In The Mood For Love

Banu Bora, kurucu kreatif direktör, Elif Ece Simer, tasarımcı

Markanızın kuruluş hikayesini anlatabilir misiniz? Fikir nasıl ortaya çıktı ve gelişti?

Banu Bora: Markamız bundan yedi yıl önce Rezzan Benardete ile onun Interiors’ta yarattığı dünyanın gardırobunu yaratma vizyonuyla kuruldu. İlk ürünlerimizin payet pijama olması da ev davetleri gardırobuna göndermeydi. Kısa zamanda global alıcılardan talepler gelmeye başladıkça hikaye tam bir kadın markasına doğru evrildi. In The Mood For Love, güçlü, ayakları üzerinde duran, esprili, hayatı dolu dolu yaşarken kadınlığının gücüne sahip çıkan, hayatın her alanında aşkın gücüne inanan bir marka. 

Modayla ilginiz nasıl başladı? Bu sektörde yer almak hayaliniz miydi?

Elif Ece Simer: Modaya olan ilgim, dört-beş yaşlarımda Spice Girls’e olan hayranlığımla başladı. Müziklerinin yanı sıra, her grup üyesinin ayrışan cesur tarzı ve duruşu o yaşlarda, kıyafetlerin yalnızca kıyafet değil, dünyaya karşı bir duruş, tavır ve kimlik arayışı olduğunu algılamamı sağladı. O günlerden beri, moda tasarımcısı olma ve kendimi bu yolda ifade edebilme hayali kurdum.

Markanızı kurmadan önce neler yaptınız?

BB: Ben, Network markasının kuruluşunda yer aldım ve kadın koleksiyonlarını tasarladım. Birçok farklı markayla çalıştım. Boyner’de tasarım direktörlüğü yaptım. İstanbul’un ilk konsept mağazası Midnight Express’in kurucu ortağı olarak mağazacılık yaptım.

Tasarımlarınız nasıl ortaya çıkıyor? Yaratım süreciniz hangi aşamalardan oluşuyor?

EES: Genellikle, temaya karar verip moodboard’u şekillendiriyoruz. Ardından color board’u hazırlayıp hemen lab çalışması yaptırıyoruz. Aynı zamanda, temaya ve renklere uygun baskı tasarımları ve renk varyantlarını çalışıyoruz. Kumaşları renkli ve baskılı görmek bizi motive ediyor, böylece ikinci aşamad silhouette çizimlerine ve range plan’e başlıyoruz. Daha sonra, vakit kaybetmeden prototip çıkarmaya başlıyoruz. Çoğu zaman prototipler üstünde modifikasyonlar yapıyoruz, bu da en eğlenceli kısmı oluyor.

Markanın kurucu ortaklarından Rezzan Benardete, bir iç mimar. In The Mood For Love, Benardete’nin bu alandaki deneyiminde nasıl besleniyor?

BB: Rezzan’ın iç mimar tarafı In The Mood For Love’ı bir lifestyle markası olarak hep güçlendirdi ve besledi. Birbirimizin yaptıklarından ilham alıyoruz ve doğal olarak etkileniyoruz. Biz bu dünyayı iç mimariyle bir bütün olarak görüyoruz.

Kuruluş aşamasında, markanızı kimlerin giymesini hayal ettiniz? In The Mood For Love kadınının stilini nasıl şekillendirdiniz?

BB: Kuruluş aşamasında İstanbul’da yaşayan ve özel gecelerinde In The Mood For Love tasarımlarını giyen ve onunla güzel anılar biriktiren kadınlar hayal ettik hep. Bu, önce etrafımızdaki arkadaşlarımızdı ama şimdi aralarına dünyanın öbür ucundan hiç tanımadığımız In The Mood For Love kadınları eklendi. Bu çok gurur verici. Bizi en çok mutlu eden, bir kadının hayatına neşe, kutlama, aşk katabilmek ve onun gözüne bir ışıltı eklemek.

