1. MOROCCO. Fez. Mausoleum of Moulay Idriss where the poor gather. 1984.
    Bruno BarbeyMOROCCO. Fez. Mausoleum of Moulay Idriss where the poor gather. 1984.
  2. MOROCCO. Marrakech. 1995. Berber women during a festival celebrating Berber culture.
    Bruno BarbeyMOROCCO. Marrakech. 1995. Berber women during a festival celebrating Berber culture.
  3. MOROCCO. Sale, near Rabat. Old inhabited fort. 1972.
    Bruno BarbeyMOROCCO. Sale, near Rabat. Old inhabited fort. 1972.
  4. MOROCCO. Meknes. Moulay Ismael Mausoleum (Muslim shrine). 1985.
    Bruno BarbeyMOROCCO. Meknes. Moulay Ismael Mausoleum (Muslim shrine). 1985.
  5. MOROCCO. Town of Essaouira. 1985.
    Bruno BarbeyMOROCCO. Town of Essaouira. 1985.
  6. MOROCCO. Fez. Moulay Idriss. Courtyard of the Zaouiya. 1983.
    Bruno BarbeyMOROCCO. Fez. Moulay Idriss. Courtyard of the Zaouiya. 1983.

Bruno Barbey: "My Morocco"

Fas'a has renkler; Bomontiada’daki Leica Galeri, yaşamı boyunca beş kıtayı gezerek fotoğraflar çeken Bruno Barbey’i ağırlıyor. ‘My Morocco’ sergisinde, Barbey’in objektifinden Fas kültürüne ve coğrafyasına bakmaya davetlisiniz.

Yazan:
Nadir Sönmez
Reklâm

Fas’ta ömrünüzün ilk yıllarını geçirmişsiniz. O dönemden aklınızda kalan en önemli ayrıntılar neler?

Fas’ta 12 yaşıma kadar yaşadım. Fas’ın kokuları, ışığı ve sesiydi bende kalan. Baharatların kokusu mesela. Ayrıca orada çok güzel bir ışık vardır; Matisse ve Delacroix gibi ressamların Fas’ta vakit geçirmiş olması tesadüf değil. Mimarisi de çok özeldir. İnsanın çocukluğunun geçtiği yerlerle özel bir bağı oluyor. Akdeniz ülkesi olduğu için Fas’ta insanlar çok misafirperver, ilişkiler kolay ve güzel bir biçimde gelişiyor.

‘My Morocco’ serginizde yer alan fotoğrafları ne zaman ve hangi koşullarda çektiniz? Bu serüveninizde aklınızda yer etmiş anıları dinlemek isteriz.

Küçükken ayrılmamın ertesinde, Fas’a 1972’de geri döndüm. O gidişimde çektiğim birkaç fotoğraf sergide yer alıyor. 1972-2002 arasında neredeyse her yıl birkaç hafta Fas’a gitmeye devam ettim ve birçok fotoğraf kitabı yayımladım. Fes, bir kitap oluşturmak için ziyaret ettiğim şehirlerden biri. Orada toplamda yedi-sekiz ay geçirdim. İslam şehirleri arasında gördüklerimin en güzeli. Trafik olmayan bir şehir, herkes yaya. Benim için olağanüstü bir yer. Yazar Tahar Ben Jelloun’un metinleri de kitabıma eşlik etti. Fas’a dair diğer kitaplarımda da yazarlarla çalıştım. Bir kitap oluşturma isteği, çalışacağınız coğrafya ile ilgili araştırma yapmanıza vesile oluyor. Bugün Fas’a gitmeyeli birkaç sene oluyor. Şu an turistik anlamda hayli ilgi görüyor, dolayısıyla orada yaşayan insanlar da fotoğraflarının çekilmesine karşı isteksizleşiyorlar.

Renklerle ilişkiniz nasıl? Fas’ın yapılarındaki, kıyafetlerindeki ve coğrafyasındaki renk çeşitliliği sizin için ne ifade ediyor? Bu renkleri tanımlayabilir misiniz?

Fas’ın ressamları, fotoğrafçıları ve sinemacıları cezbetmesinin sebeplerinden biri renkleri. Mimaride kil kullanılıyor. Küçük köylere gittiğinizde renklerin doğayla büyük bir harmoni içinde olduğunu görürsünüz çünkü yapıları oluşturan maddeler de doğaya aittir. Kap kacaklar ve halılarındaki renkler de çok ilginç. Cami mimarilerindeki mozaikler çok etkileyici. Zanaat, mimari ve manzaralar birlikte düşünüldüğünde çok güzel renk paletleri ortaya çıkıyor. Işığı da çok kendine has. Mesela Matisse’in Fas’ta yaşadıktan sonra vizyonunun ve paletindeki renklerin değiştiği söylenir.

Fotoğraflarını çektiğiniz insanlarla etkileşiminiz nasıl? Başkalarıyla kurduğunuz ilişkiler işinizi nasıl etkiliyor?

Birçok büyük fotoğrafçı insanı kompozisyonlarına hiç dahil etmez. Benim fotoğraflarımın çoğunda ise insan vardır. Portre çalıştığım seferler haricinde de insanı doğal haliyle çekmeyi severim. İnsanlardan fotoğraflarını çekmek için izin istediğinizde dahi doğallıklarını yitirebilirler. Bir fotoğrafçı olarak sezgileriniz çok önemli. Dışarıdayken etrafıma bakarken kimin ilginç bir fotoğraf verebileceğini, hareketlerini önceden hesaplayarak hissederim. Her yüz seferden birinde sonuç iyi olur. Hayatı manipüle etmeden, olduğu gibi görüntülemeyi seviyorum.

