İş birliğiniz nasıl başladı?
Sean Walker: Karşılıklı hayranlıkla tanıştık. Andrew’nun teknik ustalığı benim görsel dünyamla buluştu. Sohbetlerle, demo paylaşımlarıyla başladı, ardından erken dönem stüdyo oturumlarıyla devam etti. “Ne tür bir müzik yapmak istiyoruz?” sorusunun cevabını birlikte bulduk. Nihayetinde ortak bir vizyon ortaya çıktı: İnsanları gerçekten hissettiren ses manzaraları yaratmak.
Şarkılarınızda uzam ve detay arasında çok hassas bir denge var. “Az daha çoktur” estetiğini stüdyoda nasıl dengeliyorsunuz?
Andrew Grant: Uzun zaman alan bir öğrenme ve pratik sürecinin sonucunda ortaya çıktı. “Az çoktur” mottosuyla yaşıyoruz. Artık her katmanı bir fırça darbesi gibi ele alıyoruz; yerini hak etmesi gerekiyor. Sessizlik de paletimizin büyük bir parçası. Boşluğu doldurmak yerine, onu vurgulamayı tercih ediyoruz. Genellikle bir şarkıdaki pek çok katmanı çıkarıyoruz, ta ki yalnızca o temel ruh hali kalana kadar. Bir şey his uyandırmıyorsa, orada kalmaz.
Şarkılarınız genelde bir melodiyle mi, sözle mi, yoksa bir duygu durumuyla mı başlıyor? Süreci başlatan kıvılcım nedir?
SW: Genelde duyguyla başlıyor. Bazen bir şarkı bir sohbetten ya da gerçek hayattaki bir deneyimden doğuyor, bazen de görsel bir fikre dayanıyor.
Şarkılarınızda vokaller yalnızca sözlerden ibaret değil, adeta birer enstrüman gibi. Prodüksiyon ve düzenlemede vokalleri nasıl ele alıyorsunuz?
AG: İnsan sesi, parçalarımızın duygusal merkezi. Bizim için neredeyse her zaman doğrudan bir ifade ve his aracı. Bu nedenle dünyanın dört bir yanından vokalistlerle çalışıyoruz, tüm kayıtları arşivliyoruz ve doğru zaman geldiğinde onların ifadeleri, sözleri ve armonileriyle bir şeyler yaratıyoruz. Genellikle bir vokal, atmosferik bir arka plan sağlar ve şarkının temel anlatımına dönüşür. ‘Haze’de farklı ülkelerden, farklı kayıt seanslarından vokalistleri dinleyebilirsiniz; hepsi şarkının duygusal havasını belirliyor.
Üretim anlamında tıkandığınızda bu durumla nasıl başa çıkıyorsunuz?
SW: İkimizin de farklı çalışma tarzları var ama zamanla işimizi kısa süreli yoğunluklarla yapıp sonra biraz mesafe koymayı öğrendik. Yürüyüşe çıkarız, film izleriz, yüzeriz ya da sörf yaparız. Cevap genellikle zorlayarak gelmez; kovalamayı bıraktığımızda gelir. Son zamanlarda birlikte yazma kampları yapıyoruz; Avustralya kıyılarında bir ev kiralayıp birkaç gün boyunca güzel bir manzarada, deniz sesi eşliğinde, kapıları açık şekilde merkezi bir çalışma masası kuruyoruz.
Pek çok şarkınız sinematik bir his taşıyor. Film müziği bestelemek ister miydiniz?
AG: Bu konuya çok ilgi duyuyoruz. Şarkılarımız birçok dizi ve reklamda kullanıldığı için çok şanslıyız. Sean üniversitede sinema okudu. Grubu kurarken, şarkıları bir film sahnesi için yazmak istedik. Bu yüzden görsel dünyamız hep man müzikle birlikte var oldu. Sanırım şu ana kadar 10 müzik klibimizi yönettik! Her biri büyük bir sevgi, enerji ve zaman gerektiren işler. Bir film ya da diziye müzik yapmayı çok isteriz!
Müziğiniz oldukça samimi ve katmanlı. Bu atmosferi sahneye nasıl taşıyorsunuz?
