Çocukların gözünden

Kalyon Kültür’deki ‘bir de buradan bak’ sergisinde 60 çocuğun çektiği 100 fotoğraf var. Sergiye dair merak ettiklerimizi Darkroom projesinin yaratıcısı ve fotoğrafçı Serbest Salih ile küratörler Sinan Eren Erk ve Sezgi Abalı’ya sorduk.

Yazan:
Time Out İstanbul editörleri
Reklâm

Serginin çıkış noktası neydi? Çocukların eserlerini bir araya getiren bir sergi düzenleme fikri nasıl ortaya çıktı?
Sinan Eren Erk Sergi pandemiyle yaşamaya başladığımız ve ilk şoku atlattıktan sonra dışarıdaki sosyal yaşantımıza geri adım attığımız bir dönemde ihtiyacımız olan şeyleri düşünürken şekillenmeye başladı. Her Yerde Sanat Derneği’ni zaten bir süredir özellikle sosyal medya üzerinden takip ediyorduk. Çocuklarla yaptıkları çalışmaların aslında en çok ihtiyacımız olan şeyin, yani umudun en saf ifade şekillerinden biri olduğunu biliyorduk. Bu nedenle yeni sergiyi onlarla gerçekleştirmek istedik. Onlar da bu fikri çok beğendi ve sergi ortaya çıktı.

Sezgi Abalı Mardin’de bulunan, yerli ve mülteci çocuklara sanatsal bir buluşma alanı sunma amacıyla kurulan Her Yerde Sanat Derneği; sirk sanatlarına odaklanan Sirkhane, müzikal çalışmalara odaklanan Müzikhane ve fotoğraf çalışmalarına odaklanan Darkroom, projelerini 2012’den beri sürdürüyor. Fotoğrafçı Serbest Salih tarafından yürütülen Darkroom projesinde, farklı yaşlardan ve yaşantılardan gelen çocuklar, fotoğrafın teorisi ve uygulaması üzerine uzun zamandır düşünüp üretiyorlar. Kişisel olarak da projeyi uzun zamandır takipteydim. İçinde bulunduğumuz süreci çocukların, belki biraz da kendi çocuklarım vasıtasıyla, kapanmanın, eğitimden ve sosyalleşmelerden uzak kalmanın getirdiği tüm zorluklara rağmen; büyüklerden daha kolay ve daha mutlu geçirdiklerini gözlemleme fırsatım oldu. Evde olma, aileyle daha fazla vakit geçirme fırsatını yakalama, bu yönüyle içe dönme halinin onları daha üretken yaptığını birebir gözlemledim. Katılımcı sanatçıların çocuklar olduğu bir sergi kurgulamak, bu yönüyle içinde bulunduğumuz dönemi de düşününce, heyecan verici ve anlamlı oldu benim için.

Serginin küratörlüğünü gerçekleştirirken nasıl bir çalışma süreciniz oldu? Sergiye katılacak çocukları ve eserleri nasıl belirlediniz?
Sinan Küratörler olarak bu sergiyi oluştururken oldukça hassas bir ilişkiyi korumamız gerektiğinin farkındaydık. Çünkü sergide fotoğrafları bulunan çocukların akademik bir sanat eğitimleri yok ve bizden farklı bir yaş kuşağındalar. Dolayısıyla onların bakış açılarını bizim tecrübemizle birleştirirken dengeli bir yapı kurmamız gerekliydi. Aksi takdirde küratörler ön plana çıkabilirdi ve bu da istediğimiz şey değildi. Elbette bu açıdan düşünüldüğünde serginin en zor kısmının fotoğrafları seçmek olduğu ortaya çıkıyor. Bu konuda seçtiğimiz tek şey seçkiyi çocukların yapması oldu. Herkes kendi sergilemek istediği fotoğrafı bize ulaştırdı ve biz de onların arasında ilişki kurarak sergiyi kurgulayabildik.

