiriyor. Aşk insanın sınırlarını zorluyor ve çoğunlukla da sınırlar aşk karşısında mağlup oluyor. En azından benim için öyle.

Elif Aşk bütün iplerin koptuğu, ayakların yerden kesildiği bir hal, bir çeşit devrim, dönüşüm. Tam da tanıştıkları günler, bugüne kadar birbirlerine karşı durmuş toplumsal grupların bile büyük bir anlayışla yan yana durduğu, birlikte şarkılar söylediği, beraber yediği ve içtiği bir dönem. Bir çeşit aşktı yaşanan aslında. Fakat aradan beş sene geçiyor ve her şey dönüşüyor. Aşk da öyle... O güçlü aşk, Umut’u çekip alamıyor. Çünkü iyileşme tek başına olmaz. Umut bunu çok iyi biliyor. Çekip gitse kabuslar da onunla gelecek. Aşk aslında bu çelişkiyi anlatmayı destekliyor bence.

Başak Her aşk hikayesi aslında bir başkaldırı, bir harekete geçme, kesişme, çarpışma anı belki de. Tam da birbirlerinin hayatlarının orta yerine düşüyorlar. O toplumsal hikayenin ortasında tanışmaları, birbirlerine çarpışma anları, şimdilerini ve sonralarını şekillendiriyor ve hayatlarını dönüştürüyor. Her toplumsal olayın bireysel hayatları dönüştürmesi, değiştirmesi gibi.

 Almanya-Türkiye arası olduğu için mi bu aşk bu kadar sancılı geçiyor?

Ebru Bana bu soruyu bir yıl önce sorsaydın “Değil! Aşk çok basit,” diye dümdüz cevabımı verirdim. Fakat tecrübe ettikçe öğreniyor insan. Yani kendisini öğreniyor, keşfediyor. Son yıllarda bu coğrafyada ve çalkantılı dünyada aşk için ısrarcı olmak gerektiğine inanıyorum.

Elif Uzaklık aşkı hem besler hem de uzun vadede tüketir. Başlardaki yüksekliğe kalp beş yıl dayanamaz. Belki birlikte yaşansa iki yılda bitecek ya da dönüşecek. Ama mesafe izin vermiyor. Birinin “Ben geliyorum,” demesi gerek. Umut buralara çok bağlı, diyemiyor. Kendi kültüründen beslenen biri. Janina içinse İstanbul’da yaşamak anlamlı değil çünkü bir baskı altında yaşayacak eş cinsel bir birey olarak.

Başak Sanırım her aşkı oldurmak zor. Ama temelde olduramadıkları şey ait olduklarını hissettikleri coğrafya ile kurdukları farklı bağlar. Janina, Umut’u, kendi durduğu, hayata baktığı yerden anlamaya çalışıyor, yanına gitmek, onunla olmak istiyor ama bu Umut’a yeterli gelmiyor. Aşkla kurdukları ilişki de bambaşka. Umut için kalmak da bir nevi aşk, Janina içinse bunu anlamaya çalışmak...      

 Oyuncuya oldukça iş düşen, fiziksel olarak temposu yüksek bir rejisi var oyunun. Umut ve Janina olmak nasıl bir çalışma gerektirdi?

Başak Sahne provaları öncesi yaptığımız masa başı çalışmaları çok değerliydi. Umut ve Janina’ya yakınlaşma anlamında yönetmenimiz Sami ve yazarımız Ebru ile yoğun bir süreç geçirdik. Sorular sorduk hep. Janina beyaz yakalı, güçlü, hayatının genel çizgileri belirgin, yavaş, hayatında sürprizlere pek de yer olmayan bir kadın. Umut ile karşılaştıkları an, onun için tam anlamıyla bir sürpriz. Umut’un içsel enerjisi, sıcacık hali ona şaşırtıcı ve bilinmedik geliyor. Çalışırken de bu bilinmezlik hissi bana hep yol gösterdi. Sahne çalışmalarındaki doğaçlamalarda fiziksel karşılığını aradım genel olarak bu bilinmezliğin.

Elif Prova süreci çok kolay geçmedi aslında. Ben çok özgün bir karakter yaratmak istedim. Ele avuca sığmayan, girdiği yerde varlığıyla enerjisiyle kendini sevdiren biri Umut. Son haliyle oldukça yorucu, performansa dayalı ama karşımda Başak var iyi ki. Ben onsuz, o bensiz kuramazdık yapıyı. Çok güvendiğim bir oyuncu var karşımda.

