Festivallerin ağır topları bir arada

Yurt dışındaki büyük film festivallerinde gösterilen yapımları İstanbul’daki sinema salonlarında takip ettiğimiz sonbahar günlerine hasret kalmıştık. Neyse ki Filmekimi, dört salonda birden gerçekleştirilecek gösterimleriyle yeniden kapıda.

Yazan:
Time Out İstanbul editörleri
Reklâm

Annette

Les Amants du Pont-Neuf / Köprü Üstü Âşıkları’nın yönetmeni Leos Carax, ilk İngilizce filminde Amerikalı müzik grubu Sparks ile çalışarak bir müzikale imza atmış. ‘Müzisyenlerin müzisyeni’ olarak bilinen Sparks biraderler, öncü ve vizyoner sanatçılar olmalarına rağmen bugüne kadar geniş kitlelerce tanınmamış, şu ana kadar planladıkları film projelerinin hepsi suya düşmüştü. Ancak Carax ile kimyaları tutmuş olmalı ki sekiz yıllık bir iş birliğinin ardından, Sparks kardeşlerin kalemi ve Carax’ın kamerası ile bu sıra dışı müzikal çıktı ortaya. Bir komedyen (Adam Driver) ile bir opera sanatçısının (Marion Cotillard) ilişkisini anlatan film, müzikal türünün gerçeküstü yönlerini yüzünüze vuruyor. Türün bir klişesi olan, durup dururken şarkı söylemeye başlayan karakterler bu filmde daha da absürt ortamlarda, daha da teatral tavırlarla şakımayı sürdürüyor. Driver ve Cotillard, bu nedenle yüzmek veya sigara içmek gibi seslerini etkileyebilecek eylemler sırasında şarkı söylemeye alışmak zorunda kalmış. İzleyicileri ikiye bölen, ya nefret edilen ya da sevilen film, son Cannes Film Festivali’nin açılışını yapmıştı.

 

Benedetta

Hollandalı yönetmen Paul Verhoeven, ‘Robocop’ ve ‘Total Recall / Gerçeğe Çağrı’ gibi filmler çektiği Hollywood kariyerini geride bırakalı çok oldu. Artık onunla, 2016 tarihli ‘Elle / O Kadın’ gibi kışkırtıcı dramlar sayesinde buluşuyoruz. ‘Benedetta’ da bu ekolün iddialı örneklerinden biri. Verhoeven’ın tarihi bir kitaptan uyarladığı film, 17. yüzyıl İtalya’sında lezbiyenlikle suçlanan bir rahibeye odaklanıyor. Ancak topluma kafa tutan sıcak bir aşk hikayesi beklemeyin, çünkü söz konusu rahibelerin ilişkisi duygusallıktan ziyade cinselliğe dayanıyor. Verhoeven, Hristiyanlık ve din üzerine söyleyecek pek çok sözü olan, hatta İsa hakkında kitap yazmış bir isim. Kadın cinselliği de ‘Basic Instinct / Temel İçgüdü’den ‘Showgirls’e ve ‘Elle’e, pek çok filminde ön plana çıkardığı bir konu. 82 yaşındaki yönetmen için, kariyeriyle inançlarının kesiştiği bir nokta ‘Benedetta’.

 

‘Dýrið / Lamb’

‘Midsommar / Ritüel’ ve ‘The VVitch: A New-England Folktale’in ardındaki film şirketi A24, korku filmlerinin karakteristiklerini taşıyan tuhaf bir yapımla yine karşımızda. İzlandalı yönetmen Valdimar Jóhannsson, ilk uzun metrajında memleketinin duru doğasında geçen masalsı bir öykü anlatıyor. Şehirden uzaktaki ücra bir çiftlikte yaşayan bir çift, hayatlarındaki boşluğu yeni doğmuş bir kuzuyla dolduruyor. Ancak kuzuyu adeta bir bebekmiş gibi büyütmeleri ve her şey normalmiş gibi davranmaları, bu tatlı hayvana huzursuz edici bir yön katıyor ve hikaye giderek karanlık bir havaya bürünüyor. Jóhannsson senaryoyu, Björk’le yaptığı iş birlikleriyle tanınan İzlandalı ozan Sjón ile kaleme almış. Filmin başrolünde ise Noomi Rapace yer alıyor.

