1. Onur Hastürk, Paravan ve Odalık, Kâğıt üzeri Akrilik, Suluboya ve 23K Altın. 2020, Anna Laudel Düsseldorf, Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz
  2. Onur Hastürk, Ademin Cenneten Kovuluşu, 23K Altın Kağıt, 2019, 56 x 77 cm, Anna Laudel Düsseldorf
  3. Onur Hastürk, Kırmızı Kaftanlı Odalık_Odalsique with Red Caftan, Kâğıt üzerine 23K. Altın, Akrilik ve Sulu Boya, 65 x 45 cm, 2019, Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz
  4. Onur Hastürk, 'Asimilasyon' sergisinden, 2020, Anna Laudel Düsseldorf
  5. Onur Hastürk, Mavi Nü No:1, Paspartu üzerine Kesilmiş Mermer Kağıt, 80 x 60 cm, 2020, Anna Laudel Düsseldorf, Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz

Batı sanatı, minyatürle buluşursa…

Anna Laudel bu ay sonuna kadar Mathias Hornung’un ‘Defragmentology’ ve Onur Hastürk’ün ‘Asimilasyon’ başlıklı sergilerini bir araya getiren ‘Echos’ sergisini ağırlıyor. Minyatürü modern batı sanatıyla harmanlayan Onur Hastürk ile çalışmalarını konuştuk.

Yazan:
Time Out İstanbul editörleri
Reklâm

Minyatür sanatına olan ilginiz nasıl başladı? Bu alanda kendinizi nasıl geliştirdiniz?

İnsan ruhunun güzelliğe, kendini ve varoluşu anlamaya müptela olduğunu düşünüyorum. Bu duygular sanatla ya da herhangi bir şekilde yaşamda kendini gerçekleştirmek için yollar arayacaktır. Benim yaşamımda da tüm bu içgüdüsel arayışların karşıma sanatı çıkardığına inanıyorum. Minyatür sanatı, en erken örneklerine 8.yy’da rastladığımız kadim bir sanat pratiği. Kendimi, varoluşu, yaşamı anlamaya ve tanımaya çalıştığım bu hayatta geleneklerle çevrelenmiş bir sanat disiplininde kendi ifade ve özgünlüğümü aramak, küllerinden yeniden doğan Simurg’un sonsuzlukta varoluş mitolojisini anımsatıyor bana. Belki sanat da bizlere bu özgünlüğü ve sonsuzluğu sunacaktır. Lisans eğitimimi ve ardından yüksek lisansımı geleneksel Türk sanatları, minyatür anasanat dalında tamamladım. Türk minyatür sanatının klasik uygulama teknikleriyle aldığım eğitimi, güncel ve kavramsal sanat altyapısıyla destekleyen çalışmalarla sürdürdüğüm bir yol izliyorum.

İslam sanatlarının farklı üretim ve teknik tarzlarını, Henri Matisse ve Andy Warhol’un öncülerinden olduğu modern batı sanatıyla buluşturuyorsunuz. Türk minyatür sanatını modern batı sanatıyla harmanlama fikri nasıl ortaya çıktı?

Sanat, yüzyıllardır Doğu-Batı etkileşimiyle kültürlerarası bir tesirle içinde yaşadığımız çağa ulaşmıştır ve tüm bu etkileşimler içerisinde Matisse ve Warhol gibi öncü sanatçılar, sanata ve sanat anlayışına yön veren yeni dünyalar yaratmışlardır. Ben de sanatta yolumun kesiştiği bu sanatçıların eserleri ve minyatür sanatı arasında ilgimi çeken bağlantıları kendi pratiğimde ifade etmeye çalıştım. Üretim süreçlerim öncesi yoğun okuma ve araştırma kamplarıyla meşgul olurum. Uzun süredir de Doğu-Batı ve geleneksel-çağdaş ikilemleriyle, geçmiş ve günümüz arasında bağ kurmaya, onu anlamaya çalışıyorum. Araştırmalarım esnasında karşılaştığım Matisse’in şu sözleri benim için çok etkileyici: “Doğu minyatürleri, beni benim için mümkün olan duyu algılamalarının bütün biçimlerinin farkına varmamı sağladılar. […] Bu minyatürlerde kullanılan resim türü ile bu sanat büyük ve gerçekten kendine has bir alanı ifade etmektedir. Bu da benim taklitçi resimden kurtulmama yardımcı olmuştur.” Ve Henri Matisse’in 1910 yılında Münih’te, Ernst Kühnel tarafından düzenlenen ‘İslam Sanatının Şaheserleri’ sergisini ziyaretinin ardından söylediği bu sözler çıkış noktamı oluşturdu.

