FND

Yıkmaya cesaretiniz var mı?

DasDas’ın bu yılki ilk göz ağrısı ‘Westend/Batının Sonu’nu Tülin Özen, Mert Fırat, Gün Koper ve Tuğsal Moğul’dan dinledik. Gülin Dede Tekin

Reklâm

Çağdaş Alman Tiyatrosu’nun en çok oynanan oyun yazarlarından Moritz Rinke’nin geçtiğimiz yıl fırından çıkan ‚Westend/Batının Sonu oyunu bu yıl DasDas’ın programında çıktı karşımıza. Hem politik hem de kişisel olanın tartışıldığı metin katman katman… Çözdükçe bir başka konuyla yüzleşiyorsunuz. Batan bir dünya, tüm dünyada yükselen milliyetçilik, pamuk ipliğine bağlı, parçalanmanın eşiğinde burjuva dünyası, ikili ilişkilerin kapalılığı, savaşın ve kıtlığın yok ettiği hayatlar, göçmenlik ve çok daha fazlası…  Göze sokmadan tek tek hepsini işaret ediyor Rinke. Alaycı olduğu kadar hassas da olan oyunu, Tülin Özen, Mert Fırat, Gün Koper, Pervin Bağdat Naz Çağla Irmak ve Evren Bingöl’den oluşan oyuncu kadrosu ve yine Almanya’dan biri isim olan Tuğsal Moğul rejisi ile sezon boyunca DasDas’ta izleyebilirsiniz. 

Kadın erkek ilişkileri üzerine dünya sorunlarını da odağına alarak incelikli ve zekice kurgulanmış metinler yazan biri Moritz Rinke. Sizi bu metinde çeken ne oldu?

Mert Fırat: Moritz’in dünyayla kurduğu ilişkiyi kendi dünyamla özdeşleştirebiliyorum. Yazma biçiminden ve özellikle bu kadar günceli böyle evrensel bir dille yazabiliyor olmasından etkileniyorum. Tamamen bizden parça bulabildiğim için, söylemi söylemimiz olabilecek, eleştirisi eleştirimiz olabilecek, sahne üzerinde bunu rahatlıkla dillendirebileceğimiz, arkasında durabileceğimiz bir metni oynayalım istedim. İyi bir sistem analizi. Aileye, mitolojik formlara, din formlarına net bir şekilde karşı çıkıyor.

‘Westend’, hem adıyla batının sonuna gönderme yapıyor hem de Londra’da bir eğlence ve kültür bölgesini, Berlin’de de villalardan oluşan bir yerleşim alanını işaret ediyor. Metni ilk okuduğunuzda siz ne düşündünüz?

Tülin Özen: Üstte seyirciyi ilgilendiren iki-üç katman olması, takip ettiği başka bir dilde insani ilişki olması ve bu insani ilişkinin olmadığı yerde, dünya ve düzene dair derinleşmede sorun olması, bu sorunları algılayışımızda, görmezden gelmemizde sorun olması, görmezden geldiğimiz her şeyin de kendi bireysel hayatımızda sorunlara neden olması...  Kendi bireysel hayatımızdaki sorunların nedenini de geriye dönüp derinlikli olan o sorunlarda aramaya çalışmayıp, kapata kapata gitmeye çalışmamız gibi, katlanarak büyüyen bir buhran ve geriye doğru giden bir dünya sorunları hikayesi. Aslında ikisini birleştirip çözmeye çalışsak muhtemelen kendi gündelik hayatımızı da tamir etmeye başlayacağız. Dünyayı tamir etmeden kendimizi tamir etmeye çalışmak ya da doğru okumadan kendimizi tamir etmeye çalışmanın aslında hiçbir şey olmadığı gibi cümlelere ulaşıyorsun.

n Koper: Ben biraz daha farklı anladım. Çok problem var ancak herkes bir problem yokmuş gibi yaşıyor. Westend’de yaşayan insanlar da böyle. Zaten bence problem de buradan kaynaklanıyor. Problem sorunun ne olduğunu tam olarak dürüst bir şekilde kabul etmemelerinden kaynaklanıyor.

