Kısa filmin büyüsü

‘Parıldayan İncinin Tuhaf Hikayesi’ adlı kısa filmiyle yurt dışında ödüller alan Emir Mavitan ile çalışmalarını konuştuk.

Yazan:
Time Out İstanbul editörleri
Reklâm

Uzun yıllardır reklam ve sinema sektöründesiniz. Neler yaptınız bugüne kadar, hangi işlere imza attınız?

20’li yaşlarımın yarısını ‘Göçebe’ adlı ilk uzun metrajlı sinema filmime verdim diyebilirim. Başladığımda 21 yaşındaydım bittiğinde 25’ime gelmiştim bile. Umut Bayoğlu ile birlikte iki genç sinemacı olarak kafa kafaya verip sinema filmi çekmeyi hayal etmemizle çıktı bu film. Tolstoy’un bir kısa hikayesinden esinlenerek kaleme aldığım distopya/ütopya, kapitalizm/sosyalizm çatışmalarını barındıran bu senaryo, baba ve oğlunun kurak, kum fırtınalarıyla dolu, tükenmiş dünyalarında yaşanacak yeşil bir yuva bulma yolculuğuydu. Kısa film hikayesiyiken uzun metraja dönmüş fakat finansal nedenlerden dolayı filmin yarısını çekip seti durdurmak zorunda kalmıştık. Filmin yarısını kullanarak kestiğimiz ufak bir fragman ile aylarca süren bütçe aramaları da pek başarılı olmamıştı. Fragmanımız tesadüf eseri o dönemin TRT TV filmleri proje müdürünün önüne gelmiş ve kendisi de fragmanı çok sevmişti. Çektiğimiz her şeyi rafa kaldırmamızı projemizi sıfırdan yapmamızı istediler. Teklifi kabul ettik ve iki senelik bir serüvenin daha içinde bulduk kendimizi. ‘Göçebe’, İstanbul Film Festivali’nde Türkiye prömiyerini, Montreal, Kanada’da ise dünya prömiyerini yaptıktan sonra uzun seneler TRT 1’de gösterildi. 2012 yılında MUG Production şirketini kurarak moda dünyasına giriş yaptım ve reklam sektöründe hangi alanda ilerlemem gerektiğine kesinlikle karar vermiş bulundum. Moda filmlerini fantastik, sıra dışı ögelerle birleştirip rüya âlemlerini, paralel evrenleri anlatabileceğimi keşfettim. Türkiye’nin önde gelen en büyük tekstil markalarının çoğuna büyüklü, küçüklü film yaptım diyebilirim. Abdullah Kiğılı için çektiğimiz filmimiz 2 senedir yurt dışında festivalleri gezmeye devam ediyor. 2019 yılında ise MUG Agency’i kurdum. Burada farklı sektörlerden markalara dijital ajans hizmeti sağlıyoruz. 24 kişilik çok tatlı ve işini iyi bilen bir ekibimiz var. En sonunda ise sıra ‘Parıldayan İncinin Tuhaf Hikayesi’ne’ geldi. Kısaca böyle özetleyebilirim.

 

Sinemaya olan ilginiz nasıl başladı? Kendinizi nasıl geliştirdiniz?

Sinema dünyasının beni büyülediği ilk an 7 yaşında ‘Gladiator / Gladyatör’ filmini izlemem olmuştu. sanırım. Lisede fen-matematik okuyan ve babam gibi inşaat mühendisi olmak isteyen bir çocuktum. Üniversite sınavına üç hafta kala bu işin bana göre olmadığına karar verdim ve son anda sinema okuma kararı aldım. Sözel bilgisi neredeyse sıfır olan ben Yeditepe Üniversitesi sinema bölümünü gerçekten ucundan kazanabildim. Akabinde oyunculuk derslerine başladım ve teknik gereklilikleri öğrendim. Lisede çok iyi bir öğrenci olamayan ben, bir şekilde okul birincisi olmuş ve başarı bursu almıştım. Hocalarıma mezun olmadan bir uzun metraj film çekeceğimi söylediğimde sanırım ukalalığımdan ya da hayal gücümün genişliğine şaşırmadıklarından hiç oralı olmamışlardı ve hatta sinirlenmişlerdi bile. Üç sene gibi kısa bir sürede derslerimin hepsini bitirmiş ve onlarca kısa film çekmiştim. Her hafta sonu bir tema yaratırdım ve onu kayda alır, kurgulardım. Okulumun sponsorluğunda ‘Re-Era’ adlı kısa bilim kurgu filmimi çekmiştim. Filmin neredeyse tamamı yeşil perdede geçiyordu ve tüm efektleri yapmak ben ve bir arkadaşıma düşmüştü. Aylarca süren bilgisayar başı çalışmamdan sonra görsel efektlerin nasıl yapıldığına dair neredeyse tüm detaylara hakimdim. Bu sahnelere olan bakış açımı oldukça değiştirdi ve önüme sınırları olmayan bir dünya koydu.

