Asaf Avidan
Asaf Avidan

ASAF AVİDAN KONSERİNE GERİ SAYIM

“Kendi sesimi duymak hayata tutunmamı sağlıyor.”

Yazan:
Time Out İstanbul editörleri
Reklâm

Asaf Avidan uzun bir aranın ardından yeniden İstanbul’a geliyor. Zorlu PSM’deki konseri öncesi sanatçıyla bir araya geldik ve pandemiden kazalara, albümlerden ve yeni projelere uzanan bir söyleşi yapık. Hikmet Demirkol

Hayat hikayenize bakınca, çocukluğunuzu Jamaika, New York ve İsrail gibi farklı kültürlere sahip yerlerde geçirdiğinizi öğrendim. Bunun sanatınıza katkısı tam olarak ne oldu?

Bunun birkaç cevabı var. İlki ve bence daha önemli olanı, diplomat bir ailenin çocuğu olarak büyümek ve farklı kültürleri, fiziksel etnik kökenleri ve ırkları, dinleri ve dilleri deneyimlemekti. Yetişkin olduğunuzda, liberal biriyseniz “Farklılıklar olsa da tüm insanlar eşittir,” diyorsunuz. Ama çocukken bir fark görüp “Farklıyız ama eşitiz,” demezsiniz. Hatta çocukken farklılıkları görmezsiniz. Bu sizin gerçekliğiniz haline gelir. Çocukluğum böyle geçtiği için çok mutluyum çünkü bunun beni politik ve sosyal açıdan olduğum kişiye dönüştürdüğünü hissediyorum. Aynı zamanda sanatsal açıdan zihnimde sınırları olmayan bir dünyada yaşıyorum. Müziğim de farklı türlerin büyük bir karışımı. Bunun nedenlerinden biri ailecek seyahat etmemizdi. Ayrıca annem ve babam 70’li yıllarda tanışıp hayatlarının yaklaşık 10 yılını New York’ta geçirdikleri için, arşivlerindeki albümlerin tamamı 70’li yılların New York’unu yansıtıyordu. 70’ler ve 60’lar rock müziğinin yanı sıra o dönemden ve daha öncesinden birçok caz ve blues albümü de vardı. Büyüme çağında dinlemek için iyi müziklerdi. Yani kendimi ayrıcalıklı hissediyorum. İyi bir müzikal terbiye aldım ya da en azından iyi bir müzikal terbiye olduğunu düşünüyorum. Bir müzik türü seçmenin bir sanatçının palette tek bir renk seçmesi gibi olduğunu fark ettim. Bu maalesef bana hiç mantıklı gelmiyor. Her şeyi sadece mor renkle ifade edemezsiniz. Hayatta başka renklere de ihtiyaç var!

Daha ilk sorudan cevabınızla beni büyülediniz. Peki, böylesine zengin bir çocukluk geçirmiş biri olarak, müzik yapmanızın ardındaki motivasyon kaynağı nedir? Klişe bir şekilde ilham kaynağınızı sormak istemiyorum; daha ziyade müzik yapmaya yönelmenizin asıl sebebini merak ediyorum.

Müzikle uğraşmak bence bir çeşit terapi. Öyle olmasaydı bunu yapmaya başlayacağımı sanmıyorum. Geçmişte müzisyen olmayı hiç planlamamıştım. Gitarı olan bir çocuk değildim. Önce sinema, sonra animasyon okudum ve filmler yaptım, festivallere gittim. 26 yaşıma kadar yaptığım şey buydu. Sonra büyük bir ayrılık yaşadım. Mitolojik bir ayrılık gibiydi. Ve işimi bıraktım. Doğduğum yere, Kudüs’e dönmek için Tel Aviv’den ayrıldım. Hiçbir şeyim yoktu. Aşkımı kaybetmiştim. 25 yaşındayken çok melodramatiktim. O dönem resmen kayboldum diye düşünüyordum. Şarkı söylediğimde, konuşmak için ağzımı açtığımda olan şey havayı içime çekmek ve evreni bedenime almak aslında. Yani evreni aldım ve ses tellerimden dışarı çıkardım. Ve bu döngü devam etti. Kendimi canlı hissetmemi sağlıyor. Eskiden ölümle ilişkili panik ataklar yaşardım. Kendi sesimi duymak beni dengeliyor ve hayata tutunmamı sağlıyor. Yazmak ve söylemek bana hep daha etkili gelmiştir. Film ve animasyon çalışmalarıma kıyasla şarkı üretmek bana daha büyük bir duygusal derinlik kattı. Aklıma hep ‘X-Men’deki Wolverine’in bir sahnesi geliyor. Filmde Wolverine araba kullanırken metal tırnaakları çıktığında yanındaki kız “Acıyor mu?” diye soruyor. Wolverine de “Her seferinde!” diye cevap veriyor. Şarkı üretmek bence böyle bir şey, her seferinde canınız yanıyor. Acılarınızı deşip bir şifa yaratıyorsunuz. 

