1. Esra Özdoğan_Aile Albümü no 5_Family Album no_5_2016
  2. Hasan Deniz_Hasan Deniz Huzurlu Bahçe_İsimsiz Tranquil Garden_Untitled 2014
  3. Flu_120x96cm_©JeeYoung Lee
  4. Rosa Muñoz_Gelecekten Manzaralar1_Paisajes del Futuro 1_2010

Fotoğraflar ve ötesi

Fotoğraf sanatıyla hasret gidermemizi sağlayan ve disiplinlerarası bir diyalog ortamı sunan 212 Photography İstanbul başlıyor. Festivalde eserlerini göreceğimiz birkaç sanatçıya merak ettiklerimizi sorduk.

Yazan:
Time Out İstanbul editörleri
Reklâm

212 Photography İstanbul bir kez daha şehrin dört bir yanını müthiş fotoğraflarla donatıyor. Bu yıl festival mekanları arasında Bomontiada, Sıraevler No: 37-39, Zülfaris Karaköy, Tarihi Hüsrev Kethüda Hamamı, Yeldeğirmeni Sanat Merkezi ve Müze Gazhane var. 10 gün sürecek etkinlikte fotoğraf sergilerinin yanı sıra panel, atölye, film gösterimleri ve deneyim alanları da sizleri bekliyor. 212 Photography İstanbul’un dördüncü edisyonu olan bu etkinliğe katılacak fotoğrafçılar arasında Christian Tagliavini, Dirk Dallas, Esra Özdoğan, Hasan Deniz, Helena Blomqvist, JeeYoung Lee, Jonas Bendiksen, Levon Biss, Rosa Muñoz, Scarlett Hooft Graafland, Tim Flach ve Thomas Albdorf var. Olimpiyat Oyunları’na ithafen hazırlanan sergide ise David Burnett ve Mine Kasapoğlu’nun objektiflerine yansımış muhteşem kareleri görebileceksiniz. 212 Photography İstanbul, MUBI Türkiye iş birliğiyle festivale özel bir film seçkisi de sunuyor. Bu seçkide aralarında Agnès Varda, Barış Azman, Carl Olsson, Ely Dagher, Heinz Emigholz, Jalil Lespert, Jonas Mekas, Joris Ivens, Juliano Ribeiro Salgado, Karim Aïnouz, Man Ray, Pere Portabella, Wim Wenders’in yer aldığı yönetmenlerin eserleri MUBI’de ücretsiz izlenebilecek. Daha fazla detay için festivalin web sitesine göz atabilirsiniz. Şimdi sizi etkinlikte eserlerine hayran kalacağınız birkaç isimle tanıştıralım.

1-11 Ekim, 212photographyistanbul.com/tr

 

ESRA ÖZDOĞAN

 

Fotoğraf tutkunuz nasıl başladı? 

