Lenin'in çalındığı akşam
Fotoğraf: Sen Ben Lenin

Lenin’in çalındığı akşam ne yapıyordunuz?

Yönetmen Tufan Taştan, gerçek bir olaydan ilham alarak çektiği komik polisiyesi ‘Sen Ben Lenin’i anlatıyor.

Yazan:
Time Out İstanbul editörleri
Reklâm

SSCB’nin yıkılmasının ardından denize atılan bir Lenin heykeli, Karadeniz’i aşmış ve 1994’te Düzce kıyılarına vurmuştu. Lenin’in yeni evi olan Akçakoca’ya turist çekmek amacıyla belediye, heykeli sergilemeyi planlamış; ancak nihayetinde Lenin’in ulu orta bir yere dikilmesinin yanlış olacağına karar verilmişti. Yönetmen Tufan Taştan, işte bu gerçek olaydan ilham aldı ve ‘Bizim Büyük Çaresizliğimiz’ ile tanınan yazar Barış Bıçakçı’yla Lenin heykeline yeni bir son yazdı. Bu paralel evrende heykel, dikileceği günden kısa süre önce çalınıyor ve suçluyu bulmaya çalışan iki polis, Akçakoca halkını sorguluyor. Taştan, ilk uzun metrajında kısıtlı bir alanda geçmesine rağmen son derece sürükleyici bir sorgu odasına davet ediyor bizi. Barış Falay, Saygın Soysal, Nur Sürer, Serkan Keskin, Binnur Kaya ve daha pek çok yetenekli ismi can kulağıyla dinliyor, bu absürt dedektiflik öyküsündeki suçluyu bulmaya çalışıyorsunuz.

‘Sen Ben Lenin’e ilham veren gerçek olayı sinemaya uyarlamayı ilk planladığınızda, aklınızda
başka bir film varmış. Film, bugün bizim izlediğimiz haline nasıl dönüştü?

Bu senaryo, Barış Bıçakçı ile Lenin heykeli hakkında yazdığımız ikinci senaryo. İlk yazdığımız hikayeyi maddi sebeplerle çekemeyince düşük bütçeyle, kısa sürede ve hikayemizden vazgeçmeden bu filmi çekebilme arayışına girdik. İlk senaryonun bittiği yerden yeni bir hikaye kurduk ve ortaya bu senaryo çıktı. İlk çekmeyi planladığımız senaryo, heykelin gelmesiyle başlayan, tanınması ve dikilmesiyle devam eden, çalınmasıyla son bulan bir kasaba filmiydi. Çok mekanlı ve büyük bütçeli bir işti. Onu bir şekilde hayata geçiremeyince yeniden yazmaya başladık, bittiği yerden bambaşka bir kurguyla ve hikayeyle bu senaryoyu
yazdık. Sinema yapabilmek için elimizdeki en büyük güç kalemimizdi. Biz de onu kullandık hayalimizin gerçek olması için, aslolan derdimizi anlatmaktı.

Gördüğümüz karakterlerin ne kadarı izleyemediğimiz o filme ait?

Aslında polisler hariç hepsi. Hepsi ilk senaryodaki kasabada yaşıyordu, ayrı ayrı hikayeleri vardı. Biz sadece onları bir mekana toplayıp sorguya çekerek senaryoyu yeniden yazdık. Hepsini eski senaryoda çok yakından tanımıştık, beş yılı aşkın süredir bizimle aynı masaya
oturan karakterlerdi.

Barış Bıçakçı’yla daha önce de birlikte çalışmış, bir öyküsünü kısa filme uyarlamıştınız. Bu filmi yazma süreci nasıl gelişti?

Barış ile bu sürece 2015’in Kasım ayında başladık. Önce ilk senaryoyu, sonra da çektiğimiz bu senaryoyu yazdık. Bu sürece bir de kısa film sıkıştırıp ‘Söz Uçar’ı çektik. Aslına bakarsanız ‘Söz Uçar’da Barış ve oyuncu arkadaşlarımızla yarattığımız sinerji sayesinde bu film ortaya çıktı. ‘Söz Uçar’daki kolektif süreç bize cesaret verdi. Dayanışma içinde olursak derdimizi anlatabileceğimize inandık. Barış’ın bana yoldaş olmasının yanı sıra onun edebiyatçı kimliğiyle çalışmak ve senaryo yaratmak, bir yönetmen olarak benim için paha biçilmez bir deneyim. Sinemada da aslolanın hikaye olduğunu düşünenlerdenim. Bu nedenle
Barış ile bu senaryoyu yazmak çok öğreticiydi. Sadece senaryoyu yazmakla da sınırlı kalmasın tanımlamam, bu filmin ön hazırlığından yapım sürecine, çekim aşmalarından post prodüksiyonuna kadar hep yanımda oldu.