İstanbul’a ilk gelişiniz değil. Önceki ziyaretlerinizde İstanbul’u gezme fırsatı buldunuz mu?

Yarama parmak bastınız. İşimin en acıklı yanı bu. Birçok ülke geziyorum ve hayalini kurduğum şehirlerde konserler veriyorum; ancak hepsinde nerdeyse üç dört saat boş vaktim oluyor. Onda da yapacak bir şey bulamıyorum. İstanbul’a geçen geldiğimde de öyle oldu. Yine eminim çok az vaktim olacak, sizce üç dört saatliğine nereye gidebilirim?

Boğaz manzarasına karşı bir şeyler yiyip içebilirsiniz. Tarihi yerler gezmeyi seviyorsanız üç dört saatliğine de olsa Sultanahmet bölgesini gezmenizi kesinlikle öneririm.

Mutlaka yapacağım!

One Day / Reckoning Song’ şarkınızın remiksiyle popülerliğiniz arttı. Belki de bu remiks sayesinde tüm dünyada tanınan bir isim oldunuz. Bu durumun izniniz olmadan gerçekleşmesinden ötürü mutlu olmadığınızı ama durumu sonradan kabullendiğinizi okudum. Remikslerde şarkıların özünü kaybettiğini düşündüğünüzü hissettim. Bu konunun detaylarını sizden dinlemek isterim.

Remikslerden pek hoşlanmıyorum. Ama diğer yandan amacını da anlıyorum. Nina Simone’un bir şarkısını seviyor ve kulüp versiyonunu yapmak istiyorsanız, bu anlaşılır bir şey. İnsanlar hem Nina Simone’u zevkle dinlesinler hem de dans edebilsinler diye yapılıyor. Gece hayatı olan biri değilim, danstan da pek anlamıyorum. O yüzden benim için fark etmez. Bu açıdan bakınca bu remikslere ihtiyacım yok. Beni rahatsız eden şey; sırf sanatçıların değil, toplumun da ihtiyaç duyduğunu düşündüğüm iç gözlem ve yaratıcılık düzeyinin içinde yaşadığımız dünyada yavaş yavaş düşmesi. Bize yaratıcılık hakkında bir şeyler öğreten bir yapay zeka devriminden geçiyoruz. ChatGPT, Shakespeare’in sonatlarına dayanan ama Leonard Cohen’in veznini kullanan bir şiir yazabiliyorsa ve bunu oldukça iyi yapıyorsa, muhtemelen iki yılda veya daha kısa sürede bunu harika bir şekilde yapacaktır. Peki, bu durum bize yaratım süreci hakkında ne söylüyor? Farklı şeyleri kopyalayıp bir araya getirmekten ve remiks yapmaktan mı ibaret? Büyüme çağımda Bob Marley, Nina Simone, Dylan ve David Bowie dinledim. Şu anda da radyo dinliyorum. Yani elbette ki müzik ürettiğimde, içime giren her şeyin, tüm girdilerin bir toplamı oluyorum ve sonra çıktı veriyorum. Ama her şey deneyimlerim, korkularım, hayallerim, yeteneksizliğim gibi çok sayıda filtreden geçiyor. Bir Bob Dylan şarkısı yazacağımı söylesem bile, bu benim versiyonum olacak. İstesem de istemesem de yine ortaya çıkan ben olacağım. Remiks farklı. Başka birinin eserini çalıp, orijinalinden daha kısıtlıbir şey yaratmak gibi. Bence bir artı bir eşittir üç yapmanın sakıncası yok. Bu fikri seviyorum. Ama bir artı bir eşittir yarım olduğunda, bu bana mantıklı gelmiyor. Bunun daha kısıtlı bir ürün olduğunu hissediyorum. Benim sorunum da bu. Kendi remiksimle ilgili sorun, dediğiniz gibi başlangıçta benden izin alınmamış olmasıydı. Ardından viral oldu ve önüne geçemedim. Sonra da boşverdim. Kariyerime katkısı oldu. Ama öte yandan, hep söylerim, geçmişe dönüp kendi tarihimi bir şekilde baştan yazabilseydim, o remiks bugün var olmazdı. Bugün kariyerime katkısı olduğunu bilsem de sırf sevmediğim için piyasadan kaldırılsın isterdim.

