Bu öykülere dikkat

Öyküleriyle tanıdığımız Ayça Erkol ile dördüncü kitabı ‘Bir Kış Gecesi Misafiri’ni konuştuk.

Yazan:
Time Out İstanbul editörleri
Reklâm

Yazmaya nasıl başladınız? Yazarlık kanınıza girdikten sonra edebiyatla ilişkiniz nasıl devam etti ve gelişti?

Okumayı ve yazmayı seven bir ailede büyüdüm. Hafta sonları babamın çalışma odasından her daim gelen daktilo sesi, çocukluk anılarımın arasında en çok hatırladığım anlardan biri. Gerçek anlamda yazmaya ise yirmili yaşlarımda başladım. Kesin olarak “şöyle başladım” diye bir tanımım yok aslında. O kadar uzun süre okuduktan, biriktirdikten ve karaladıktan sonra kendimi yazarken buldum.

Uzun yıllardır iş dünyasında önemli görevler üstleniyorsunuz. Şu anda Nestlé Purina PetCare’in genel müdürü olarak görev yapmaktasınız. Sadece yazarlığa odaklanmayı hiç düşündünüz mü? Yoksa farklı alanlarda aktif olmak sizi bir yazar olarak besliyor mu?

Zaman zaman düşünüyorum elbette ama her seferinde sizin de dediğiniz gibi diğer alanlardan da beslenmek seçeneği ağır basıyor. Belki sadece para için yaptığım bir işim olsaydı durum farklı olabilirdi ancak çok sevdiğim hayvanlarla ilgili ve sosyal boyutu da olan bir işim olduğu için şimdilik ikisini bir arada götürmeyi tercih ediyorum.

İş hayatınız yoğun geçiyor olmalı. Yazmak için gereken vakti ve enerjiyi nasıl buluyorsunuz? Belirli bir ritüeliniz var mı yazmaya dair? Neler ilham verir size yazım sürecinde?

Kurumsal hayat ve yazarlık bir arada çok zıt kutuplar gibi duruyor. Bu her konsepte yüklediğimiz anlamla ilgili aslında. Kurumsal hayat para, kâr, rekabet odaklıdır; edebiyat ve sanat naiftir, hayalperesttir, özgürdür. Gerçekten öyle mi? Kurumsal hayat hızla değişiyor, birçok şirket yöneticilerine tiyatro sanatçılarından koçluk aldırıyor ya da çalışanlarını hikaye anlatma/hikayeleştirme eğitimlerine gönderiyor. Edebiyatta ise tahmin edemeyeceğiniz kadar para, kâr ve rekabet konuşuluyor çünkü insan her yerde insan ve hiçbir şey sadece siyah ya da beyaz değil. Kurumsal hayatın bir gerçeği var ki bu da beni ne kadar çok beslediği... O hayat sırasında gezip gördüğüm yerlerin, tanıştığım insanların yazarlık için bana sunduğu madeni tahmin bile edemezsiniz. Tek sorun dönem dönem yazmaya ayırdığım vaktin gerçekten sınırlanması ancak yine kurumsal hayatın bana kazandırdığı ‘iyi planlama’ becerileri sayesinde çoğunlukla bu zorluğun üstesinden geliyorum. Yaşam içerisindeki olaylar elbette bana, düşüncelerime ve öykülerime etki ediyor, etmemesi mümkün değil. Özellikle Türkiye gibi bir ülkede, İstanbul gibi bir şehirde yaşıyorsanız günlük gazetelere alıcı gözüyle bakmanız bile bir anda onlarca öykü fikriyle dolup taşmanızı sağlayabilir. Örneğin geçen akşam haberlerde ölmüş anneleri rüyada kendilerine öyle söylediği için evlerinin salonunda yirmi metrelik tünel kazan kardeşlerle ilgili bir haber vardı. İşte bu muhteşem bir öykü malzemesi! Bunun dışında aktif bir çalışma ve şehir hayatının içindeyim. Farklı kesimlerden çok fazla insanla diyalog içindeyim. Elbette bu da hikayelerimi yazarken bana ilham kaynağı oluyor. Tüm bunlara ek olarak hayvanlar, doğa ve bir hikayesi olan nesneler de bana ilham veriyor. 

‘Bir Kış Gecesi Misafiri’ ne anlatıyor? Ne tür kitaplardan hoşlananlar ‘Bir Kış Gecesi Misafiri’ni sever sizce?

Bir Kış Gecesi Misafiri’nde kitaba adını veren uzun öykümde hem Dickensvari bir çizgide ilerlemeye çalıştım hem de olayı ve karakterleri pagan Türklere ve Tanrıça kültüne kadar geri çekerek öyküye yerellik kattım. Öykü birbirinden bağımsız gibi görünen ama örüntülü birçok bölümden oluşuyor. Her bir bölümde günümüz Türkiye’sinde gözlediğimiz, canımızı sıkan birçok şeye serzeniş var. Yani Viktorya edebiyatına saygı duruşunu, günümüz dertleri ile harmanlayarak yapmaya çalıştım diyebiliriz. Kısa öyküler ise türlü insanlık hallerine, anlarına ayna tutuyor. Çocukluk sevdaları, nesneler, sokak köpekleri Misafir’in yanına takılanlar. Kısaca öykü türünü, pagan mistisizmini seven ve psikolojik tahlillere ilgi duyan herkesin bu kitabı da seveceğini düşünüyorum.

Öykü türüne odaklanmayı tercih etmenizin sebepleri neler? Sizi etkileyen yazarlar kimler?

İyi metin hangi türe girerse girsin severim elbette ancak dediğiniz gibi öykünün ayrı bir yeri var. Sanırım hayata daha yakın buluyorum. Hayatın içinde karşılaştığımız insanlara ve onların öykülerine de bazen sadece kısa bir süre ya da bir an için tanık oluruz ve bu bir şeyleri tetikler. Öykü de böyle. Daha uzun, geniş zamana yayılan, farklı kurgusal yapılarda olabilse de öykü genelde okur için daha dar bir pencereyi, kısa bir süreliğine açar ve kapar. Önü, arkası, detayları, görmediklerimizi, bilmediklerimizi tahmin etmek okura kalır ve bu çok ayrı bir lezzet bırakır. Üstelik oyun alanı daha dar olduğu için farklı beceriler gerektirir öykü. Sevgili Neslihan Önderoğlu’nun çok sevdiğim bir benzetmesi var; öykü hata kaldırmayan kumaş gibidir der. O sayfa sayısında, o anda derdini eksiksiz anlatmalıdır yazar. Kimleri sevdiğime ve takip ettiğime gelince... Klasikleri saymayacağım bile. Hepimizin öykü deyince aklına gelen Sait Faik, Vuslat O. Bener ya da Guy de Maupassant tabii ki benim de saygıyla ve severek okuduğum, büyük isimler. Keyif aldığım çağdaş yazarları saymak gerekirse gerçekten geniş bir listem var. Carys Davies, Faruk Duman, Neslihan Önderoğlu ve Claire Keegan, son dönemde başucumda bulunan ve ilk aklıma gelen isimler arasında yer alıyor.

Tavsiye edilen
    İlginizi çekebilecek diğer içerikler
      Reklâm