Esma Dereboy
Esma Dereboy
Esma Dereboy

Hattın ucunda: Esma Dereboy

Seramik ve porselen sanatçısı Esma Dereboy ile Kasım sonuna dek Four Seasons Bosphorus’ta görülebilecek ‘Origins İstanbul’ koleksiyonunu ve daha fazlasını konuştuk.

Reklâm

Kil ile başlayan yolculuğunuz, bugün dünya çapında sergilenen ve ödüllerle onurlandırılan bir üretim diline dönüştü. Bu süreçte sizi en çok şekillendiren dönüm noktası ne oldu?

Benim için dönüm noktası tek bir ana sığmıyor; bu, birçok deneyimin bir araya gelmesiyle oluşan bir yolculuk. Zorluklarla karşılaştığımda pes etmemeyi, her seferinde yeniden başlamayı kendime felsefe edindim. Ekibimle de hep konuşurken söylediğim bir cümle vardır. “Kolay olsaydı herkes yapardı.” Yapabileceğime hep inandım ve çevremde gelişen hikayeleri iyi okuyabilmem bana yön verdi. Bazen ilham, bazen sezgi, bazen de sadece inat diyebilirim. Sanırım beni bugün olduğum yere getiren şey her koşulda üretmeye, denemeye ve kendi yolumu çizmeye devam etme isteğiydi.

El işçiliğiyle çağdaş tasarımı birleştirme fikri nasıl doğdu?

Benim için her şey el emeği kavramını yeniden tanımlamakla başladı. El yapımı üretimi, nostaljik bir gelenek değil; çağdaş bir değer olarak konumlandırmak istedim çünkü bugün lüksün tanımı değişti. Artık insanlar sadece güzel objeler değil, anlam taşıyan, hikayesi olan ürünler arıyor. Markamı da tam bu düşünce üzerine inşa ettim: El işçiliğini modern bir tasarım diliyle buluşturmak, zamansız ama bugüne ait bir estetik yaratmak. Bu yaklaşım hem koleksiyonlarımızın hem de markanın sürdürülebilirliğinin temelini oluşturuyor. Benim için strateji, sadece nasıl ürettiğimiz değil, neden ürettiğimiz sorusuna verdiğimiz de bir cevap.

Esma Dereboy
Esma Dereboy

Rölyef tekniğiniz markanızın imzası haline geldi. Bu teknik sadece sanatsal değil, aynı zamanda markalaşmanın da bir parçası gibi. Bu vizyon nasıl gelişti?
Aklıma gelen bir fikrin üretilebilir bir yolu varsa, o ürüne dönüşüp elimde tutana kadar pes etmem. Rölyef tekniği de bu kararlılıkla ortaya çıktı. Porselenin yüzeyinde bu kadar güçlü bir hareket yaratmak teknik olarak neredeyse imkansızdı ama ben hep yapılmamış olana merak duydum. Kırdım, yeniden başladım, sayısız kez denedim. Herkesin yaptığının benzeri bir şeyi yapmak istemedim; çünkü ancak farklılaştığında gerçekten görünür oluyorsun. Rölyef tekniği benim için sadece bir üretim biçimi değil, markanın karakterini şekillendiren en önemli dönüm noktalarından biri oldu. Aslında bu teknik, marka kimliğini oturtma sürecinde gelişen bir farkındalık ve farklılık arayışının doğal sonucu.

‘Origins İstanbul’ koleksiyonu nasıl ortaya çıktı?

İstanbul benim için bir şehirden çok daha fazlası, katmanlı bir hafıza. ‘Origins İstanbul’ koleksiyonu da o hafızayı çağdaş bir dille yeniden anlatma isteğiyle doğdu. Amacım, şehrin mimari mirasını bugünün estetik anlayışıyla yorumlayarak geçmişle gelecek arasında bir köprü kurmaktı. Kız Kulesi’nden Medusa’ya kadar her yapı aslında bir duyguyu temsil ediyor. Ben bu yapılara bire bir hikaye olarak değil, his olarak yaklaştım. Teslimiyet, köklenme, dönüşüm… Hepsi bir araya geldiğinde İstanbul’un ruhunu yansıtan bir anlatı çıktı ortaya.

Gelecek planlarınız, hayalleriniz neler?

Şu sıralar formların ötesine geçip, mekanla daha bütünleşen duvar işleri üzerine çalışıyorum. Yani porseleni sadece bir obje olarak değil, yüzeyle, ışıkla ve mimariyle etkileşim kuran bir sanat malzemesi olarak yeniden tanımlamak istiyorum. Sofra tarafında ise deneyimi daha sanatsal bir ritüele dönüştürmek niyetindeyim. Her sofranın, onu kullanan kişinin yorumu sayesinde kendi hikayesine dönüşmesi fikri beni çok heyecanlandırıyor. Marka olarak da yeniliğe açık ama köklerinden kopmayan bir çizgide ilerliyoruz. Benim için önemli olan, her yeni koleksiyonda sadece ürün değil, duygu ve deneyim üretmeye devam etmek.

Tavsiye edilen
    Reklâm