Sezgi Kendi sözünüz, sesiniz dışındaki sözlerin, seslerin farkına varmak, onları can kucağıyla dinlemek ve sonrasında karşılıklı konuşmaya başlamak... Sinan’la bu projede çalışmaya başlarken, bunlar çıkış noktamızdı. Çocuklara sergi davetini götürürken de, onların seçkisi olan fotoğrafların elimize ulaşmasıyla başlayan metin yazma ve sergiyi tasarlama sürecimizde de, hep bir karşılıklı konuşma hali vardı. Hem iki büyüğün arasında, hem de çocuklarla büyükler arasında gerçekleşen konuşmalardı bunlar. Çocukluğun meraklı, soru sormaktan hiç yorulmayan doğasından esinlenmeye çalıştık bunu yaparken. Çocuklar yaklaşık üç yaşlarından itibaren, kendilerine ve bedenlerine olan meraklarını etraflarında olan biten her şeye yöneltmeye başlıyorlar. Hayatı anlama yolculuklarının çok elzem bir parçası bu merak.  Onların sorularına net cevaplar ile değil de, başka sorularla karşılık vermenin çocuğun zihinsel ve ruhsal gelişimini desteklemek adına değerli bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum. Sergiyi kurgularken de yerleştirirken de, yorulmadan soru soran meraklı çocukları ve kendi çocukluklarımızı aklımızda tutarak hareket ettik hep sanırım.

Sergide yer alan eserler bize çocukların dünyaya bakışına ve deneyimlerine dair neler anlatıyor?
Sinan
Bu sorunun cevabı serginin adına da referansla, nereden baktığınıza göre değişir. Fakat kişisel bir perspektiften baktığımda fotoğraflarda gördüğüm şey özellikle büyük şehirlerde yaşayan, sürekli bir yere geç kalacakmış gibi koşturan, sosyal statü ve parasal zenginliği neredeyse hayat amaçlarından biri haline getirmiş insanların mutluluk kriterlerinin ne kadar karmaşık olduğu. Çünkü çocuklar, özellikle de fotoğrafların çekildiği yerlerdeki her türlü imkanları şehirdekilere göre daha az olanlar, mutluluğu ve umudu bütün bunların dışında bir yerde bulabiliyorlar. Üstelik bu çocukların bazılarının savaş görmüş bir ülkeden kaçıp ülkemize sığındığını düşünürsek hayata dair onlardan öğreneceğimiz çok şey olduğu daha net bir biçimde ortaya çıkıyor. Sergideki fotoğraflar umudun daima bir çıkış yolu yaratabilecek güçte olduğunu ve mutluluğun önce kendimizi tanımamızla ne kadar direkt bir bağlantısı olduğunu gösteriyor. Hiçbiri yetişkinliğin getirdiği hayal kırıklarıyla filtrelenmemiş, geçmişin ve geleceğin farkında olsa da bunun kaygısını taşımayan, içinde bulunduğu anı yaşayabilecek kadar doğal çocukların çektiği, dünyanın çarpıklığına direnen güçlü ve çok samimi fotoğraflar bunlar. Serginin hazırlık sürecinde fotoğraflarla ilk kez karşılaşıp onları inceledikten sonra kendi yetişkinliğimi sorguladığım küçük bir defter tutmaya bile başladım ve sanırım sergi bitene kadar da yazmaya devam edeceğim. Üzerinde çalışırken beni de dönüştürebilen bir serginin oluşumunda rol oynamaktan mutluyum. İnanıyorum ki bu sergi izleyiciler için çok değerli bir deneyim yaratacak.

Sezgi Çocuklar içlerinde bulundukları ‘an’da kalmaya meyillidirler. Geçmişin nostaljisine ve yaşananların hüznüne kapılmadan; geleceği çok önceden kurgulayıp kaygılanmadan, a’da mutlu olmayı çok iyi becerirler. Büyüdükçe başkalarının bizden bekledikleri ve bizim kendimizden beklediklerimiz artar. Mücadele, rekabet gibi duygular da… Başarı ve kazanımların tatmini ve keyfi, daha fazlasına ulaşmanın oburluğunu da getirir sanki. Zaman içinde en çocuksu zaman nedir diye sorsalar, şimdiki zaman derim diye not düşmüştüm defterime sergi üzerine düşünüp çalışırken. Fotoğraf, özellikle de analog fotoğraf, çocukların şimdiki zamanı yaşama becerilerini sergileyebilecekleri sihirli bir alan. Sergide yer alan yaklaşık yüz fotoğrafın tümünde kimyanın büyüsünü görebiliyorsunuz. Dijital teknolojilerle çok erken yaşta haşır neşir olup, ailesinde özel bir merak yoksa, telefonla fotoğraf çekmeyi sıradanlaştırmış günümüz çocuklarının yanında; deklanşöre bastıkları anda, tüm planlamaları doğru yapsalar da, sonucun ne olacağını öngöremeyen, görüntüye ulaşmak için gereken banyo ve baskı aşamalarını sırasıyla öğrenen ve uygulayan, sekiz-on sekiz yaş aralığındaki çocukların fotoğrafları bunlar. Bu anlamda ne tür bir deneyimi yansıtıyor ve yaşatıyorlar diye düşününce; emek vermenin, sebat göstermenin, biricikliğini yitirmeden bir arada olmanın, birbirine özen göstererek yaşamanın, birlikte öğrenmenin, yaratmanın ve zaman içinde ustalaşmanın sabrını ve sihrini barındırıyorlar içlerinde.

