Bob Moses

Bob Moses röportajı

Bob Moses’ın ilk albümü ‘Days Gone By’ Eylül’de raflara düştü. Albüm için çıktıkları turnede İstanbul’a uğramadan önce ikiliden Tom Howie’ye bağlandık.

Seda Pekçelen
Yazan:
Seda Pekçelen
Reklâm

Days Gone By’ adlı ilk Bob Moses albümü geçtiğimiz Eylül ayında piyasaya çıktı. Bugünlerde albümün turnesi için yollarda olmalısınız. Nasıl gidiyor?
Şu anda otobüsle Montreal’den Toronto’ya geçiyoruz. Turne muhteşem gidiyor, her performans bir öncekinden daha iyi geçiyor.

Bob Moses projesine başlamadan önce neler yapıyordunuz? Birbirinizi liseden tanıyorsunuz sanırım, yıllar sonra nasıl bir araya geldiniz ve birlikte üretmeye başladınız?
Evet, lisede birlikte sanat dersi almıştık. O zamanlar ikimiz de çok farklı türlerde müziklerle ilgileniyorduk. Bob Moses öncesinde farklı gruplarda çaldık, kendi müziklerimizi ürettik. Bir gün Brooklyn’de bir otoparkta karşılaştık. Meğerse bir senedir ikimizin de aynı mahallede stüdyosu varmış. Yıllardır birbirimizi görmemiştik. Hemen birlikte bir şeyler yapmaya karar verdik, özel bir kimya tutturduğumuz apaçıktı.

Tanımayan biri Bob Moses adını duyduğunda, sizi tek kişilik bir proje sanabilir. Nereden çıktı bu isim?
Arkadaşımız Francis verdi bize bu ismi. Üzerine pek düşünmedik. Şarkılarımızı yayınlarken ve performanslarımızda kullanmaya başladık, öyle kaldı.

House müzikle sıkı fıkı olmayan dinleyicilerin bile kolayca bağ kurabileceği bir albüm ‘Days Gone By’. Vokaller, sözlerin derinliği derken parçalarınızla kulüplerin kapısını aşındıran dinleyici kitlesinin ötesine de ulaşmanız kaçınılmaz. Parçaları yazmaya başladığınızda tam da böyle olmasını mı hayal etmiştiniz?Amacımız elimizden gelenin en iyisini ortaya koymaktı. Albüm öncesinde yayınladığımız EP’lerde sound’umuzu bulabilmek için çok çalıştık, albümü hazırlarken aklımızda yazabileceğimiz en iyi şarkıları yazmak vardı. Birbirlerinden farklı ritimlere sahip parçalar yazmak istiyorduk, sadece dans pistlerini hedeflemedik. Şarkıların art arda dinlendiğinde birbirlerine yakışmaları gerekiyordu, hem evde dinlenebilecek hem de kulüplerde çalınabilecek bir albüm yapmaktı arzumuz.

Albümün kapak görseli de hayli etkileyici. Nasıl çıktı ortaya?
Yakın arkadaşımız olan tasarımcı Joe Mortimer sayesinde.  Aslen bir sanat eserine ait bir görsel, kullanabilmemiz için izin kopardık neyse ki. Tüm artwork’lerimizi Joe yapıyor ve her zaman alternatif olarak birkaç fikir daha yolluyor. Bu görseli gördüğümüz anda kapakta olmasını istediğimizden emindik. Basit, çarpıcı ve aynı zamanda albümün söz-müzik anlamında içeriğini çok iyi özetliyor.

Canlı performanslarınızda bir DJ’in yaptıklarını, bir rock grubunun performansı ile harmanladığınızı söylüyorsunuz. Sahnede elektronik alt yapıyı vokal ve gitar ile desteklediğinizi biliyoruz. Bir röportajınızda sadece gitar kullanarak müzik yapmanın size yetmediğini söylemiştiniz. Organik ve elektronik sound’ları harmanlamak sizi ne şekilde tatmin ediyor?
DJ’lik yaparak çıktık yola. İlk etapta parçalarımızın üzerine vokal yapıyordum ben. Sonra canlı vokaller ve Ableton kullandığımız bir sete dönüştürdük bunu, akabinde gitar ekledik. Jimmy bu turnede keyboard da çalıyor. Performanslarımız bir DJ set gibi akıp gidiyor, parçaları miksliyoruz. Bu akışa albümdeki daha yavaş bir-iki parçayı çalmak için ara verdiğimiz oluyor. İkimiz de geçmişte grup müziği yaptığımız için elektronik ve organik sound’ları harmanlamanın eğlenceli tarafı DJ’lerin hiçbir zaman öykünemeyeceği şekilde canlı müzik icra edebiliyor olmak. Dans müziğinin enerjisini seviyoruz, bir prodüktörün bakış açısıyla elektronik müziğin en heyecan verici tarafı işitsel anlamda sınırları zorlayabilmek. Heyecan verici müzisyenlerin birçoğu da bu tarz işler yapıyor, haliyle onlardan ilham almak kaçınılmaz.

Dans ettirirken hüzünlendiren, elektronik müziğin karanlık, melankolik tarzına yakın duran parçalar yapıyorsunuz. Melankolik tipler misiniz?
İkimiz de neşeli, mutlu insanlarız. Ben Jimmy’ye kıyasla daha melankolik olabiliyorum bazen. Ama şarkı yazmak bizim için katartik bir süreç, sevdiğimiz müziklerin çoğu da karamsar ve melankolik. O nedenle sanırım ortaya çıkardığımız iş de bu tatta oluyor.

Resident Advisor da müziğinizi tanımlarken karamsar ve post-club demiş.
Katılıyorum. Kulüp müziklerinin birçoğundan daha az agresif bir müzik yapıyoruz.

Domino gibi büyük bir plak şirketinin parçası olmak nasıl hissettiriyor?
Muhteşem! Domino’daki herkes harika, birlikte çalıştığımız birçok kişiyle de iyi arkadaş olduk. Çok profesyoneller ama her şeyden önce birer müzik aşığı herkes. Güvenli ellerdeyiz. ‘Büyük’ bir plak şirketi gibi görünse de, ayakları yere basan bir şirket Domino. Bir aile ortamına sahip. Böylece büyük bir plak şirketinden ziyade küçük ve herkesi kucaklayan bir plak şirketinin parçasıymışsınız gibi hissediyorsunuz. Daha iyisi olamazdı.

Tavsiye edilen
    İlginizi çekebilecek diğer içerikler
      Reklâm