Korkuyu tutku olarak kabul edersek, ki etmeliyiz, fotoğrafla ilişkim dehşet duygusuyla başladı. Fotoğraf makinesinden ve özellikle stüdyoda fotoğraf çektirmekten o kadar korkardım ki ilkokula başlayana dek tüm vesikalıklarım ağlamaklı. Şimdi hâlâ bunun gayet yerinde bir korku olduğunu düşünüyorum. Fotoğrafa ve makinelere bakışım da pek değişmedi. Dünyayı zamanda kilitleyebilen mekanik bir işlemin gücü benim için bugün bile hâlâ çok ürpertici, aynı ölçüde de büyüleyici ve oyunlu tabii. En düz haliyle fotoğraf birkaç saniye öncesine bakabilmek demek. Dolayısıyla, fotoğrafın icat edildiği dönemde kendi suretini ilk kez gördüğünde dehşetten düşüp bayılan yaşlı teyzelerin tepkisiyle özetlenebilecek bir heyecan benimki. 1800’lü yıllarda tüm dünyada üretilmiş fotoğraf sayısına bugün her iki dakikada ulaşabildiğimiz söyleniyor. Ben yine de bu medyum karşısında, kendi gençliğine dönüp bakabileceğini, çocuklarının çocukluğuna dönüp bakabileceğini idrak eden bu ilk kuşağın heyecanını taşıyorum. Geri dönüşlü bir zaman makinesine binmek gibi. Fotoğrafla yoğun ilişkim de böyle hislerle başladı sanırım. Lisede fotoğraf çekerdim, üniversitede çok kısa bir dönem yine fotoğrafla ilgilendim, sonra uzun yıllar dokunmadım. Yavaştan dijital döneme geçildiğinde oğlum dünyaya gelmişti. Ben de o dönem için basit ama bana göre profesyonel sayılabilecek bir kamera alıp tekrar fotoğraf çekmeye başladım. Yine aynı kaygıyla çektim fotoğraflardı aslında. Anıları kaybetmemek, kendi çocuğuma büyüdüğü zamanın zeitgeist’ını okuyabileceği bir arşiv bırakmak için. Edebiyat okuduğum ve yazı diliyle uğraştığım mesleklerde çalıştığımdan olsa gerek, bir süre sonra, bu arşiv biriktikçe, fotoğrafın diliyle kitapların dilini karşılaştırmaya ve görsel dilin olanaklarını sorgulamaya başladım. Çocukluğumdan beri yazar olma hayali kurmuştum ama bir gün yine bir şey anlatmak istediğimde fotoğrafın dilini yazıya göre daha iyi kullanabildiğimi dehşetle fark ettim. Daha doğrusu oluşturduğum arşivin fotoğraflarına baktığımda derdimi anlatabildiğim o görüntülerin yalın dilinden utanç duymadığımı, tam tersine haz aldığımı keşfettim. Fotoğraf, yazıdan sonra metaforlarında bile büyüklenmeyen, kibirsiz bir dilin olanaklarıyla yazmak gibiydi benim için. Bu keşiften sonra da çektiğim anı fotoğraflarını bazen basit kurgular ve düzenlemelerle oluşturmaya başladım. İlerledikçe teknik becerilerimin eksik kalabileceğini düşünerek Marmara Üniversitesi’nin fotoğraf bölümünde yüksek lisans programını bitirdim. Fotoğraf üstüne okuyarak, fotoğraf düşünerek, sevdiğim fotoğrafçıları ne diye sevdiğime, sevmediklerimin beni neden rahatsız ettiğine, fotoğraf dilinin sınırlarının ne şekilde zorlanabileceğine, sanatın bugünüyle hangi noktalarda buluşturulabileceğine hem teori hem de pratikte kafa yorarak yoğun bir on yıl geçirdim. Bugün de fotoğrafla ilişkim yalnızca fotoğraf üretmeye dayanmıyor, fotoğraf bakmak, fotoğraf okumak, fotoğraf üstüne yazmak, fotoğraf eğitimleri vermek ve nesne olarak fotoğraf toplamak da bu geç yakalanmış heyecanın içinde.

212 Photography İstanbul’da sergileyeceğiniz işlerin teması nedir?

‘Aile Albümü’ ismiyle müsemma bir seri. Bu üretimlerde fotoğrafın hatıra değeri çok baskın. Çocuk, fotoğrafta hep zamanı belirsizleştiren ve yalnız bir konu oldu benim için. Çocuk fotoğraflarına bakmak, iki gün sonra değişime uğramaya mahkum bir yüzü, artık var olmayan bir bedensel ifadeyi ya da duruşun yitmiş, yürek burkucu hatırasını görmekle eş değer. Kaldı ki bu seride konu kendi çocuğum. Fotoğrafın çekildiği andan sonra ancak kısacık bir süre aynı kalabilecek bir varoluşu yakalama kaygısı var. Bu mevcudiyeti bir zaman için çevreleyen, etrafını dolduran, sonrasında miadını doldurup rafa kalkacak nesneler için de aynı kaydetme kaygısı geçerli. Dolayısıyla her geçen yıl bu fotoğraflarla kişisel ilişkim daha bir yoğunluk kazanıyor.

 

Sergileyeceğiniz kareler nasıl ortaya çıktı?
‘Aile Albümü’ ürettiğim en mahrem fotoğraflardan oluşan, sahne ve ışık düzenlemeleri yaparak oluşturduğum yarı kurgusal-yarı belgesel ilk seri aslında. Oğlum çok küçüktü, bir gün annemlerde eski aile fotoğraflarına bakarken bana dünyanın ne zaman siyah-beyaz olmaktan çıkıp renklendiğini sordu. Zaten onun için bir arşiv oluşturuyordum ve bu sorudan sonra hem onun belli bir yaşta dünyayla olan ilişkisini hem de bizim ona bakışımızı temsil edecek işler üretmek istedim. Bu seride aile tarihçemizden bir kesitin baskın renkleri, belli ışıkları, kanıksanmış ve sonra unutulmuş jestleri ve sembolik ifadeleri var.

 

Hayranlık duyduğunuz fotoğrafçılar kimler?