 Birçok yerde ‘Benimle Gelir misin?’den cesur bir iş olarak bahsediliyor. LGBTİ+  üzerine bir metin yazmak, eşcinsel karakterleri oynamak ya da bunu olması gerektiği gibi sahneye taşıyabilmek gerçekten cesaret mi gerektiriyor sizce?

Başak Her bir karakter, hikaye cesaret gerektiriyor temelde. Konusu ne olursa olsun… Her oyuncu, yazar, yönetmen son tahlilde çok cesur. ‘Benimle Gelir Misin?’ ise kadınlar üzerinden anlatılan LGBTİ+  hikayeleri sayıca çok az olduğundan ya da yüzleşmesi zor olan yakın tarihimizdeki bir olayı iki kadın üzerinden anlattığı için daha cesur bir iş olarak okunuyor belki de. Bana göre sahneye çıkılan her an, ‘şimdi’ye alternatif olarak ortaya atılan bir zamanı genleştirme, genişletme girişimi. Bu da her anın kendine özgülüğünü beraberinde getiriyor ve hem o ana tanık olan seyirci hem de oyuncu için birlikte başkaldırılan bir zaman dilimi oluyor sahnedeki zaman. İzlerken de, oynarken de, yazarken de cesaret gerektiren bir şey kısacası.                     

Elif: Ben hep şunu söyledim: Bu bir aşk hikayesi. İki kadın ya da iki erkek de olabilirdi, bir kadın bir erkek de. Ben bir insanın aşkı nasıl yaşadığına bakmak istedim. Onu şöyle ya da böyle bir eş cinsel diye kurmadım. Ben zaten bir kadınım ve bu oyunda bir kadınla aşk yaşıyorum. Bu, bugün bu ülke için cesur oluyor. Ama ne kadar cesaret isteyen bir iş yapıyoruz diye hiç düşünmedim. Belki İstanbul’da oynadığımız bölge sebebiyle de böyle hissediyorum. Birisi “Mevzu tamam ama neden iki kadın aşkı?” diye sormuştu. Neden olmasın? Neden bir erkek ve bir kadın aşkı için bunu sormuyorsun? Bazen ne kadar homofobik olduğumuzun bile farkına varamıyoruz. Ve bunun homofobi olduğunu anlatmaksa ayrı bir mesai. En beklemediğin yerden homofobi sızıyorsa eğer, biraz cesaret isteyen bir iş sanırım.

Ebru Zaman ve mekan, bu ve benzeri tanımları dönüştürüyor. 2011-2012 sezonunda neredeyse her sahnede, hatta Devlet Tiyatrosu’nda LGBTIQ+ karakterleri izledik. Bazıları aktivizm izlerini taşıyan bazıları ise hayatın olağan akışında merkeze başka konular alan oyunlardı. Bugün hâlâ sayısı azımsanmayacak oranda LGBTIQ+ karakteri sahnede izliyoruz. Yazarken kendi gerçekliğimden bahsetmek ve bunu dünyayla paylaşmak dışında bir duygu bende oluşmuyor. Fakat zamanı sabit tutup mekanı değiştirirsek o zaman başka duyguların devreye girmesinden bahsedebiliriz. İstanbul’da farklı semtlerde bu oyunu oynamak, farklı duygular içerme potansiyeline sahip. Burada bahsettiğim sadece yıkıcı duygular değil tersine normalde olduğundan çok daha fazla yapıcı duygu barındırabilir. Dolayısıyla belli bir kimlik dayatmasının olduğu her coğrafyada o kimliğin dışındaki bireylerden bahsetmek zor oldu, zor olacak. Zor olduğu kadar şaşırtıcı derecede yapıcı duygu ve pozitif kamusal alan da oluşturacaktır diye düşünüyorum, böyle deneyimliyorum. İnsanın kendi hikayesini paylaşmasının cesaret olmayacağı bir dünyaya inanıyorum, o dünyayı bekliyorum, o dünya için yazıyorum.

25 Mayıs, Toy İstanbul, 20.30, 47-67 TL

Tavsiye edilen
    İlginizi çekebilecek diğer içerikler
      Reklâm