Bir manzaranın ya da insan grubunun fotoğrafını çekmeye nasıl karar veriyorsunuz? Doğal olarak meydana gelmiş mizansenleri mi fotoğraflıyorsunuz yoksa fotoğrafın hikayesini kendiniz mi kurguluyorsunuz?

Gördüklerime müdahale etmiyorum. Göze hoş gelen bir kompozisyon yakalamam önemli. Tabii, içerdiği detaylar da kararımda rol oynuyor. Hayatı yaşarken hangi görüntünün iyi bir fotoğrafa dönüşebileceğini fark edebilmek, görsel bir yetkinlik gerektiriyor. Bugünkü teknolojiyle herkes teknik açıdan iyi fotoğraflar çekebilir. Kompozisyon duyarlılığı ise başka bir konu.

Fas mimarisi fotoğraflarınız için size nasıl olanaklar sundu?

Eski şehirlerin kendine has bir dokusu var. Kerpiçten duvarların doğal malzemesinin yarattığı bir görsellik söz konusu, sergideki bazı fotoğraflarda da bunu görebilirsiniz. Sepicilikle uğraşanları çektim, yüzyıllardır aynı teknikle hazırladıkları hayvan derilerini yine yüzyıllardır aynı şekilde korunan duvarların üzerine yayıyorlar. İstanbul’daki vaktimin bir kısmını da Eyüp Camii’nin etrafında geçireceğim örneğin.

Leica Galeri hakkında ne düşünüyorsunuz?

Ara Güler çok yakın arkadaşımdı. Aylar önce, Ara Güler Vakfı’nı ziyaret etmek için geldiğimde görmüştüm Leica Galeri’yi ve benim için güzel bir sürpriz olmuştu. Bomontiada’nın şehirde yeni bir toplanma yeri olduğunu fark ettim ve burada bir sergimin olması düşüncesi beni heyecanlandırdı. İstanbul’a dönmek için de güzel bir sebep oldu.

Fotoğraf çektiğiniz ülkelerin siyasal atmosferi eserlerinize nasıl yansıyor?

Çin’de yaptığım 45 senelik bir çalışmanın sonucunda hazırladığım 500 sayfalık bir kitap yayımlayacağım. Geçtiğimiz 10 yıl boyunca Çin’de birçok sergim açıldı. Çin’de sansür gittikçe artıyor. Dört ay önce büyük retrospektif sergimin açılışına bir gün kala, Kültür Bakanlığı’nın onayı gelmediği için serginin duyurulamayacağını bildiren bir telefon aldım. O gece, yerel otoriteler altı adet fotoğrafın sergiden çıkarılmasına karar verdi ve ardından sergi onaylandı. İzin verilmeyen fotoğraflar arasında öğrenci protestosu görüntüleri ve büyük devlet liderleri vardı. Türkiye’de de bazı tanıdığım arkadaşlarım ülkeden ayrılma ihtiyacı hissettiler. Öte yandan pragmatik olmayı başarmak gerekiyor, İstanbul’u fotoğraflayacağım projeler üzerinde çalışıyorum.

Magnum Fotoğraf Ajansı kariyeriniz açısından ne temsil ediyor? Kurumun fotoğrafçılık dünyasındaki anlamı nedir?

50 sene önce Magnum Fotoğraf Ajansı’na katıldığım dönemle bugün arasında çok önemli farklar var. O zamanlar, fotoğrafçıların çalışma sürecinde büyük bir ortaklık söz konusuydu ve merkezde insan vardı. Şimdi birçok yeni yaklaşım doğdu. Bu bir anlamıyla zenginleşme ifade ediyor, öte yandan yeni soruları beraberinde getiriyor. Fotoğraf dünyası çok değişti. Benim jenerasyonum fotoğraf yayımcılığının ve fotoğraf gazeteciliğinin altın çağını yaşadı. Meslektaşlarım hem senelere yayılan kişisel projeler sürdürdü, hem de ülkelerin önemli tarihsel gelişmelerini fotoğrafladı. Bu çalışmalar çok önemli dergilerde yer alırdı ancak zamanla bu dergiler yok oldu. Televizyon ve internetin ortaya çıkmasından fotoğraf sanatı da etkilendi. Fotoğraf yayımlamak yeterli bir gelir kaynağı olmayınca, fotoğrafçılığı öğretmek yaygınlaştı. Günümüzde fotoğrafçılar için bir çözüm, galeri ve kurumlara fotoğraflarının edisyonlarını satmak.

Teknolojik gelişmeler fotoğraf makinesi seçiminizi ve sanatınızı nasıl etkiliyor?

15 senedir dijital fotoğraf makineleri ile çalışıyorum. Artık tüm profesyoneller dijitalin teknik kalitesinin daha üstün olduğunu kabul ediyor. Teknik kolaylık sanatsal özgürlüğü de artırıyor çünkü eskiden yapmak zorunda olduğumuz ayarlar ve kontrollere artık gerek kalmadı. Bu da bize zaman kazandırıyor ve kompozisyona odaklanmamızı kolaylaştırıyor. Şimdiki nesle çok olağan gelen şeyler, belki benim yaşımdakiler için çok daha etkileyicidir. Karanlıkta ya da az ışıkta flaşsız çekim yapabilmek gibi.

25 Mayıs’a kadar, Leica Galeri, www.leicaturkiye.com/galeri/

Tavsiye edilen
    İlginizi çekebilecek diğer içerikler
      Reklâm