Sergide mülteci çocukların da eserleri yer alıyor. Mülteci olma hali çektikleri çocukların karelerine nasıl yansımış? Diğer çocukların fotoğraflarından ne gibi farkları var?
Sinan
Sergi fotoğrafın iyileştirici doğasını çocukların kendilerini ve çevrelerini tanıma süreciyle birleştiriyor. Sergide fotoğrafları yer alan çocukların hiçbiri kendi içlerinde mültecilik temelli bir ayrım gözetmiyor; tam tersine birbirlerine sıkı sıkıya sarılmışlar ve ‘öteki’ kavramından uzak bir topluluk yaratmayı başarmışlar. Bu durum fotoğraflara da yansımış. Hatta hangi çocuğun mülteci olduğunu tahmin etmeye çalışırsanız büyük oranda yanılacağınıza bahse girebilirim. Aslında onların ortaya koyduğu bu birleştirici gücü görünce kendimi sorguluyor ve bizzat mülteci olduğumu düşünmeye başlıyorum.

Eserler Kalyon Kültür’ün farklı odalarında dört ayrı temada sergileniyor. Tema başlıkları neler ve bunları nasıl belirlediniz?
Sinan Sergi bugüne kadar üzerinde defalarca çalışılmış, her defasında farklı şekilde yorumlanmış ve bugün hâlâ üzerinde konuşulan dört kavramı tematik bir perspektifle sunuyor. Bunlar ev, yabancı, ortasında, bir arada. Serginin küratörleri olarak Sezgi ve ben, sanatseverlere farklı okumalar yapabilecekleri kimi önerilerde bulunmak için bu temaları birer referans noktası, deyim yerindeyse birer kerteriz olarak serginin kavramsal çerçevesi içine yerleştirdik. Temalar sergi mekanındaki farklı odalara dağılarak bu alanlarda farklı anlam dünyaları oluşturuyor. İlk üç tema olan ev, ortasında ve yabancı, en sonunda bir arada temalı odada birleşerek bir tür anlam evreni ortaya çıkarıyor. Çocukların evreninde onlar ev sahibi olurken bizler de kendi çocukluğumuzdan aşina olduğumuz ve belki de yitirdiğimiz ya da törpülediğimiz şeylerin peşindeki meraklı kaşiflere dönüşüyoruz. Bu evrende yeni olasılıklarla karşılaşmak ve umudun karşısında heyecan duymak serbest!  

Sezgi Sinan’ın da belirttiği gibi, şimdiye kadar üzerine çok düşünülmüş ve tartışılmış dört kavramı; çocukların ürettiği ve çoğunda yine çocukların olduğu görüntülere farklı zeminlerden bakabilme motivasyonuyla belirledik. Hayat bulduğumuz ve hayata katıldığımız bir mekan olarak ‘ev’, varoluşumuza dair bir his olarak ‘yabancı’, mekan ve zaman gibi etkilerden bağımsız bir hal olarak ‘ortasında’ ve etkileşime dayalı bir varlık gösterme durumu olarak ‘bir arada’… 

Mülteci çocuklara nasıl ulaştınız? Fotoğraf çekmelerini nasıl sağladınız?
Sinan: Her Yerde Sanat Derneği 2012 yılından beri faaliyet gösteriyor. Derneğin projelerinden biri olan Darkroom ise analog fotoğrafçılığa odaklanmış. Projenin yürütücüsü Serbest Salih, Suriye’deki olumsuz koşullardan kaçarak Türkiye’ye sığınmış ve burada bir süre insani yardım kuruluşlarında çalıştıktan sonra fotoğrafçılığa olan ilgisinin peşinden gitmeye karar vererek Her Yerde Sanat Derneği’ne katılmış. Serbest yıllardır Mardin ve çevresindeki çocuklara hem kendi imkanlarıyla hem de uluslararası ve yerel çevrelerden gelen yardımlarla, ücretsiz fotoğraf eğitimi veriyor. Fotoğraf çekmeyi kendisi nasıl öğrendiyse çocuklara da o şekilde öğretiyor. Birkaç hafta süren dersler sırasında onlara fotoğraf makinesinin nasıl çalıştığı, görüntünün filmde nasıl oluştuğu, ışığın nasıl kullanılabileceği gibi teknik bilgiler veriyor. Ardından fotoğraf makinelerini alıp çekimlere başlıyorlar. Aralarında fotoğrafçı olma hevesiyle Darkroom’a giden de var, yeni arkadaşlar edinmek için giden de. Ancak günün sonunda hepsi araladıkları bu yeni dünyanın kapısından heyecanla giriyor ve fotoğraf çekmek tıpkı konuşmak gibi onların ifade biçimlerinden birine dönüşüyor. Dolayısıyla küratörler olarak onların zaten yaptıkları çok kıymetli bir şeyi İstanbul izleyicisine taşımaktan öte bir şey yapmadık.