Kabul etmemek mi? Görmezden gelmek mi?

n Koper: Kişiye göre değişiyor. Şöyle de bir eleştiri var bence oyunda. Zaten problemin ne olduğunu bulsak, sorun bu desek bile bir çözümü yok. O treni kaçırmışız diyor bu toplum için. Düzelteceksek yeni bir şey yapılmalı gibi anlıyorum.

Tuğsal Moğul: Bir de Goethe’nin yazdığı bir roman var. Moritz Rinke ona bağlı olarak da yazmış bu oyunu.

‘Seçilmiş Yalnızlık’ olarak çevrilmişti Türkçe’ye. Sanırım karakterleri oradan yola çıkarak çizmiş.

Mert Fırat: O metinde de çok bilinen bir aile yapısı var. Bizim hikayede temelde liseden tanışan iki iyi arkadaş var. Michael ve Eduard. Michael benim kız kardeşimle evleniyor. Aynı gün düğün yapıyoruz ve sahneye Charlotte çıkıyor. İkimiz birden aşık oluyoruz. Sonuçta ben evleniyorum. Yıllar sonra bir şekilde yeniden bir araya geliyoruz. Basit gibi görünse de metnin hem altta dört, beş katman okuma yapabileceğiniz bir yanı, hem de özünde olağan bir ilişkiler karmaşası var. Diğer taraftan Haydn’ın ‘Yaratılış’ oratoryosu oyunun merkezine oturmuş durumda. Altı günde evreni yaratıp, o kaostan evrenin çöküp beş kere yeniden yaratılması hikayesi. Tam da Gün’ün söylediği gibi, niye bir türlü başaramıyoruz hali. Tam uygarlığı bir yere getiriyoruz, iki yüz yılda, yüz yılda bir kendini yiyor. “Galiba bir şeyleri bulduk, bak ne güzel insan hakları,” filan diyoruz, sonra yeniden yıkıma uğruyoruz. Tam içinden geçtiğimiz zamanlarda olduğu gibi.

Birlikte büyümüş insanların yollarının ne kadar ayrı düşebileceği ama sonra aynı noktada buluşabiliyor olmaları da hikâyenin ilginç yanlarından biri.

Mert Fırat: Aynı mesleği iki farklı biçimde yapan iki ayrı adam var oyunda. İkisi de plastik cerrahı ama biri Sınır Tanımayan Doktorlar’la çalışmayı seçmiş. Öteki ise sınır tanımayan zenginlerle çalışmayı... Eduard’ın estetik anlayışı ile Michael’inki çok başka. Her kuşak ve perspektiften farklı bakış açılarının olduğu bir metin bu. Metnin içinde, Pervin’in oynadığı Eleonora karakterinde göçmen bir kişinin ya da oraya göç etmiş yarı Alman birinin ne hissettiği de var. Artık belli bir seviyeye gelmiş, parayla ilgili bir problemi olmayan Marek gibi bir adamın da bakışı var. Dediğin gibi en büyük zenginlik de farklı bakış açılarının tek bir cümleye varmıyor olması.

Tülin Özen: Charlotte bir şancı, başarılı olduğuna inanıyor ama şu anda ses telleriyle ilgili bir sorunu var. Bayağı sıkıntılı bir döneminde. Nasıl devam edeceğine dair soruları var. Çocuk yapmak istiyor belli ki,  emin de değil, evde çiçek yetiştireyim de diyor bir taraftan. Birilerinin desteğine ihtiyaç duyan birisi. Tek başına olma yetisi biraz düşük. Ama çocuk yapmak için de birine ihtiyacı var. Bu da bir gerçek. Kabul etmeye ve onunla ilerlemeye çalışıyor ama kabul ettiği şeylerdeki arızayı gördükten sonra da inancı ve güveni sarsılıyor.

Tuğsal Moğul: İçteki sınırları çözmeye çalışıyor. İçteki sınırsız bir hayata güvenmek istiyor ama dışındaki sınırlarını da kırmak istiyor.

