Shye Ben Tzur
Shye Ben TzurFotoğraf: Shin Katan

Junun’un esas adamı: Shye Ben Tzur

New York doğumlu, İsrailli bir Musevi hayatının büyük kısmını Hindistan’da sufi müziğini öğrenmeye adıyor, sonra da Junun gibi inanılmaz bir projeyle karşımıza çıkıyor.

Yazan:
Mehmet Ak
Reklâm

Önce Paul Thomas Anderson’ın Hindistan’da bir müzik belgeseli çektiğini duyduk. Ardından işin içinde Radiohead’den Jonny Greenwood’un da olduğunu öğrenince merakımız iyice depreşti. ‘Junun’ (2015) filmi ve aynı isimli albüm tamamlandığında ise esas kahramanın besteci Shye Ben Tzur olduğunu gördük. New York’tan memleketi olan İsrail’e, oradan da Hindistan’a uzanan son derece eksantrik bir macerası var Tzur’un. Sanatçıyı karşımıza alıp çocukluğundan 15 yıl süren Hindistan yıllarına; Doğu-Batı ikiliğinden Filistin meselesine aklımıza ne geldiyse sorduk, kendisi de incelikle yanıtladı.

Hayatını klasik Hint ve Kavvali sufi müziğine adamaya nasıl karar verdin? Bu müziğe dair kültürel bir merak anlaşılabilir fakat sen tüm ömrünü bu işe vakfetmiş durumdasın.
Aslına bakarsan ortada alınan bir karar falan yok. Tamamen içimden geldiği gibi davrandım, bana ilham veren, aşkla sevdiğim bir şeyi takip ettim. Hint müziğini duyduğum anda etkisi altına girdim ve hayatım öngörülemeyecek şekilde değişti. Hindistan’da tanıştığım Güneydoğu Asya sufi kültürüyse kalbime dokundu, müziğe ve hayata olan bakışımı etkiledi. Bunların hiçbiri planlanmış değildi.

İcra ettiğin müzikle ilk karşılaşman nasıl oldu?
Çocukluğumdan itibaren müzikle uğraşıyordum. Hint müziğini ilk kez duymam ise lise yıllarıma denk geliyor. Bir konsere gittiğimi hatırlıyorum. Büyüleyiciydi. Öylesine etkilendim ki bu müziği Hindistan’a gidip ana vatanında öğrenmeliyim diye düşündüm. Sonra da bu isteğimi hayata geçirdim, 15 yıldan fazla zaman geçirdim Hindistan’da. Yetişkin hayatımın büyük bir kısmı orada geçti. İşlerin böyle gelişeceğini tahmin etmemiştim.

Bahsettiğin konserde dinlediğin müzik Kavvali miydi?
Klasik Hint musikisiydi. Aslına bakarsan Hindistan’a ilk gittiğimde neyin ne olduğunu bile bilmiyordum. İnsanlar Hint müziğinden bahsettiklerinde akıllarında basmakalıp bir düşünce oluyor. Ancak Hindistan çok büyük kadim bir ülke, en az Batı formları kadar zengin çok farklı müzik türleri var. Aynı şey Orta Doğu için de geçerli. Her coğrafyanın ve her çağın farklı müzikleri var. Hindistan’ta vakit geçirip farklı yaklaşımlarla karşılaştıkça beni gerçekten cezbeden türlerin de farkına vardım. Kavvali, özellikle de sufi tekke müziği beni esir aldı.

Hindistan öncesinde hayatın nerede geçti?
New York’ta doğdum ama annem ve babam İsrailli. Ben dört yaşındayken İsrail’e taşınma kararı alıyorlar. Çocukluk ve ergenliğimin büyük kısmı İsrail’de geçti.

Müziğe çok erken yaşta başladığını söyledin, hangi türlerle ilgiliydin?
Henüz çok küçük bir çocukken çağdaş batı müziği eğitimi almaya başladım. Ergenliğimde rock gruplarında çaldım. Tel Aviv’de büyümek biraz böyle bir şey, kentte Batı kültürü son derece hâkim. Öte yandan coğrafyadan kaynaklanan çok zengin bir Doğu müziği etkisi de var kaçınılmaz olarak. Batı müziğinden sürekli arayışta olmak gibi güzel bir tavır kapmıştık. Tüm Batı müziği sürekli yeni bir şeyler arıyor, Doğu Batı ayırt etmiyordu. Bu durum benim gözlerimi açtı ve diğer kültürlerle ilgilenmeye başladım.