Cevaplarınız diğer sorularımın da yanıtlarını içeriyor. Elinizde bir şans olsa kariyerinizde neyi değiştirmek isterdiniz diye soracaktım ben de. Bu soruya da yanıt vermiş oldunuz sanırım.

Tabii. Geçmişi değiştirmeye inanan biri değilim. Gerçekten orduda delirmiş bir insanım. 20 yaşımda kanser oldum, birkaç yıl önce kedimi korumaya çalışırken lanet bir kurdun saldırısına uğradım. Hayatımda pek çok dramatik olay oldu. Kişisel olaylar, kalp kırıklıkları, kayıplar… Babam çocukken beni terk etti. Tüm acılara rağmen tek bir şeyi bile değiştirmezdim. Değiştirebileceğim tek şeyin şu anda olduğum kişi olduğuna inanıyorum. Sahip olduğumuz tek şey şu an ve odaklanmamız gereken şey de bu. Bu deneyimlerden herhangi biri olmasaydı tamamen farklı bir insan olurdum. Yani kariyerimde hiçbir şeyi değiştirmezdim. Utanç duyduğum şeyler var mı? İnsanım, tabii ki var. Mükemmel bir dünya yok. Ama dürüst olmak gerekirse, bir makinem olsaydı hiçbir şeyi değiştirmezdim. Kötü deneyimlerin de önemli olduğunu düşünüyorum.

Seneler önce bir grupla birlikte performans sergiliyordunuz. Bir grubun parçası olmak, müzik üretimini nasıl etkiliyor? Kolaylıkları ve zorlukları neler?

Bu biraz karmaşık bir durum çünkü biz aslında hiçbir zaman grup olmadık. Adımız Asaf Avidan & The Mojos olarak geçiyordu. Şarkıları ben yazdım ve besteledim. Her zaman veto hakkım vardı. Şarkıları birlikte düzenledik, birlikte seslendirdik ve hayatımızı birlikte yaşadık. Yani bir sanatçı ve bir grup meleziydik. Düz bir çizgide gitmektense aklımıza estiği gibi ilerlemeyi hep sevdik. O günden bugüne müzik yapma biçimimde hiçbir şey değişmedi. Değişen tek şey; nasıl turneye çıktığım, nasıl kayıt yaptığım gibi detaylar oldu aslında. İşin aslı bunları tek başınıza yapmak bazen çok ama çok zor. Ama tek başına karar vermek bence çok güzel bir şey. Sanırım sanatsal özgürlük, bir grup olarak sorumlulukları paylaşmaktan çok daha önemli bir konu.

Gelelim ICHNOLOGY Solo Tour adlı yeni turnenize. Turnenin adı neden ICHNOLOGY?

Ichnology’yi daha önce ben de bilmiyordum. Sonra bu terimi okudum ve arkeolojiyle ilgili olduğunu öğrendim. Arkeolojik kazılardaki ikincil ipuçlarına dayanan bir terim. Dinozor kemiği bulup “Bir dinozor varmış,” demezsiniz. Küçük ipuçları bulursunuz. Küçük bir ayak izi, duvardaki bir çizik veya bir kehribardaki hava kabarcıkları gibi. Dedektif gibi çıkarım yapmanız, sonuç çıkarmanız, hayal etmeniz ve geçmişe dair fikir yürütmek için farklı noktaları bir araya getirmeniz gerekir. Bunun bir sanatçı olarak yaptığım şeye çok yakın olduğunu düşündüm. Kendi arkeolojik kazımda daha fazla katmana indikçe ve yazdıkça, önceki albümümde bahsettiğim bir şeyi fark ettim: Tonlarca kaotik farklı versiyonum var. Bir olasılık bulutu, hatta parçacık bilimi gibi. Ekolojik bir dedektif olduğumu düşündüm. Oraya iniyorum, kazıyorum, bilinçaltına, benliğe iniyorum ve küçük ipuçları buluyorum. Sanat, genellikle bir yapıya sahip olmayan kaotik duyguların üzerine inşa edilen bir yapı. İyi sanatçıların yaptığı da bu. Üzerine yapı koyması çok zor olan bir şeye yapı kazandırıyorlar. Ardından bir izleyici ya da dinleyici şöyle diyebiliyor: “Ben de böyle hissediyorum, bana bunu gösterdiğiniz için teşekkür ederim.” Bu fikri seviyorum. Küçük ipuçlarını bir araya getirmek ve sonrasını kendi kendime hayal etmek benim için büyük bir keşif oldu.

Röportaj için hazırlanırken 2022 senesinde Akropolis’te verdiğiniz konsere denk geldim ve büyülendim. Bu inanılmaz konserden aklınızda kalanlar neler? O gece seslendirdiğiniz şarkı ya da şarkılardan hangileri sizin için unutulmaz?

