Celal Emre Demir
Celal Emre Demir

ha:ar

Heykeltıraş Hande Şekerciler ve yeni medya sanatçısı Arda Yalkın, birlikte hayata geçirdikleri ha:ar projesinde klasik sanat yaklaşımını yeni teknolojilerle buluşturuyor.

Reklâm

Birlikte üretmeye nasıl başladınız?

Hande Şekerciler: Yıllardır aynı çalışma ortamını paylaşıyoruz, birbirimize yardım ediyoruz ve işlerimiz hakkında konuşuyoruz. 2018’in Mart ayında New Yorkta Arda’nın kabul edildiği bir misafir sanatçı programına ikili olarak gitmeye ve pratiklerimizi bir araya getirmeye karar verdik. Ardından ABDde başka programlara davet edildik, fuarlara katıldık. İlk kişisel sergimizi New Yorkta, ikincisini Ankarada açtık. Venedik, Milano ve Londrada oldukça ilgi gören kişisel sergilerimiz oldu. Geçen Eylül ayında Türkiye’nin ilk yapay zeka temelli kamusal heykelini Contemporary İstanbul’da bir robotik performansla ürettik. 2022’nin son aylarında İstanbul’daki ilk sergimiz ‘Benküre’yi açtık. Bir haftada 6.000’e yakın sanatsever sergiyi ziyaret etti. Aralık’ta Art Week kapsamında The Bass Museum Miami’de bir performansımız oldu. Sanatsal üretimimizin yanında Piksel Yeni Medya Misafir Sanatçı Programı’nın da kurucularıyız. Zaman zaman bazı sergiler için fikir üretip, bu sergilerin yaratıcı yönetmenliğini üstleniyoruz. Hem ikili hem de bireysel olarak çalışmaya devam ediyoruz.

Eğitiminizden ve sonrasında neler yaptığınızdan bahsedebilir misiniz?

H.S.: İkimiz de örgün eğitim fikrinden ve pratiğinden pek hoşlanmıyoruz. Arda, Ankara Üniversitesi’nde arkeolojik restorasyon eğitimi aldı. Ben de Marmara Üniversitesi’nde heykel okudum. Sonrasında heykeltıraş olarak yoluma devam ettim. Arda’nın müzikten tanınmış pek çok müzisyenin sahne görsellerini üretmeye uzanan geniş yelpazede üretimleri var. Yollarımız kesiştikten sonra bir süre beraber prodüksiyon ve animasyon işleri yaptığımız küçük bir stüdyomuz oldu. Beraber geçirdiğimiz bir trafik kazası sonrasında hayatın kısalığını anlayıp yan işleri bırakarak tamamen sanat üretimime odaklanmak istememiz bizi ha:ar’a getiren hikayenin başlangıcıydı.

Şu an ne üzerine çalışıyorsunuz?

Arda Yalkın: The Bass Museum’da ‘MindFlow’ isimli büyük ölçekli video-ses düzenlememizin gösterimini yaptıktan sonra yoğun bir dönemi bir nebze olsun arkamızda bırakmış olduk; fakat çalışma alışkanlığımızda ara vermek gibi bir şey yok. Dolayısıyla şu anda eş zamanlı olarak birçok büyük ölçekli proje üzerinde çalışıyoruz. Bunlardan biri ‘MindFlow’u canlı performans olarak gerçekleştirmek. Buna sergilemek diyemeyiz zira ortaya çıkacak eser canlı bir dans performansını, o anda üretilmiş bir müzik bestesini ve bizim sahne arkasında o anda ürettiğimiz görselleri içeren çok kapsamlı bir sahne performansı. Öte yandan ‘Benküre’de düzenlemesini sergilediğimiz, stüdyo kayıtlarından oluşan ‘MindFlow’ bestesi şu anda MIAM’da uzamsal ses deneyimi için düzenleniyor. Dinleyiciler yakında Apple Music’te yayınlanacak bu eseri, uzamsal ses formatını dinlemeye müsait kulaklıklar sayesinde mekanın içindeymiş gibi tekrar deneyimleyebilecek. Çalışmalarına başladığımız iki yeni sergi projesi de var. İlki ‘Turing’s Cathedral’. Bu sergide tek eser olacak. Bu yerleştirme için heykel, resim gibi konvansiyonel üretim yöntemlerinin yanı sıra yapay zeka dil ve ses modelleri ve jeneratif yapılar üzerine kafa yoruyoruz. İkinci projede ise hareket üzerine çalışıyoruz. Konu biraz spesifik olacağı için detaylandırmayalım. Bir de vakit yaratabilirsek, geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi yarı zamanlı ABD’ye gitmeyi planlıyoruz.

Çalışmalarınız hangi aşamalardan geçerek ortaya çıkıyor? Aranızda nasıl bir iş bölümü var?

