Meriç Öner

Meriç Öner'le 'Tek ve Çok’ adlı sergisi üzerine

80’ler araştırmaları SALT Galata’da döneme eşya üzerinden bakan yeni bir sergiyle sürüyor. ‘Tek ve Çok’ adlı sergi hakkında SALT Araştırma ve Programlar Yöneticisi Meriç Öner ile konuştuk.

Yazan:
Ralf Cebeci
Reklâm

‘Nerden geldik buraya’dan sonra yeniden 80’lere odaklanan bir sergi. Nedir bu 80’lerle alıp veremediğiniz?
SALT’ın da üyesi olduğu L’Internationale müzeler konfederasyonunun hazırladığı beş senelik ortak bir program kapsamında, üye kurumlar 80’li yıllara odaklanan sergiler hazırladılar. ‘Nerden geldik buraya’ da o program kapsamında, toplumsal ve kültürel kırılmaları ele almıştı. Önümüzdeki sergi ise 1980’ler odağında, 1955-1995 yılları arasında Türkiye’deki üretim ortamına bakıyor. 80’lere ikinci defa bakacakken bu konuyu tartışmaya açmak istedik. Neticede nesnelere odaklanan bir sergi ortaya çıktı.

1955’ten başlayıp 1995’te noktalanan zaman aralığını neye göre belirlediniz?
Her konu kendi hassasiyetleri doğrultusunda dönem olarak genişliyor ve daralıyor. Zaman aralığına Türkiye’nin durumundan yola çıkarak karar verdik. Tüketici nesnelerindeki artışın 80’lere özgü olmadığını fark edip, 1955’e kadar gittik. Serginin birkaç farklı parçası var ama en örgütlü araştırma yapılabileni endüstri alanı. Endüstriyel üretim aslında 1955’ten itibaren başlayan ve genelde ülkenin ekonomi politikası, özellikle döviz kotaları, 80’lere göre ihracat ithalat imkânlarının darlığı dolayısıyla çok ağır ilerleyen ama altta bir katman olarak her zaman var olan bir ortam. 80’lerde yeni ekonomik politikayla beraber üretimin artması ve ihracata yönelinmesi konusundaki teşvik neticesinde, 1955’ten itibaren başlayan fikirler yoğun uygulamaya geçiyor. 1995’te Gümrük Birliği’ne girilmesiyle ülkede ithal olan çok daha ulaşılabilir hale geliyor ve üretici bir nevi darbe yiyor, Türkiye içerisinde uluslararası rekabete giriyor.

Neden eşyanın kendisine odaklandınız?
Amaç özünde üretim ortamının nasıl evrildiğini gösterebilmekti. 80’lerin, bazen karikatürize ettiğimiz, bir maddi kültürü var. Nesnelere bakmak zaten maddi kültür araştırması yapmanın bir yöntemi. Nesneler, kişisel yargılarımızı hesaba katmadan, bir dönemi ve bir ortamı anlamak için iyi birer aracı konumunda. Biz hep bunu insanlar ve yargılar üzerinden yapmaya çalışıyoruz. Halbuki bir nesnenin anlatabileceği çok şey var.

“Nesneler kişisel yargılarımızı hesaba katmadan, bir dönemi ve bir ortamı anlamak için iyi birer aracı.”

Aslında serginin hayli geniş bir kapsamı var, kurgusunu yapmak da bir o kadar zor olsa gerek. Araştırma verilerinizi sergi alanına taşırken tasnifi nasıl oluşturdunuz?
Serginin üç bölümü var. Biri nesnelerle, endüstriyel üretimle uğraşıyor. Bu gruba gıda, beyaz eşya, oyuncak, otomotiv, kırtasiye, mobilya ve hazır giyim tekstil dâhil. Bu bölüm bizim o nesneleri satın alışımızdan önceki süreci inceliyor. Bir otomobilin orijinal çizimini, başka birinin tasarım aşamasındaki maketini gösteriyor mesela. İkinci bölümde kurumların tarihçeleri var. Hangi tarihte neyi üretip neyi üretemediklerini işliyor. Bu bölümde ayrıca bir Türkiye Cumhuriyeti tarihçesi var. ‘Özgün kopyalar’ kavramına vurgu yapan bölümde ise ‘Tek ve Çok’ tanımının biricik sayılan ürünlerine bağlanıyoruz. Moda, kuyumculuk gibi konulara burada bakıyoruz. Cem Kaya’nın ‘Motör: Kopya Kültürü & Popüler Türk Sineması’ adlı belgesel filmi gösterilecek. Ayrıca yine bu bölümde Galeri Baraz’ı inceleyerek, zamanla endüstrileşme adımlarından beslenen sanat piyasasını da irdeliyoruz. Bütün bunların arasında bir ‘kopya masası’ oluşturduk. Bu masada 80’lerden bir ev kesitinin tek çizimi var. O güne kadar yığılan katmanları nesneler üzerinden burada inceleyebiliyor, bir kopyasını çıkarıp yanınıza alabiliyorsunuz. Sergi dâhilinde yapacağımız konuşmalarda da bir üreticiyi bir araştırmacıyla bir araya getireceğiz ve o üretimin hikâyesini birinci ağızdan dinleyeceğiz. Ayrıca 12 öğrencilik bir grupla atölye düzeninde yapılacak ve dönemin tasarım, kültür, moda dergilerini temel alan bir araştırma sergi boyunca devam edecek. Süreci gözlemlenebilecek bu araştırma, serginin son haftasında öğrencilerin bize yeni veriler sunabilmesi için düzenleniyor.