Markanızı, tasarımlarınızı farklı kılan ve benzerlerinden ayıran nedir? Tasarım felsefenizi nasıl özetlerdiniz?

EES: In The Mood For Love tasarımlarını farklı kılan ilk öge, payeti günlük hayata adapte etme misyonumuz. Tasarım sürecimizde, ofiste giyilebilecek kadar spor casual, ardından bir davete katılabilecek kadar gösterişli tasarımlar olması, markamızı farklı kılıyor. Göz ardı edilemeyecek ikinci bir öge ise, renk seçkimiz. Araştırmalar ve testler sonucu içimize sinen tonları koleksiyona katmamız bizim için çok önemli. Bu bağlamda tasarım felsefemiz, nonchalant ama normları kıran, cesur ancak bağırmayan bir tarz.

Markanın ismine nasıl karar verdiniz?

BB: Wong Kar-Wai’nin filmini izlediğimde çok etkilendim. Aşkın gücü, aşk acısı ve insan doğası hakkında ruhu besleyen pek çok tema içeriyor. Ayrıca filmin sinematografisi, modu ve renk paleti çok ilham verici geldi.

Tasarım sürecinde size neler ilham veriyor, moodboard’larınızda neler oluyor? Hayranlıkla takip ettiğiniz moda tasarımcıları kimler?

EES: Tasarım sürecimizi şekillendiren unsurlar arasında çoğunlukla edebiyat, çağdaş sanat, sinema, teknoloji ve yakın tarih yer alıyor. Bu noktada moodboard’umuz çok zengin görsellerle kurulmuş oluyor. Severek işlerini takip ettiğimiz tasarımcılar arasında ise Phoebe Philo ve Miuccia Prada x Raf Simons ikilisi var.

İşinizle ilgili en çok gurur duyduğunuz an neydi? Nasıl tepkiler alıyorsunuz?

EE: Paris Hilton’ın Berçot Sunset Dress’imizi giydiğini gördüğümde 15 yaşındaki Elif Ece’nin “Vay be,” dediğini duydum.  

Önümüzdeki ilkbahar-yaz sezonunun öne çıkan trendleri neler olacak? Kendi koleksiyonlarınızdan ipucu verebilir misiniz? Okuyucuların hangi parçalara yatırım yapmalarını önerirsiniz?

EE: Tom Ford’un Gucci’de 1990-2005 yılları arasında kreatif direktörlük yaptığı dönem çığır açan ‘Sexual Revolution’ akımı geri gelmeye başladı. Bele oturan ceketler, derin dekolte saten elbise ve gömleklere yatırım yapmakta fayda var. İç giyimin de artık dış giyim gibi giyilmesi bunun yansıması. Ayrıca yine aynı yıllarda Calvin Klein ve Ralph Lauren’ın öncülük ettiği ‘Office Siren’ akımı tekrar geri geliyor.  Bele oturan poplin çizgili gömlekler ve vücuda oturan kalem etekler, ince trikolar göreceğiz. Ayrıca, çerçevesiz numaralı gözlükler, fönlü uzun veya tepeden topuz yapılmış dağınık saçlar bu trendin ana hatları arasında.

Moda sektörüne adım atmaya hayal eden genç girişimcilere ne tavsiye edersiniz?

BB: Moda sektörüne adım atmayı hayal eden genç girişimcilere tavsiyem bu sektörün tasarım, üretim, pazarlama, perakende, satın alma gibi farklı noktalarında çalışarak kendilerini geliştirmeleri. Ancak bu tecrübeler ve bilgiler ışığında bu kadar dinamik bir sektörde rekabet şansları olur diye düşünüyorum.

Markanızın geleceği için neler hayal ediyorsunuz?

BB: Markamızın geleceği için hayalim, global bilinirliği olan, köklü ve arzu edilen bir love brand yaratmak.