SW: Canlı performanslarımızda hedefimiz, izleyiciyi Breathe ruhuna daldırmak. Kendilerini bulabilecekleri ve bırakabilecekleri bir alan sunmak. Sesler ve görseller de bu anlayışla oluşturuldu. Amacımız albümü birebir yeniden üretmek değil; duyguyu büyütmek. Bazen girişleri uzatıyoruz, canlı bas dokular ekliyoruz ya da parçaları en yalın haline indirgiyoruz.
İlk yayınladığınız şarkılara şimdi dönüp baktığınızda, ses, üretim süreci ya da zihinsel yaklaşım açısından en çok neyin değiştiğini fark ediyorsunuz?
SW: Artık daha sabırlıyız. Mükemmelliğe değil, yankı uyandıran etkiye odaklanıyoruz. Sesler daha sade ve amaçlı.
İşlerinizde sürekli hissedilen bir dinginlik ve ölçülülük var. Bu bilinçli bir felsefi tercih mi, yoksa doğal bir eğilim mi?
AG: İkisi de. Biz doğal olarak boşluklara çekiliyoruz. Ölçülü olmakta büyük bir güç var. Gürültülü bir dünyada, bazen en sessiz şey en derin etkiyi yaratır.
Farklı geçmişlerden gelen sanatçılarla iş birlikleri yaptınız. Bu deneyimler size yaratıcı anlamda neler öğretti?
SW: Asla tamamlanmadığımızı. Her iş birliği bize ritim, melodi, hikaye ya da kültürel geçmiş hakkında yeni bir şey gösteriyor. Bu çok alçak gönüllü bir deneyim ve ufkumuzu genişletiyor. İş birliği yaptığımız sanatçıları derinlemesine dinlemek bizim için çok önemli. Her biri kendi kültürel perspektifi ve hikayeleriyle geliyor. Joe Unknown, Falle Nioke, Leisure ekibi gibi sanatçılarla çalışmak bizi hep orijinal rotamızdan hafifçe saptırıyor; bu çok güzel.
‘Grace’ videosu oldukça kişisel ve duygusal. Bu klibin yaratım sürecini ve vermek istediğiniz mesajı paylaşır mısınız?
AG: Aralık 2018’de Sean’ın ikiz kardeşi Tommy, korkunç bir motosiklet kazasından sonra yol kenarında bilinci kapalı halde bulundu. Sean, o gece yoğun bakımda “Tommy uyanmayabilir,” dendiğinde ikizini kaybetme ihtimaliyle yüzleşmek zorunda kaldı. ‘Grace’in klibi Tommy’nin hayatta kalışını, gücünü, kuir kimliğini ve onları seven, destekleyen topluluğu kutluyor. Klipte Tommy, çocukluğunda kendini güvende hissettiği, kimliğini bulduğu ve ailesini keşfettiği Sydney’deki Red Rattler Theatre’da dans ediyor. Aylarca tekerlekli sandalyede kaldıktan sonra tekrar özgürce hareket edebiliyor; kardeşi olarak bunu izlemek inanılmaz bir şey.
Yakın geleceğe dair planlarınız neler?
SW: Şu anda ilk albümümüz ‘For Your Darkest Days’ üzerinde çalışıyoruz. Bu, şimdiye kadar yaptığımız en dürüst iş. Yavaş, sinematik ve duygusal açıdan çırılçıplak. Ama bu sadece bir başlangıç. Bunun etrafında bir dünya kuruyoruz: Daha fazla video klip, etkileyici sahne şovları, dünyanın dört bir yanından hayranlık duyduğumuz sanatçılarla iş birlikleri planlıyoruz. Bu albümün insanların gerçek bir şeye ihtiyaç duyduklarında dönüp geldikleri bir yer olmasını istiyoruz.
Önümüzdeki birkaç yıl içinde grubu nerede görüyorsunuz? Hedefleriniz neler?
AG: Daha önce hiç gitmediğimiz yerlerde konser vermek istiyoruz. Grubu büyütmeye ve duygusal hikaye anlatımı için bir alan yaratmaya devam etmek istiyoruz.
18 Haziran, Zorlu PSM, 21.30, 850 TL