 

Ghahreman / Kahraman

Ahlaki ikilemlerin yönetmeni Asghar Farhadi, ‘Todos lo saben / Herkes Biliyor’ ile yaptığı İspanya çıkarmasının ardından memleketi İran’a dönüyor. Hayatımıza şükretmemizi sağlayan öyküler kaleme alıp sinemaya aktaran Farhadi, hapisten iki günlüğüne çıkan bir adamın dertlerini masaya yatırıyor. Ödeyemediği bir borç yüzünden hapse giren Rahim, borcunu kapatmak için yaptığı planlar işe yaramayınca başka bir fırsatı değerlendiriyor ve aniden bir halk kahramanına dönüşüyor. Tabii ki öykü burada bitmiyor ve işler çetrefilleşiyor; Rahim’in kahraman olmasının ardındaki niyetler, alacaklının hikayesi, toplumun Rahim’e gösterdiği tepkiler gibi ayrıntılarla ‘Ghahreman’ giderek derinleşen bir drama dönüşüyor.

 

‘L’événement / Happening

Fransız yönetmen Audrey Diwan’ın ikinci filmi, Annie Ernaux’nun aynı isimli otobiyografik romanından uyarlanmış. Türkçeye ‘Kürtaj’ adıyla çevrilen roman, Ernaux’nun 60’lar Fransa’sında istenmeyen bir hamilelikten kurtulmaya çalışmasını anlatıyordu. Kürtajın yasa dışı, doğum kontrol haplarının yasak olduğu bir dönemde, hamileliğini sonlandırmak isteyen genç bir kadının öyküsünü izliyoruz. Parlak bir geleceği olan kadın, üniversitedeki başarısını sürdürmeye çalışırken diğer yandan da kürtaj yasağından doğan bir utanç ve çaresizlik hissiyle boğuşuyor. Başroldeki Anamaria Vartolomei, ileride adını daha sık duymamızı sağlayabilecek etkileyici bir performans sergilemiş; yönetmen Diwan ise henüz ikinci filmi olmasına rağmen Venedik Film Festivali’nde Altın Ayı ödülüyle taçlandırılan bir esere imza atmış.

 

Titane

Yönetmeninin ikinci filmi olmasına rağmen çok büyük bir ödül kazanan bir yapım ‘Titane’. Altın Palmiye ödüllü ‘Titane’ın yazarı ve yönetmeni, 2016’da her veganın kabusu olan korku filmi Raw / Çiğ’ ile tanıştığımız Julia Ducournau. Anlatılması güç bir öyküsü var ‘Titane’ın: Ana karakterimiz, çocukken geçirdiği bir kaza nedeniyle kafasına titanyum bir plaka takılan ve bundan sonra otomobillere arzu duymaya başlayan bir kadın. Otomobillere verdiği değeri insan hayatına vermediği için kahramanımızın başına çeşitli dertler açılıyor ve film, bedenlerin değişime uğradığı, daha da gerçeküstü bir yola sapıyor. En yaratıcı kabuslarımızdan bile özgün, yer yer mide bulandırıcı ve akıllardan çıkması zor bir gerilim filmi bekliyor bizi. Cannes’ın büyük ödülü için gerçekten ilginç bir seçim; hatta o kadar ilginç ki jüri başkanı Spike Lee, en son açıklanacak Altın Palmiye sahibini ödül töreninin başında ağzından kaçırınca yönetmen Ducournau bile kazandığına inanamamış ve tören sonuna kadar şaşkınlığını korumuş.

 

Verdens Verste Menneske / Dünyanın En Kötü İnsanı

Norveçli yönetmen Joachim Trier ‘Oslo, August 31st / Oslo, 31 Ağustos’ ile başladığı ve ‘Thelma’ ile devam ettirdiği Oslo üçlemesini, ilginç bir tercih yaparak bu romantik komediyle sonlandırıyor. 20’li yaşlarındaki Julie’nin yaşamından dört seneyi ve aşk hayatını izliyoruz. Trier’nin anlattığı, masalsı bir aşk hikayesinden ziyade kimi zaman romantik kimi zaman da gerçekçi dokunuşları olan bir ilişki günlüğü. Karakterimiz ve sevgilileri filmin adında geçen ‘Dünyanın En Kötü İnsanı’ tanımına uymuyor çünkü Trier hepsine empati kurulabilecek bir açıdan bakıyor. Başroldeki Renate Reinsve, daha önce Trier ile Oslo, August 31st’te çalışmıştı. O filmde tek satırlık bir diyaloğu olmasına rağmen yönetmen Reinsve’deki cevheri görmüş ve Julie rolünü ona emanet etmiş. Trier’nin yüzünü kara çıkarmayan Reinsve, performansıyla Cannes’da En İyi Kadın Oyuncu ödülünü kazandı.

 

8-17 Ekim’de Beyoğlu Sineması, Atlas 1948 Sineması, Kadıköy Sineması ve Citys Nişantaşı’nda. filmekimi.iksv.org

Tavsiye edilen
    İlginizi çekebilecek diğer içerikler
      Reklâm