Kurumlarla iş birliği ihtiyacı doğuran bir araştırma süreci var bu serginin. Kurumlardan hiç müdahale gördünüz mü?
Görmedik. Bu sergi geçmişe yönelik bir araştırma. Onları ne ters köşeye yatırmak ne de yüceltmek için yapılıyor. O yıllar arasında üretimde ne olduğunu anlamaya çalışıyoruz. Katkıda bulunan kurumların bu araştırmaya destek sağladıkları için açık görüşlü olduklarını düşünüyorum. Kendi kurumsal imajının o yıllardan ayrışmasını istediği için sergiye katılmak istemeyen kurumlar da oldu. Kurumlardan istediğimiz temel destek neyi, ne zaman, ne koşullarda ürettikleri bilgisiydi. Bu bilgilerde kurumlarla karşı karşıya kalmayı gerektirecek bir durum yok.

Aslında serginin başlangıcını temsil eden, ‘özgün kopyalar’ dediğiniz bir kavram var. Nedir o?
Özgün ne demek? Kopya ne demek? İlla bir şey dememiz gerekiyor mu? Beğenip beğenmememiz yetmiyor mu? Kopya meselesi etik açıdan tartışılan ama aslında ekonomik yerde duran bir mesele. Bu kavram ilk başta üretimin kopyadan nasıl doğduğunu anlamaya çalışmak için seçilmişti. Araştırmanın kendini 55’lere attığı noktada, herhangi bir şeyin bir diğerinin kopyası olamayacağı düşüncesini doğurdu. ‘Özgün kopyalar’ kopyalamaktan utanmıyor, kopyalamayı bir şey öğrenmek için bir yöntem olarak kullanıyor. Ayrıca hepimiz keşfetmek zorunda olarak gelmedik dünyaya. Komşumuz o tohumu en iyi ekmenin yöntemini bulduysa, gidip soralım ona ve biz de aynı tohumu aynı yöntemle ekelim. “Tüm bu sınırlardan kurtulabilir miyiz?” düşüncesiyle kurcaladığımız bir alan.

Araştırma sürecinde sizi en çok ne şaşırttı?
İşin doğrusu karşıma çıkan her şey beni çok şaşırttı. Kendimi biraz fazla kaptırmış olduğumdan belki, gerçekten şaşırtıcı mıydı, bilemiyorum. Özellikle 80’ler ve 90’lar boyunca, Batı ve baskın olarak Amerika ulaşılması gereken en büyük hedef. Araştırırken şunu daha iyi gördüm, Batılı olmanın sürekli yeni bir tarifi yapılıyor. Neden olduğumuz kadar olamıyoruz, merak ediyorum. Olduğumuz kadarın iyi ya da kötü olduğuna kim karar verdi? Maalesef bir çeşit kompleks söz konusu galiba. Başka türlü tarif edemiyorum. O devir için Batılı olma çabası sağlam bir takıntı. 10 senede bir de ‘Batı’nın işaret ettiği yer değişiyor. Şimdi tamamıyla yön değiştirmiş dahi olabilir. Ama netice hep bir öykünme…

Serginin bugüne dair lafı nedir?
Bunca mesafeyi kat etmişken, bugünden o günün omuzlarına daha az yük bırakarak bakabilir miyiz, diye soruyor. Çünkü ‘özgün kopyalar’ kavramı aracılığıyla, yerel üretimin kendine has becerilerini fark etmek mümkün. 80’lere karşı yargılar yerinde ancak onlar da nesneler gibi bir standartlaşma halinde. O dönemi taze değerlendirirken, mutlaka bugün için de yeni açılar belirecektir.

Tavsiye edilen
    İlginizi çekebilecek diğer içerikler
      Reklâm