 

Kısa filminiz ‘Parıldayan İncinin Tuhaf Hikayesi’, Caged Bird Design için çektiğiniz kısa metrajlı bir moda filmi. Öncelikle bir moda filmi nedir, bilmeyenler için kısaca açıklayabilir misiniz?

Moda filmleri esasen uzun zamandır var olan bir temayken son zamanlarda epey şekil değiştirdi diyebilirim. Bu ana kadar markaların reklamından ibaretken artık her türlü konuyu işleyebileceğiniz bir janr haline geldi. Moda unsurlarını toplumsal sorunlarla birleştirebildiğiniz, güzelliklerin içindeki tezatlıkları vurgulayabileceğiniz, azınlıkların sorunlarını, farklıların kaybolmasını, sindirilmesini anlatabileceğiniz ve hatta ‘İnci’deki gibi paralel evrenleri konu alabileceğiniz son derece özgür bir alan. Bu temanın önemi dünyada her geçen sene artıyor ve festivalleri de bir o kadar keyifli oluyor. Geleneksel anlatımlar yerini yaratıcılığa bırakıyor ve bunu da moda ögeleri aracılığı ile yapıyor.

 

Seattle International Fashion Film Festival, Sarajevo Fashion Film Festival gibi festivallerden ödüllerle dönen kısa filminiz zaman, mekan, varoluş, gerçeklik gibi derin konulara değiniyor. Bu bilim kurgu soslu öykü nasıl ortaya çıktı?  

Caged Bird Design’ın inci kolyesini farklı bir şekilde tanıtmak için yola çıktık. Paralel evrenler, farklı boyutlar üniversite yıllarında yaptığım ‘Re-Era’ filminden beri hep kafamı kurcalayan konulardı. Bu incinin üzerinden paralel dünyalara bir geçit oluşturabilme fikri böyle ortaya çıktı. Beni tanıyanlar Bodrum’a ve güney coğrafyasına da ne kadar aşık olduğumu bilir. Bu temayı, oranın naifliği ve güzelliğiyle birleştirmem gerekiyordu. Aslında uzun zamanlar hayalini kurduğum unsurların birleşmesinden doğdu bu film. ‘Parıldayan İncinin Tuhaf Hikayesi’ iki genç kız kardeşin vefat eden büyükannelerine, büyülü bir inci vesilesiyle ulaşma hikayesini anlatıyor. Bu inci doğru zaman ve doğru yerde kardeşlerden birinin göz yaşıyla birleştiğinde evrenler arasında bir geçit oluşturuyor ve kız kardeşler, büyük anne ve babalarını bu başka evrende mutlu, hâlâ birbirlerine aşık, dans ederlerken görüyor. İncinin büyüsü birkaç saniye sürüyor ve bu mutluluk imajı hafifçe dağılarak yok oluyor. Sevgi belki de bütün boyutları aşabilecek tek kavram olabilir ve aslında her an bizi hiç bilmediğimiz bir güzellik, bir mucize bekliyor olabilir.

 

Filminizde Almila Ada, Yağmur Ün, Erhan Yazıcoğlu ve Perihan Savaş rol alıyor. Oyuncuları nasıl seçtiniz? Erhan Yazıcoğlu ve Perihan Savaş kadroya nasıl dahil oldu?

Bu konu da benim çok şanslı olduğum kısımlardan biri. Her projemde büyük isimlerle, ustalarla çalıştım neredeyse. ‘Göçebe’de Levent Özdilek, Mehmet Ulay gibi usta sanatçılar vardı. 23 yaşında daha işin başında olan bana öyle sahiplenici davrandılar ki, her zaman örnek olacak bir bakış açısı kattı bana. Yağmur Ün ile daha önce ‘Göçebede çalışmıştık. Rolünü sahiplenmesi ve kendini işine sonuna kadar adaması filmimize farklı bir perspektif kattı. Almila Ada ile ilk defa çalıştık ve kesinlikle son olmamasını isterim. 40 derece sıcağın altında, saatlerce denizin altında elinden gelenin fazlasını yaparak, ona verilen rolü sonuna kadar değerlendirmek için uğraşan bir oyuncu. Filmin dönüm noktası ise Erhan Yazıcıoğlunun projeye katılması oldu. Annemin çok eski dostudur. Biz de bu vesileyle tanıştık. Erhan Yazıcıoğlu projeyi kabul ettikten sonra, telefonunu açtı ve biriyle konuştu. Hemen üzerine bana uzattığı telefonda Perihan Savaş hattın diğer ucundaydı. O da filmde yer almayı kabul etti. Kadro bir anda rüya takımına dönüştü. Perihan Savaş o kadar yoğunluğunun arasında atladı Bodruma geldi. Bize ve projemize güveniyordu, sonuna kadar kendini bize teslim etti. Ustalarımızın bizleri bu şekilde sahiplenmesi ve projelerimize gönülden destek vermeleri biz genç sinemacılar için altın değerinde.

 

Filmin denizde geçen sahneleri harika. Nerede yaptınız çekimleri? Nasıldı çekim süreciniz?