Fotoğraflarının sergilenmesi çocuklara ve ailelerine neler hissettirdi? Nasıl tepkiler aldınız?
Serbest Salih Hem çocuklar hem de aileleri bu serginin yapılmasına çok sevindiler. Pandemi olmasaydı buraya gelip katılmak istiyorlardı. Bir çocuğa sergideki fotoğrafları gösterdim. Hem hatıra olması hem de ailesine gösterebilmesi için çektiği fotoğrafın bir baskısını istedi. Ben de onun için bir kopya hazırladım. Sergide fotoğrafı olan 13 yaşındaki Yara ise bu serginin yapıldığına, kendisinin ve arkadaşlarının çektiği fotoğrafların sergilendiğine inanamadı. Çocuklara sergi için hazırlanılan kartpostalları da gösterdim, çok beğendiler. 

Çocuklar arasında ileride profesyonel olarak fotoğrafçılıkla ilgilenmeyi düşünenler var mı?
Serbest Çocuklarla hep iletişim halindeyim. Çoğunluğu fotoğraf çekmeye devam ediyor ve fotoğrafçılığı profesyonel olarak sürdürmek istiyor.

Sergi, Her Yerde Sanat Derneği iş birliğiyle gerçekleşiyor. Derneğin neler yaptığından ve yollarınızın nasıl kesiştiğinden söz edebilir misiniz?

Sezgi Her Yerde Sanat Derneği ile, Sirkhane’nin düzenlediği Uçan Halı Festivali ve Darkroom projesinin Instagram hesabı aracılığıyla tanıştık aslında. Din, dil, ırk, uyruk, cinsiyet gözetmeksizin yerli ve mülteci çocuklara yönelik sürdürdükleri çalışmalar, Kalyon Kültür’ün birleştirici, bağdaştırıcı, iyileştirici doğasıyla örtüşüyordu. Bu nedenle birlikte bir sergi yapmak istedik ve ‘bir de buradan bak’ ortaya çıktı. 

Çocukların fotoğraf başta olmak üzere farklı sanat dallarıyla erken yaşta tanışmaları, onların gelişimlerini ve hayata bakışlarını nasıl etkiliyor?
Sinan İnsanın kendini tanıma ve geliştirme sürecinde sanatla kurduğu ilişkinin çok temel bir rolü var. Hatta biraz daha ileri giderek bunun kaçınılmaz olduğunu söyleyebilirim. Sanat zamanla ve mekanla kurduğumuz bağı sorgulatan ve kimliğimizi şekillendiren en önemli kültür unsurlarından da biri. Böyle düşünüldüğünde onunla olan ilişki ne kadar erken başlarsa insanın kendini geliştirebilmesi için de o kadar fazla yol ortaya çıkıyor. Bu tıpkı sergideki çocukların fotoğraf makinesiyle kurduğu ilişkiye benziyor. İçinizde olan hevesi, deneyimle birleştiriyor, potansiyelinizi nasıl kullanabileceğinizi alımlamayla öğreniyorsunuz. Ötekinde bir ben, bende bir öteki olduğunu fark ettikçe de sivri köşeleriniz yumuşamaya başlıyor. Birbirinize batmıyor, tam tersine hep birlikte uyumlanıyorsunuz. Bu nedenle günümüzde dünya çapındaki siyasi ve kültürel sorunlara baktığınızda temelinde hep sanatla olan zayıf bağlar görürsünüz.