Peki, bu fikri hayata geçirirken ne gibi zorluklarla karşılaştınız?

Geleneksel Türk sanatları üzerine aldığım eğitimde gördüğüm tezhip ve minyatür kurallarına bağlı kalarak bunu çağdaş sanatta nasıl var edebilirim; güncel, toplumsal ve kişisel durumların bende yaratmış olduğu duygu, düşünce ve sorunsallara klasik minyatür tekniğini bozmadan nasıl yeni bir ifade kazandırabilirim diye düşünmekteydim. Şimdiye kadarki uygulamalarımda da sanırım bunun izleri görülmekte. Her şeyden önce klasik uygulama kurallarına, form, malzeme ve felsefesine hakim olmanız gerekiyor ki, bunu sınırlar içinde özgünleştirebilesiniz. Öte yandan bu özgünlüğü -mış gibi yapmadan kendi kişilik süzgecimden geçirerek samimi işler üretmeye çalışıyorum. Bu bağlamda özüne bağlı aynı zamanda da yaşadığım çağın toplumsal ve sanatsal sorunsallarına dokunan çalışmalar meydana getirdiğimi düşünüyorum.

İlk kişisel serginizi Anna Laudel’in Düsseldorf’daki galerisinde açtınız. Anna Laudel ile yollarınız nasıl kesişti? Serginiz nasıl geri dönüşler aldı?

2017 yılında küratörlüğünü Huma Kabakcı ve Mine Küçük’ün yaptığı, ‘Past Meets Present’ sergisiyle Anna Laudel’de sanatseverlerle buluşmamızın ardından galerinin karma sergilemelerinde farklı çalışmalarımla eserlerim görülmeye devam etti. 2019’dan itibaren de temsiliyet süreci başlamış oldu. Avrupa’nın en saygıdeğer müzelerinde Doğu sanatlarına, Türk sanatlarına, İslam sanatlarına ayrılan özel bölümlerde nadide eserler izleyiciyle buluşuyor ve onlara hayranlık ve saygı duyuluyor. ‘Asimilasyon’ adını verdiğim bu ilk kişisel sergimde de Matisse ve Warhol gibi Avrupa ve Amerika’nın önde gelen sanatçılarının eserlerine referanslar veren çalışmaların Doğu ve minyatür sanatı tekniğiyle uygulanması, Avrupalı sanatseverlerin bir hayli dikkatini çekti. Umarım bu ve benzeri sanatsal çalışmalar ötekileştirme ve aidiyet konularındaki ön yargılarımıza dair farkındalık sağlayacaktır.

Mathias Hornung’un da kişisel sergisiyle yer aldığı ‘Echos’ kapsamında sunulacak olan ‘Asimilasyon’ İstanbul’daki ilk kişisel serginiz. Yaşadığınız şehir olan İstanbul’da sergi açmak size neler hissettiriyor?

Bu, kelimelerle tarif edemeyeceğim kadar muhteşem bir duygu ve heyecan.

‘Echos’ta hem Düsseldorf’da gerçekleşen ‘Asimilasyon’ serginizden eserler hem de yeni yapıtlarınız yer alıyor. Bu eski ve yeni eserlerinizin ortaya çıkış sürecini anlatabilir misiniz? Size neler ilham verdi, nasıl bir çalışma süreciniz oldu?