Eğer dünyanın herhangi bir yerinde büyülü bir inci varsa orası kesinlikle ülkemizin güney denizlerinde bir yerdir. Dokusuyla, ışığıyla, renkleriyle cennetten farksız olan coğrafyamız, yurt dışında bu kadar ödüle layık görülmemizin en büyük nedenlerinden biri bence. Filmi Bodrum’da çektik. Üç gün süren çekimlerimizin bir günü tamamen deniz üstünde teknede ve su altında geçti. Almila Ada ve Yağmur Ün neredeyse yarım gün, 35 derece sıcakta suyun altında çekim yapmak durumunda kaldı. Böyle söyleyince çok keyifli geliyordur kulağa eminim ama gerçekten değil. Bir süre sonra gözleriniz kızarıyor, deriniz büzüşüyor, cildiniz suyun altında hızla güneşin etkisiyle yanmaya başlıyor. Perihan Savaş ve Erhan Yazıcıoğlu’nun sahnelerinin olduğu gün ise işimi en keyifle icra ettiğim günlerden biriydi gerçekten. Perihan Savaş yoğun set programının ortasında projemize inanmış ve vakit ayırmıştı. Erhan Yazıcıoğlu o dönem zaten Bodrum’daydı ve ilk günden beri hep bize destek olmuş ve filmi istediğim gibi çekebilmem için elinden ne geliyorsa ortaya koymuştu. Erhan ağabeyin enerjisi ve muzipliği, stresli set günlerinde bir ekibin tam da ihtiyacı olan özelliktir. Güle oynaya çekimlerimizi bitirdik.

 

Size ilham veren yönetmenler kimler? Neden?

Christopher Nolan kesinlikle çok yakından takip edip eserlerini incelediğim bir yönetmen. Popüler kültürü ve atmosfer kullanımını çok iyi harmanlayan bir adam. Dürüst olmak gerekirse, sahne sahne durdurarak hikayeyi nasıl anlattığı, açıları nasıl kullandığını ve duyguları hangi yöntemlerle verdiğini defalarca incelemişimdir. Bir uzay filmini bu kadar duygu barındıran sahnelerle donatmak ve bunu tamamen kurgusal, teori üzerine dayalı bir konuyla beraber yapabilmesi bence takdire şayan. Mike Cahill hem tarz anlamında hem de genç yaşta başarılı projelere imza atmış olmasıyla yakından takip ettiğim bir yönetmen. Guy Ritchie yine tarzını ve hikaye anlatım dilini çok beğendiğim yönetmelerden biri. Wes Anderson her ne kadar yarattığı atmosferler ve karakterler benim tarzımdan çok ayrışsa da bu denli farklı yaklaşımlar sunmasıyla çok saygı duyduğum ve zevkle takip ettiğim yönetmenlerden bir diğeri. Nuri Bilge Ceylan ustamızla bir gün oturup sohbet edebilmenin umudu içerisindeyim. Umarım bir gün onun kadar ülkemizin insanlarını, duygularını, motivasyonlarını anlayıp coğrafyamızı tanıyabiliriz.

 

Bugüne dek birçok reklam kampanyası çektiniz. Bu işler sinema dilinizin oluşmasına nasıl katkıda bulundu?

Aslında tam tersi oldu diyebilirim. İlk projelerim hep filmler oldu. Orada oluşturmaya çalıştığım sinematografik görseller çektiğim reklam kampanyalarına yansıdı. Reklam filmini de sinema filmi gibi çekmeye çalıştım ve bundan sonra da bu şekilde çalışmayı planlıyorum. Geriye dönüp baktığımda da iyi ki böyle olmuş. Filmcilik ruhuna sahip olmak, limitleri zorlamak, en iyi mekanları bulmak için fiziksel gücünüzü sınamak ve belki defalarca başarısız olmak günün sonunda başladığınızdan daha kuvvetli yapıyor sizi.

 

Bundan sonrası için planlarınız ve hayalleriniz neler?

Şu an fantastik/gizem/drama temalı bir roman yazıyorum, yarısındayım. Bitirir bitirmez yayın sürecine geçirirken senaryosunu da kaleme alacağım. Farklı, ilginç ve belki de biraz kafaları karıştıracak bir hikaye. Onu bir dijital platform ortaklığında hayata geçirmek sanırım şu anki en büyük hedeflerimden biri. Bir yandan MUGtv’yi hayata geçiriyoruz. Mart ayında Youtube’da yayın hayatına başlayacak bir eğlence kanalı. Bir sene içerisinde 7 farklı formatımızı hayata geçireceğiz. İkisinin çekimlerine Şubat’ın ilk haftasında başladık.

Hayalim ise her zaman söylediğim gibi vücudum dur artık, yeter diyene kadar film çekmeye devam etmek kesinlikle.

‘Parıldayan İncinin Tuhaf Hikayesi’ni izlemek için: vimeo.com/mugprod/shiningpearl

Tavsiye edilen
    İlginizi çekebilecek diğer içerikler
      Reklâm