Tülin Özen: Bir taraftan da Charlotte bir sanatçı. İçteki sınırlar da bir sanatçı için hep zorlanması gereken yerler. Bununla ilgili bir çelişkisi var. Ne kadar özgürüm, ne kadar cüretkarım gibi soruları var. Babası bir resim galerisi sahibi. Ekonomik bir yaşam mücadelesi vermediği yerden de eksik kalmış olabilir. Zenginlikle yaşadığı şey ona yetmemiş. Kendi küçük evini istiyor.

Mert Fırat: Bahçede küçük bir ağaç ev inşa edecek kadar naif bir kadın. Eduard’ınki de bir ihtişam merakı. Bu inşa etme hali. Duvarı yıkma, genişletme… Onlar net göstergeler ve oyunu o kadar güzel başlatıyor ki o anlamda. Aynı zamanda onun da yaratılışla bir mücadelesi var. Lilith Adem’le bir yaratılmıştı ama Adem’in itirazı ile Havva oldu. Zaten yaratılıştan problemli bir süreç var. Çok sık söylediğimiz bir şey var ya, bilim çok erkek, dil çok erkek diye. Aynı Marek’in dili gibi. Egemen kültür erkek. Dolayısıyla kadının toplumsal tarafı, mücadesi de çok başka oluyor.

Eduard ve Michael’ın yolları nasıl bu kadar keskin bir şekilde ayrılmış?

Gün Koper: Yolları ayrılsa da benziyorlar birbirlerine. Bir elmanın iki yarısı gibiler. Michael demin konuştuğumuz, “Burada bir problem var, kim farkında, kim değil, kim bununla yüzleşiyor?” sorularını diğerlerinden biraz daha fazla düşünmüş. “Hayatımı böyle idame ettiremiyorum,” diyerek kaçmış. Gitmiş demiyorum özellikle ‘kaçmış’ kelimesini tercih ediyorum. Çünkü ben buradan memnun değilim, burada yanlış bir şey var deyip bırakıp başka bir yere gitmemiş, buradakini, cerrahlığını alıp başka bir yere götürmeyi tercih etmiş. Soruları yanında götürüyor. Orada gittiği bölge öyle bir bölge ki, kaçtığı bölgenin laboratuvarı gibi bir yer. Sorular daha da artıyor. Bu defa orada yapamayıp buraya kaçıyor. Bir değişimin arifesindeki eski arkadaşlarının evine geliyor. Bir insan yaşam tarzını değiştirdiğinde her zaman yeni sorular çıkar karşısına. Cevap almaya gelmişken cevap beklenir bir halde buluyor kendini. Zaten bir şey yaptığını iddia eden ve yaptığı hiçbir şeyden memnun olamayan biri. Bir şey yapıyor ama bir şey yapmak için değil, yapma eyleminden başka şeyleri düşünmek zorunda kalmadığı için yapıyor. Bunu da oyunda bir şeyle sembolize ediyorum. Aslında diğerlerinden daha farkında olsa da bir farkı da yok. Kendi yaptığı her şeyin doğru olduğuna inanıyor. Zor bir adam.

Mert Fırat: Biz oyun içindeki karşılaştırmaların yanılsamasındayız. Bu altı kişinin içinde masum olan bir kişi yok. Zaten hepsi üstümüzde bütün o kanların, veballerin. Batının da sonundayız, eğlencenin de sonundayız. Bütün o lüksün, o şekilde yaşamanın da sonundayız. Belki de zorunlu bir devrimin, yeniden yapmanın başlangıcındayız. Çünkü belli ki bu sistem yıkıldı. Kapitalizm de yıkıldı, emperyalizm de yıkıldı. Bu dünya kaynaklarını birlikte kullanıp yönetmeyi ya barış içinde başaracağız ya da yeniden yıkılmayı, büyük kayıplar vermeyi göze alacağız. Ne yazık ki ikincisi oldu şimdiye kadar. Büyük kayıplar veriyoruz. Irak’ta,  Afganistan’da, Suriye’de… Dünyanın her tarafında büyük kabile savaşları, sınır savaşları oluyor. Tarihte olmadığı kadar büyük göçler hasıl oluyor. Kimi zaman iklimden, kimi zaman coğrafyanın verimsizliğinden.