Sergimin ana konsepti Matisse ve Warhol gibi Batı sanatına yön veren sanatçıların çalışmalarına referans vermek etrafında gelişiyor. Matisse’in ‘Odalisque’ resimlerinden bir kısmını Türk minyatür sanatıyla yeniden yorumladım ve Warhol’un ‘A Gold Book’ eseriyle de altın figürlerine referanslar veren çalışmalar ürettim. Güncel sanatta klasik minyatürün görünürlük kazandığı çalışmalar ortaya çıktı. Tüm bu çalışmalar bana yoğun düşünme ve disiplinler arası geçiş fırsatı tanıdı. Üretim sürecime, referans aldığım sanatçıların hayatlarını, eserlerini inceleyerek ve detaylı araştırmalar yaparak başladım. Ardından Doğu’dan Batı’ya uzanan bir kültürlerarası çizgide bu eserlerin zihnimdeki etkileşimini ve bağlarını analiz ettim. Böylece birbirinden farklı zamanlardaki sanatçılar arasındaki o görünmez iplerle eserlerin birbirine nasıl bağlı olduğunu tasvir etmeye çalıştım.

Geçtiğimiz yıllarda, Taner Ceylan’ın küratörlüğünü yaptığı ‘Olimpos Sergileri’nin ilkinde yer almıştınız. Oldukça ilgi gören bu serginin ve Taner Ceylan ile çalışmanın sanatınıza ne gibi katkıları oldu?

Taner Bey’de, sanatçı kimliği ve yaşanmışlıkların nakış nakış işlenerek bir sanat eserine nasıl dönüşebildiğinin sırlarına şahit oldum. Yaşama ve sanata karşı kimlikli duruşu ve her şartta sanat yapma içgüdüsü beni inanılmaz beslemiştir. Tanıştığımız günden bugüne kendisinin atölyesini ziyaret ettiğimde tavsiyelerini not alarak ve işaret ettiği konuları, kitapları, sanatçıları araştırarak ciddi bir kaynakça edinmiş oldum. ‘Olimpos Sergileri’nde Taner Bey sadece küratör olarak değil sanatçı kimliğiyle de eskizden, çerçevelenip mekana yerleştirilmesine kadar her aşamada çalışmamı titizlikle ve derin bir duyguyla sahiplendi. Tüm bu yaşanmışlıklar ve deneyimler benim için muhteşem bir öğreti oldu. 

Karantina süreci çalışma sürecinizi nasıl etkiledi?

Karantina öncesi günlük doğa yürüyüşleri haricinde zamanımın çoğunu atölyemde üreterek ya da araştırma yaparak geçirdiğimi söyleyebilirim. Kısıtlamalar dolayısıyla yürüyüş rutinlerimde zaman zaman boşluğa düşsem de karantina süreci yaşam ve üretim sürecimde ciddi bir değişikliğe sebep olmadı.

‘Echos’ sonrası için planlarınız neler? Sanat yaşamınıza dair en büyük hayaliniz nedir?

Pandemi sebebiyle belirsizlikler içinde geçirdiğimiz zamanlar bana hayata dair umudumu yitirmemeyi ama biz planlar yaparken, hayatın başka planları ve sürprizleri olabileceğini öğretti. Dolayısıyla okumaya, araştırmaya, denemeye devam etmek en güzeli sanırım.  Hayalime gelince, en büyük hayallerimden birinin içindeyim. Önce yurt dışında ve şimdi de yaşadığım şehir olan İstanbul’da, ilk kişisel sergim gerçekleşiyor. Hayallerim her an yenileniyor ama şimdilerde gerçekleşen bu hayallerin keyfini çıkarmak istiyorum.

28 Şubat’a kadar.

annalaudel.gallery

Tavsiye edilen
    İlginizi çekebilecek diğer içerikler
      Reklâm