A.Y.: Eserlerin kavramsal çerçevelerini, görsel yapılarını ve bu eserlere eşlik eden metinleri ortaklaşa oluşturuyoruz. Tasarı aşamasında genellikle birimiz bir fikir buluyor, diğeri ona heyecanlandıysa ya da en azından ilgi duyduysa yoğun bir iletişim başlıyor. Bir noktada artık fikir nereden ya da kimden çıkmıştı o bile unutuluyor. İşçilik söz konusu olduğunda ikimizin de yapabildikleri doğrultusunda üstlendiği görevler var. Zamanla aramızda bir iş bölümü oluştu. Jeneratif sanat ya da yapay zeka gibi bilgisayar estetiğine dayanan yöntemleri de temelde insan bedenine ya da hareketlerine dayanan eserler üretmek için kullanıyoruz. Hande heykeltıraş olduğu için insan bedeni ve malzeme konularında bilgisi çok geniş. Dolayısıyla o daha çok karakterlerin üretilmesi, kompozisyonların planlanması ve desenlerin çizilmesi, hareketli işlerde karakter animasyonlarının yapılması ve hareket yakalama sistemimizin kayıtlarıyla ilgileniyor. Ben de ışık, kaplama, jeneratif sistemler, simülasyonlar, render, araştırma-geliştirme işleri ve donanımlarla ilgileniyorum.

Üretimleriniz dert edindiği ya da odaklandığı başlıca meseleler neler?

A.Y.:  ha:ar’ın eserlerinin ana konusu her zaman ‘insan’ oldu. İşlerimizin merkezinde beden, düşünce ya da salt hareket olarak hep insan var. Bu kavramı genellikle bizi yönlendiren ana güç haline gelen teknoloji ile kurduğumuz ilişki üzerinden düşünüyoruz. Modern teknoloji bizi sürekli, yüksek yoğunluklu fakat dikkatlice filtre edilmiş bir tür iletişim halinde olmaya zorluyor. Bir yanda gerçek varlığımız, gerçekten yaptıklarımız ve bu eylemlerin reel sonuçları var. Öteki tarafta, özellikle post sosyal medya döneminde, hayatımızı tamamen işgal eden hayal ettiğimiz, genellikle eyleme dönüşmeyen, kurmaca benliğimiz var. Bizce bu iki ‘benlik’ arasındaki uçurum ne kadar derinleşirse, o kadar mutsuz oluyoruz. Şunu da söylememiz lazım, elbette burada ders verecek, kendimizi bir trajediyi dışarıdan izleyen erdemli insan olarak tanımlayacak değiliz. Biz de bu uçuruma düşmemeye çalışıyoruz. Eserlerimiz, kurmaca benliklerimizi dünyaya pazarlarken oluşturduğumuz ikonografi ile ilgili çoğunlukla. Rönesans ve öncesindeki Ortodoks ikonografisi kültüründe sanatın dini ve politik mesajlar iletmek için kullanılması çok ilgimizi çekiyor. İkona üreticilerinin kendilerini ‘tanrının iradesi ile yönlendirilen aracılar’ olarak tanımlaması ve milyonlarca insanın buna inanması bize büyüleyici geliyor. Sanırım sosyal medyaya angaje olduğumuz zamanki ruh halimiz biraz ikonagraflara benziyor. Kendi ikonografimizi yaratmaya çalışıyoruz ve çoğumuz yavaş yavaş oradaki benliğimizle hastalıklı bir ilişki kuruyoruz. Oradaki bizi, tıpkı ikonalar gibi kutsal kabul ediyoruz. ha:ar birçok işinde, kendimiz-hayal ettiğimiz kendimiz ve kendimiz-teknolojinin olmamızı istediği insan arasındaki savaşı işliyor. Teknoloji kelimesini özellikle kullanıyoruz çünkü özellikle son yüzyılda insanlığın sürüklendiği yönü belirleyen şeyin düşünce yani felsefe değil, teknoloji olduğuna inanıyoruz.

Size ilham veren isimler kimler?

H.S.: Bu çok geniş kapsamlı bir soru. Michelangelo’dan MK12’ye kadar yüzlerce isim saymamız gerekir. ha:ar’ın DNA’sını çok çeşitlilik belirliyor. Üretim yöntemi ve medyumu ne olursa olsun ikimizin de etkilendiği temel noktalar işin özgünlüğü, sadece fikir ya da işçilikten ibaret olmayıp ikisini de bir arada bulundurması ve tabii ki bize başka bir dünyanın kapısını açması oluyor. 90’ların motion design temelli reklamlarından, Rönesans dönemi heykellerine ve resimlerine, jeneratif işlerden immersive yerleştirmelere, müzik videolarından modern heykele ve yapay zekaya kadar birçok alandan etkileniyoruz.

Kariyeriniz için neler hayal ediyorsunuz?

H.S.: Üzerine çalıştığımız büyük ölçekli heykelleri, düzenleme çalışmalarını hayata geçirmek ve uluslararası sanat dünyasındaki temsiliyetimizi artırmak istiyoruz. En büyük hayallerimizden biri ise İstanbul’da Türkiye’nin en gelişmiş yeni medya sanatı atölyesini kurmak ve tüm dünyadan sanatçılar için ortak, özgür bir üretim alanı yaratmak. Bu konuda ilerleme kaydediyoruz diyebiliriz.

www.wearehaar.com

Tavsiye edilen
    İlginizi çekebilecek diğer içerikler
      Reklâm