‘The Labyrinth Song’ ilk aklıma gelen şarkı. Bu şarkıda Yunan mitolojisinden çok fazla ilham aldım. Bir Akdenizli ve Akdeniz’de büyümüş biri olarak, Akdeniz’in sahip olduğu etkileri düşündüğümde delicesine özel bir şeydi o konser. Böyle bir şarkıyı Atina’da Atinalılara söyleyebilmek çok özeldi. Ama itiraf etmeliyim, en çok keyif aldığım şey sonunda gitar çalmadığım şarkılardı. Konseri izlerken sadece mikrofonla ne kadar eğlendiğimi fark edebilirsiniz. Gerçekten ilk defa sadece gitara ya da piyanoya odaklanmıyorum ve keyif alıyorum. Bir de o geceyi yeniden yaşama şansım olsa ‘A Man Without A Name’i söylediğim anı yeniden yaşamak isterdim. ‘The Labyrinth Song’ gibi o da çok özel bir andı benim için.

Pandemi geride kalsa da özellikle müzisyenler o dönemde büyük yara aldı. Son albümünüz de pandemi döneminde çıkmıştı. Tarihe not düşmek adına sormadan geçmek istemem, pandemiyi nasıl geçirdiniz?

Az önce söylediğim gibi geçmişimde ve kişisel hayatımda yeterince deneyim yaşadım. Aralık 2018’de bir kurt saldırısına uğradım. Elim tamamen parçalandı. Kulağım koptu. Bacağım kanlar içinde kaldı. Ambulanstaydım. Daha önceki bir röportajımda da söylediğim gibi, “Vay canına, yaşıyorum,” diyerek ayıldım. Ya kolumu ya da elimi kesecekler, bir daha asla müzik yapamayacağım diye düşündüğümü hatırlıyorum. Birkaç saniye sonra da “Acaba sırada ne var?” diye düşündüm. Hayatımda her şeyin çok hızlı ve dramatik bir şekilde değişebileceği gerçeğini kabul edecek kadar hazırlıklıyım. Kim olduğum, ne olduğum ve yaşam deneyimim, müzisyen olmam ya da bir kişiyle birlikte olmam gibi tek bir şeye bağlı değil. Bu yüzden pandemi benim için büyük bir darbe oldu. Herkes gibi benim de dünyamı sarstı. Ama yapmayı sevdiğim ve müzisyen olmasaydım da yapabileceğim başka şeyler buldum. Eğer devam etseydi kendimi keşfetmeyi ve muhtemelen müzik yapmayı sürdürürdüm. Müzik endüstrisi pandemiden çok kötü etkilendi. Pek çok insan iflas etti ve iş yerleri kapandı. Ben yaklaşık 10 senedir aralıksız sahnelerdeydim. Tam bir yıl ara verdim, kurt saldırısı olayı oldu ve hemen ardından pandemi başladı. O bir yıllık ara pandemiyle birlikte üç yıla çıktı. O dönemde verdiğim molaya minnettarım. Şu an onun sayesinde ilk kez turneye çıkıyormuş gibi hissediyorum. Heyecanlıyım ve açım. Pandemi sırasında kötü olan tüm bu deneyim, sanırım amacımı güçlendirdi.

Bu güzel röportajı şu sıralar üzerinde çalıştığınız yeni işlere dair ipucu alarak bitirmek isterim. Şu anda farklı şeyler üzerinde çalışıyorum.

Uzun zaman önce bir YouTube projesi olarak başlayan bir iş var. Çalışmalarımın solo yorumlarını yaptığım bir video projesi. Adı ‘In A Box’. Üçüncüsünün çekimlerini yeni bitirdik. Her beş yılda bir yapıyorum. Her şeyi kendisi yapan biri olduğum için bu aralar onun montajıyla, miks ve mastering işleriyle uğraşıyorum. Çok yakında yayınlanacak, onun müjdesini verebilirim. Bir de bugüne dek yapımcılarımın yorumları yüzünden albümlerime girememiş melankolik şarkılarımla ilgili bir projem var. Onları ‘Lost Songs’ ya da ‘Lost Ballads’ adıyla bir albümde toplamaya karar verdim. Tahminen sene sonuna doğru da o çıkmış olacak. Eğer zamanımı iyi kullanabilirsem bu albüm için yapacaklarımı turnedeyken tamamlayacağım. Son olarak şunu ekleyeyim: İstanbul konseri için sabırsızlanıyorum!

23 Eylül, Zorlu PSM Turkcell Sahnesi, 21.30, 550-660 TL

Tavsiye edilen
    İlginizi çekebilecek diğer içerikler
      Reklâm