İsim sayarken mutlaka birilerini unutup pişman olacağım, ama genelde belge fotoğrafı ya da kurgusal fotoğraf olsun, anlatısını beceriyle kurgulayabilen ve bunu etkileyici bir dille, gösterişini fazla öne çıkarmadan başarabilmiş fotoğrafçıları seviyorum. Jeff Wall benim için her zaman bir numara, fotoğraflarının gerisinde okunmaya değer derin bir yazılı kültürün izlerini buluyorum. Philip-Lorca diCorcia, Yinka Shonibare’nin fotoğraf işleri, Thomas Demand’in hazırlanmış kavramsal iç mekanları, Desiree Dolron’un üretimleri bu başlıkta ilk aklıma gelenler. Belge söz konusu olduğunda daha vernaküler ya da fotoğrafçının kendi mahremine dönük işleri seviyorum. Richard Billingham’ın ‘Ray’s a Laugh’ serisi aklımdan hiç çıkmayan bir örnek mesela. Gillian Wearing, Roni Horn gibi belge fotoğrafçılığına yeni yaklaşımlarla bakan isimler de öyle. Belgesel temelde daha mesafeli olduğum bir alan, yoksulu ve marjinali nesneleştiren, rantı rantlaştıran samimiyetsiz işlerin dilini hemen fark ediyor ve uzak duruyorum. Eski tip fotojurnalistik işlerin tekrarlarından da öyle. Nan Goldin’i seviyorum ama 2021 yılında onun uzantısında kaçık çoraplı partileme estetiği görmek istemiyorum. Herkesin cep telefonlarıyla layıkıyla saptayabildiği kentsel dönüşüm fotoğraflarından da sıkıldım galiba.

 

HASAN DENİZ

Fotoğraf tutkunuz nasıl başladı?

Dedem gençliğinde fotoğrafa merak sarmış. O yıllarda çok sık rastlanılan bir şey olmayan kamerasıyla arkadaşlarının, ailesinin fotoğraflarını çekermiş. Çocukluğumda fotoğraf makinesi ailenin bir yakını gibi hep bize eşlik ederdi. Ortaokulda basit bir kamera alarak ben de fotoğraf çekmeye başladım. Lisede Cumhuriyet Dergi’ye fotoğraf çekiyordum. Güzel Sanatlar’da sinema bölümündeyken, profesyonel tanıtım fotoğrafçılığı asistanlığına başladım. Vizyon ve çeşitli dergilere portre, mimari ve yemek fotoğrafları çektim. Üniversite sonrasında da ticari fotoğrafçılıkla birlikte kendim için fotoğraf çekmeye devam ettim.

212 Photography İstanbul’da sergileyeceğiniz işlerin teması nedir?

Zaman ve mekan referanslarından arınmış fotoğraf serileri üretiyorum. 212 Photography İstanbul’da sergilenecek ‘Rahat Bahçe/ Tranquil Garden’ da bu bakış açısıyla çalışılmış bir seri. İsmini Midilli Adası’na göçmüş Rumların mezarlık için kullandıkları ‘rahat bahçe’ tabirinden alıyor. Birtakım zengin Avrupa şehirlerinin hayvanat bahçelerinden; sakini olan hayvanlara çok yaklaşmadan, ideal olarak tasarlandığı varsayılan yaşam alanlarından izlenimler. Gelişmiş olduğu varsayılan toplumun sahip olma, diğeri üzerinde kurduğu iktidar kavramlarını sorgulayan bir seri.

Sergileyeceğiniz kareler nasıl ortaya çıktı?

Fotoğrafları Berlin, Brüksel, Anvers, Amsterdam, Paris ve Lyon’daki hayvanat bahçelerinde çektim. Diğer insanlar gibi ziyaret saatleri içerisinde bilet alarak bu mekanları gezdim. Tuhaf hikayeyi mekan, zaman, kurgu açısından en sıradan deneyimleyen kişilerden biri olabilmekti amacım.

 

Hayranlık duyduğunuz fotoğrafçılar kimler?

Aklıma gelen ilk isimler Thomas Struth, Hiroshi Sugimoto, Sebastiao Salgado ve Anatoliy Garanin.

JEEYOUNG LEE

 

Fotoğraf tutkunuz nasıl başladı?

Üniversitedeyken hayalim prodüksiyon tasarımcısı veya sanat yönetmeni olmaktı. Okulun film kulübüne üyeydim. Müzik videoları ve kısa filmler çekiyorduk. Sık sık sahne ekibine liderlik ettim ve setler, dekorlar yarattım. Bu deneyimlerin şu anki çalışmalarımın temelini oluşturduğuna inanıyorum. Okula ara verdiğimde ticari bir yapım şirketinde asistan olarak çalıştım ama beklediğim yaratıcı özgürlüğü bulamadım. O yolda ilerlemeyeceğimi biliyordum. Son sınıfta, kimliğim hakkında daha fazla düşünmeye başladım. Fotoğrafçılığı yüksek lisans sergim için araç olarak seçtim ve çocukluk hayalim olan sanata geri döndüm. Daha sonra ‘Stage of Mind’ serimin temeli oldu bu. Fotoğrafın kendisinden ziyade mekanlar oluşturmak, ellerimle bir şeyler yaratmak ve hayal ettiğim sahneleri gerçeğe dönüştürmek ilgimi çekiyordu. Fotoğrafın mesaj vermek ve görüntü kaydetmek için harika bir araç olduğunu keşfettim.