‘bir de buradan bak’ sergisi dışında bugüne dek neler yaptınız? Hangi sergilerin küratörlüğünü üstlendiniz? Bundan sonrası için planlarınız neler?
Sinan Üniversite sonrasında yüksek lisans öğrenimimi küratörlük ve görsel sanatlar alanında yaptım. 2013 yılındaki mezuniyetimden sonra da hem Türkiye’de hem de yurt dışında sergilerde ve Documenta, İstanbul Bienali, İstanbul Tasarım Bienali gibi çoğunluğu çağdaş sanat alanındaki organizasyonlarda küratoryal görevler üstlendim, farklı mecralarda yazılar yayımladım ve konuşmalar yaptım. Aynı zamanda Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Birliği AICA’nın Türkiye şubesinin üyesiyim ve bu dönem yönetim kurulunda görev yapıyorum. Son iki yıl içinde yer aldığım projelerin öne çıkanları arasında 16. İstanbul Bienali’nin paralel etkinlikleri kapsamında Artam Antik Palace’ta düzenlenen ‘Çarşamba Topluluğu. Meret O.’nun Koltuğu’ ve 2018’de Dünya Sanat Günü etkinlikleri kapsamında gerçekleştirilen ‘Yavaş Yavaş Yaşama Döner Gibi’ sergilerini sayabilirim. Bundan sonra da hem küratör hem de yazar olarak çalışmalarıma devam etmek niyetindeyim. Üzerinde çalıştığım şeyler de var ancak pandemi nedeniyle şimdiden gelecekle ilgili somut planlar yapmanın yanıltıcı olabileceğini düşünüyorum.

Sezgi Lisansımı İngiliz dili ve edebiyatı bölümünde tamamladım. Ardından kültür sanat yönetimi alanında yüksek lisans yaptım. Güzel sanatlar fakültesinde uzun zaman ders verdikten sonra, bağımsız bir sanat inisiyatifinin eş kuruculuğunu ve direktörlüğünü üstlendim. Bu yapı içerisinde, uluslararası bir konuk sanatçı programının yanı sıra galeri ve atölye mekanlarının da yürütücülerinden oldum. Farklı ülkelerden ve disiplinlerden sanatçı, küratör, yazar ve teorisyenlerle sergiler, kültür sanat konuşmaları, atölye ve etkinlikler gerçekleştirdim. Ülkemizde, özellikle kültür sanat alanında mesleki sınırlar çok keskin. Kim olduğumuzu, neleri yaparken iyi hissettiğimizi, üniversite mezuniyetimizin sonrasında anlıyoruz çoğumuz. Bu anlamda bundan sonrası için planlarıma dair söyleyebileceğim, merak duygumu yitirmeden, bir hezârfen (bin ilimli) olabilmenin önemini hep akılda tutarak yoluma devam edeceğim olur sanırım.

Pandemi ve önlemler, işlerinizi ve sanat dünyasını nasıl etkiledi? Bundan sonrası için öngörüleriniz neler?
Sinan İlginç bir süreçten geçiyoruz, tüm dünya bir virüse karşı. Bilinen evrendeki en akıllı canlı olduğumuz fikrinin nasıl büyük bir kibirlenme olduğunu, kendi türümüzün soyunu yine kendi ellerimizle yok etmeye ne kadar yaklaştığımızı ve şimdilerde suyu sıkılarak basite indirgenen tüm distopyaların aslında ne kadar gerçekçi bir temele dayandığını görüyoruz. Üstelik bu durumun ne kadar süreceğine dair de bana göre çok gerçekçi öngörüler yok. Bu durum şüphesiz kültür sanat ortamını da hissedilir biçimde etkiledi. Küresel çaptaki birçok etkinlik iptal edildi veya ertelendi. Yerel ölçekteki galeriler ve müzeler ya giderek daha sıkı önlemler alıyor ya da bir süreliğine kapanıyor. İçinde bulunduğumuz ortam başta sanatçılar ve sanatseverler, sonrasında da galericiler, koleksiyonerler, küratörler ve eleştirmenler için oldukça dezavantajlı görünüyor. Yine de önemli olan ve belki de yapabileceğimiz tek şey, mesajı doğru almaya uğraşmak ve iyi bir gelecek için çalışmak. Bu serginin filizlendirmeyi amaçladığı umudun bir dalı da bu aslında.

www.kalyonkultur.org

‘bir de buradan bak’ 1 Nisan’a kadar Kalyon Kültür'de ziyaretçilerini bekliyor.

Meşrutiyet Mahallesi, Rumeli Caddesi, Taş Konak 6B, Şişli.

Tavsiye edilen
    İlginizi çekebilecek diğer içerikler
      Reklâm