Doğu ve Batı’nın müziğe yaklaşımı arasında nasıl bir fark var sence?
Özetlemesi çok zor bir ayrım. Hint müziği hakkında konuşmam gerekirse, sürekli bir şeyler icat etmek zorunda değilsin. Belli bir kolektivite var, örneğin bir raga çalıyorsan onu geleneğe en uygun şekilde çalmaya gayret edersin. Geleneğin zenginliği seni hafifletir, herkesi eşit hale getirir. Batı müziğindeyse yaptıklarının altına imza atma geleneği var. Bir tür bireycilik hâkim.

Rock müzisyenlerinin Hindistan ile ilgilenmesi çok da yeni bir şey değil. The Beatles’tan Jeff Buckley’ye hep böyle bir eğilim oldu. Ancak bu ilgi genellikle bir merak düzeyinde kaldı, bu isimlerden hiçbiri bir kavvali albümü kaydetmedi mesela. Junun’daki yol arkadaşlarından biri de Radiohead’den Jonny Greenwood. Nasıl oldu da büyük bir rock grubunun gitaristi böyle bir projeye dahil oldu?
Arkadaşlık ve birbirimizin müziğine olan merakla başladı her şey. Bir gün bir telefon aldım, bir arkadaşım Jonny Greenwood’un müziğimi sevdiğini ve mahsuru yoksa tanışmak istediğini söyledi. Yalnızca tanışmak için bir araya geldik, hiçbir planımız yoktu. Jonny, Radiohead’in dışında son derece yetenekli ve meraklı bir besteci, benim müziğimle de tutkuyla ilgilendi. Sonra Londra’da verdiğimiz bir konserde bize katıldı. Sahnede o kadar iyi vakit geçirdik ki birlikte baştan sona bir albüm yapmaya karar verdik.

Nigel Godrich ve Paul Thomas Anderson hangi aşamada ekibe katıldı?
Steril bir stüdyoya girmektense müziği doğal ortamında kaydetmek istediğimizi fark ettik ve Hindistan’a gitmeye karar verdik. Nigel projeyi duyar duymaz kayıtları yapmak istedi, Paul Thomas Anderson da süreci film haline getirmeyi kabul etti. Ayrıca Jonny’nin eşi de bizimle geldi ve albüm görsellerini hazırladı. Farklı alanlardan sanatçılar olarak bir araya geldik ve herkes işin farklı bir ucundan tuttu. 

Kavvali kültürü İslam’ın heterodoks bir yorumu aslında, müziğin bu yanıyla ilişkiniz nasıl?
Elbette, sufi müziğini spiritüel yanından ayırmak mümkün değil. Kendi adıma tüm peygamberleri ve dinleri seviyorum. Bir sufi tekkesinin en güzel yanı da budur, kapıdan içeri giren kim olursa olsun hoş karşılanır. Bu mesaj, özellikle de İsrail’den gelen bir konuk olarak, beni çok etkiledi. Junun, farklılıkların bir arada olabileceğini gösteren bir proje zaten.

Sufi Hint müziği besteleyen İsrailli bir sanatçısın ve kimi zaman şarkılarını İbranice yazıyorsun. İsrail ve Filistin arasındaki on yıllardır süren çatışma hakkında ne düşünüyorsun?
O kadar acı verici ki... Ben sıradan bir vatandaşım, ne politikacıyım ne de bir yetkim var. Şu anki durum son derece trajik. Böyle olmak zorunda değil, buna inanıyorum. Sonsuza kadar böyle gitmeyecek. Herkesin bir günde bir araya gelip barışacağını düşünecek kadar naif değilim elbette. Ancak iki tarafın insanlarını da tanıyorum, ne kadar fazla ortak noktaları olduğunu biliyorum. İnsanlara olan inancım politik tablonun karamsarlığından daha büyük.

Tavsiye edilen
    İlginizi çekebilecek diğer içerikler
      Reklâm