 

212 Photography İstanbul’da sergileyeceğiniz işlerin teması nedir?

‘Stage of Mind’ öze dönme yolculuğumu temel alan otobiyografik bir seri. Anılardan, hayattan, deneyimlerden, hayallerden, duygulardan ve içsel kargaşalardan ilham alıyor. Nihayetinde kendi hayatımla ilgili bir hikaye bu. Aynı zamanda hepimizin hayatının bir hikayesi.

Sergileyeceğiniz kareler nasıl ortaya çıktı?
Bu fotoğraflar uzun bir süreçte çekildi. Gerçek boyutlu bir sahne yaratıyorum ve bizzat modellik yapıyorum. Enstalasyonu fotoğrafları çektikten sonra yok ediyorum. Dolayısıyla ortaya çıkan fotoğraf, geçmişin bir kanıtı oluyor.

Eserlerinizle vermek istediğiniz mesaj nedir?

Hayata hep ilgi duydum. Bireyin dünyadaki yolculuğunu anlatmaya devam edeceğim. İzleyicilerle farklı bir düzeyde bağlantı kurarak, hayattaki önemli anlara ve içe dönüşlere odaklanmak istiyorum. Fotoğraflarım metaforlara dayalı. Umarım izleyiciler çalışmalarımda kendilerine dair bir hikaye bulurlar.

Hayranlık duyduğunuz fotoğrafçılar kimler?

Zamanla değişiyor ama en sevdiklerim Cindy Sherman, Jeff Wall ve Thomas Demand.

ROSA MUNOZ

 

Fotoğraf tutkunuz nasıl başladı?

Çocukluğumda, yaşadığım şehir olan Madrid’i ziyaret eden turistlerin kameralarına hayranlık duyardım. Özellikle de Japon turistlerin kameralarına. 15 yaşımda ailem ilk kameramı aldı. Bir Olimpus idi bu. İlk siyah beyaz karelerimi böyle çektim ve bunun benim için bir tutku olduğunu hemen fark ettim. Bu tutkum hâlâ devam ediyor.

212 Photography İstanbul’da sergileyeceğiniz işlerin teması nedir?

Serinin ismi ‘Landscapes of the Future’. Bu çalışma şehirlerin demografik değişiminden ilham alıyor. Şehirlerin evriminin yol açtığı kimlik kaybını gösteriyorum. Her şeyi saran, özümüzü, kültürümüzü ve yaşam biçimimizi kaybetmemize neden olan küreselleşmenin baskısıyla yok olan işletmelere odaklanıyorum. Fotoğrafları İspanya ve Asya şehirlerinde çektim.

Sergileyeceğiniz kareler nasıl ortaya çıktı?

Çalışmalarımın ortak noktası zamanın akışı. Çeşitli teknikler kullanarak ilgimi çeken nesneleri orijinal bağlamlarından çıkarıyorum ve zamanın akışını gözler önüne seren yeni senaryolar yaratıyorum. Böylece aklımdaki kurgusal atmosferleri yeniden yaratıyorum.

Hayranlık duyduğunuz fotoğrafçılar kimler?

Kurgulanmış fotoğraf alanında çalışan sanatçılara hep saygı duydum. Gençken Sandy Skoglung’a hayrandım. Kurgulanmış odaları bana istediğim hikayeleri anlatmak ideal bir ortam gibi görünüyordu. Diğer beğendiğim fotoğrafçılar Philip-Lorca DiCorcia ve Erwin Olaf’tı. James Casabere’nin çalışmalarını da beğeniyorum. Daha sonra resim ve heykel gibi diğer sanat dallarıyla ilgilenmeye başladım. Çalışmalarımın çeşitli sanatsal alanların kesişimi ve birleşimi olduğunu düşünüyorum. Çıkış noktası fotoğraf ve başka ifade biçimleri sayesinde özgürce gelişiyor. Bana ilham veren İspanyol sanatçılar da var. Mesela Ángela de la Cruz ve Daniel Canogar.

Tavsiye edilen
    İlginizi çekebilecek diğer içerikler
      Reklâm