Karakterlerinizi yaratırken nelerden ilham aldınız? Akçakoca’yı ziyaret edip gördüğünüz şeylerden beslendiniz mi?

Aslında Akçakoca’yı ziyaret ettik fakat bunun için senaryonun bitmesini bekledik. Bizim kurduğumuz kurmaca karakterlerle gerçeklerin ne kadar uyuşup uyuşmadığını görmekistedik. Bir nevi kendimizi test ettik. Elbette birçok benzerlik olduğu gibi farklı olan özellikler de vardı. En temelde amacımız kurmaca bir dünya yaratmaktı, Akçakoca’yı birebir
anlatmak değildi. Filmdeki kasabayı ve karakterleri kurarken Türkiye’nin bir prototipini yaratmak istedik. Akçakoca özelinde olmasa da Türkiye’nin herhangi bir bölgesinde karşımıza çıkabilecek tanıdık hikayeler ve insanlardan etkilendik.

Altın Koza’dan izleyici ödülüyle dönen filminiz, gerçekten de izlemesi kolay, izleyici dostu bir yapım. Bundan sonraki uzun metraj eserlerinizde de genel bir kitleye hitap etmenizi bekleyebilir miyiz?

Çok teşekkür ederim öncelikle. Bir film yaparken elbette biçim ve içerik uyumuna çok dikkat ederim. Fakat bir yandan da benim için belirleyici olan şeylerden biri, annemin yaptığım filmi
izleyebiliyor olmasıdır. En temelde amacımız, yaptığımız filmin daha çok insanla temas etmesi. Sonuç olarak dünyayla derdi olan bir anlatıcı olarak hikayelerimi insanlarla paylaşmak istiyorum. Bu nedenle hep daha çok izlenen ve daha uzun süre yaşayan filmler yapmak,hikayeler anlatmak isterim.

Filmi Edip Cansever’in ‘Mendilimde Kan Sesleri’ şiirinden bestelenen, Seyyal Taner’in seslendirdiği bir parçayla sonlandırma fikri nasıl aklınıza geldi?

Senaryo aşamasındayken aklımızda olan bir fikirdi. Edip Cansever’in bu şiiri bizim filmdeki Ahmet Abi’yi anlatıyor gibiydi. Bu nedenle filmin tek şarkısının bu şiirden yola çıkmasını istedik. Elbette zor bir şey Edip Cansever şiiribestelemek, fakat Barış Diri çok güzel bir beste ortaya çıkardı. Emeği çok değerli bizim için. Seyyal Taner’in dokulu sesiyle buluşunca
da ortaya filmden bağımsız olarak da yaşayabileceğini düşündüğüm bu şarkı çıktı.

‘Sen Ben Lenin, çoğunluğu tek mekanda geçen, metin odaklı bir film. Tiyatro okumuş biri olarak geçmişiniz çekimlerde size nasıl fayda sağladı?

DTCF Tiyatro’da okurken İletişim Fakültesi’nde çift anadal yaptım. Elbette iki farklı disiplinden de besleniyorum. Özellikle oyuncu yönetimi konusunda çok faydası oluyor tiyatronun. Oyuncuyla doğru iletişimi çok rahat kurabiliyorsunuz. Metin konusunda ise yazma eyleminin kendisi değerli benim için. Dramatik yapı aslında bütün eserlerde aynı matematiğe sahip. Mesele, sinemanın kendi içindeki biçimi ve tiyatronun içindeki dinamikleri doğru kullanmakta. Sinemanın en büyük gücü benim için bu filmde kurguydu. Bütün hikayeyi kurgunun gücüyle bir masal gibi birbirinden farklı anlatıcılara dağıtarak yapıyı bir koro edasında kurmaya çalıştık.

Peki gerçekleşmemiş filme geri dönmek ister misiniz?

Zor bir soru, zor bir cevap. Belki bir gün çekerim, belki bir deneyim olarak hep küfemde taşırım. Mesele bu filmdeki hikayenin ne kadar karşılığını bulacağıyla ilgili. Eğer istediğimiz sonuçları alırsak Lenin heykeli dışında yeni bir hikaye anlatmak isterim. Barış Bıçakçı ile şu an yeni bir senaryo üstüne de çalışıyoruz. İkinci uzun metraj olarak önce onu çekmek niyetindeyim. Ama rüzgarın bizi nereye savuracağı hiç belli olmaz. Önemli olan hikaye anlatmak.

Tavsiye edilen
    İlginizi çekebilecek diğer içerikler
      Reklâm