Ömer Madra hep der ya 3. Dünya Savaşı sudan dolayı çıkacak diye.

Mert Fırat: Çıktı zaten. Şu anda süreç içinde gelişen bir yıkım var. Biz sadece farkında değiliz. Ahlaki yıkım var, oyunun sonunda söylediğim gibi “İnsanlık son 200 yıldaki kazanımlarının tamamını yok ediyor.” Oyun da bu sonsuz döngünün her seferinde yeniden kurulmasının bir kesitini daha sunuyor. Asla tam anlamıyla bu böyledir, belirleyici şudur, cümlesi de budur diye işaret etmiyor.

Bu işaret etmeyen oyunu nasıl bir reji ile izleyeceğiz?

Tuğsal Moğul: Çok bir reji düşüncem yok. İlişkileri gösterebilmek istiyorum. Bütün bu konuştuğumuz argümanları kurmak istiyorum. Birbirlerini nasıl etkilediklerini görmek… Ben Almanya’da doğdum büyüdüm ve oraya hakimim dolayısıyla.  Almanya’daki toplum tok. Almanya zengin, mülteci problemi yok. Büyütüp büyütüp yeniden satıyorlar.

Daha oturmuş bir ilişki kuruyorlar göçmen konusuyla.

Tuğsal Moğul: Çok sarstı aslında Almanya’yı. Parti durumu da değişti. Şu anda başka bir yerdeyiz. Sağ partiler yükselişte.

Tülin Özen: Bu oturmuş düzen bir hafta içinde tamamen değişebilir.  Bazı dengelerle ilerliyor ama yürümediği an da gelebilir. Avrupa’yı göçmenlerle ilgili büyük sorunlar bekliyor. Göçmen politikalarının geliştirilmesi gerekiyor.

Mert Fırat: Rejiye döndüğümüzde en büyük derdimiz metnin karşı tarafa geçmesi. Yazarı da, yönetmeni de hep bunu söyledi. Kuş kondurmayalım, reji faaliyetleri metnin en net haliyle geçişine olanak versin. İşin kötü tarafı bu metinle tartıştığımız konuların, içselleştirdiğimiz şeylerin hayatta neredeyse hiç karşılığını bulamıyoruz. Bu anlamda Alman tiyatrosunun yaptığı şey seyirciyi de bu tartışmanın içine çekip tartıştırabilmek. Seyirci asla Michael’den ya da Eduard’dan yana olmayacak. Tarafsız bir yere çekecek kendini.

Tuğsal Moğul: Bu oyundaki sosyal grubu tanıyor seyirci.

Mert Fırat: Bir biçimde ayna tutan bir hikayesi var. Yazmak yetmiyor, uygulamak gerekli diyoruz ama uygulamak da yetmiyor artık. Parçası olup dönüştürmek de o kadar kolay değil. Bununla büyümek gerekiyor. İklim meselesinde de aynı şey var. Greta gibi 13 yaşında, “Ben okulu bıraktım, amacım belli,” diyeceksin. Aile de destekleyecek. Herkes Greta olamaz tabii ki ama bir bilinç gerekli.

Tülin Özen: Sadece konuşmak hiçbir şey ifade etmiyor. Davranışlarla da desteklemek gerekli.

Mert Fırat: Bunu yapmadığımız sürece çöküşteyiz. Mesela hâlâ et yemeye devam ediyoruz ama Ömer Madra yemiyor. Greta da yemiyor. Ben mesela uçağa atlayıp gidiyorum ama o gitmiyor. Şu çok acayip mesela, uçağın karbon salınımıyla senin yıl boyunca yediğin kırmızı etin karbon salınımı aslında çarpı beş. Et yemeyeceksin, uçağa da binmeyeceksin. Sigara içmeye devam etmeyeceksin, arabayı kullanmayacaksın.

16, 28 Ekim, 20.30, DasDas, 75-90 TL

Tavsiye edilen
    İlginizi çekebilecek diğer içerikler
      Reklâm