İstanbul Modern’de sanat tutkunlarıyla buluşan ‘Ömer Uluç: Ufuk Çizgisinden Öteye’ sergisi, sadece kapsamlı bir kişisel sergi olmanın ötesinde, sanatçının 1960’lardan 2010 yılına uzanan yaratım sürecini izlemeye olanak tanıyor. Ömer Uluç’un pratiği, biçimsel yenilikler, malzeme araştırmaları ve çok katmanlı imgeler üzerinden şekillenen bir sanat yolculuğu sunuyor. Sergide yer alan 300’ün üzerinde yapıt, tuvalden heykele, desenlerden kolajlara kadar geniş bir çeşitlilikte izleyiciye sunuluyor. Ancak Uluç’un dünyasına adım atmak için tek tek yapıtları sıralamak yerine, onun sanatsal evrenini anlamayı kolaylaştıran yedi farklı durakta durmak mümkün. Bu duraklar, sanatçının dönüşüm geçirdiği anları, üretim süreçlerini ve imgelerle kurduğu ilişkileri görünür kılıyor.
Ömer Uluç’un sanatındaki yedi duraklı yolculuğa yakın bakalım.
Kopuş ve başlangıç: ‘Armalar’ serisi

1960’ların ortasında yaşanan bir kopuş anı, Uluç’un sanatsal kimliğinde önemli bir dönüşüme işaret eder. Londra’da bir otel odasında, büyük kağıtlara kendi adını yazarken, özellikle “Ö” harfinin yuvarlaklığı, zamanla bir forma, harekete ve sonrasında bir desene dönüşür. Sanatçı, bu anı bir başlangıç olarak görür. Bu süreçte ortaya çıkan desenler, ‘Armalar’ adını verdiği bir seri halini alır. Adeta bir günlük tutar gibi çizilen bu yapıtlar, sanatçının iç dünyasında yaşadığı kırılmaların ve dönüşümlerin tanıklarıdır.
Afrika’nın yankısı: ‘Afrika Kraliçesi’ ve Lagos yılları
1974-1977 yılları arasında Nijerya’nın Lagos kentinde yaşayan Uluç, Afrika kültürüyle kurduğu temasla birlikte yeni bir görsel söz dağarcığı geliştirir. Başlangıçta bir mühendis olarak gittiği bu coğrafyada resim üretmeyi sürdüren sanatçı, Afrika’nın özgürlüğü, mitolojisi ve renklerinden etkilenir. Bu dönemde ortaya çıkan ‘Afrika Kraliçesi’ serisinde yer alan figürler, insan boyunda ve spiral hareketlerle betimlenen güçlü kadın imgeleridir. Bu yapıtlar hem Afrika’nın görsel hafızasını hem de sanatçının figüre yüklediği anlamı yansıtır.
Lucy ve spiralin vücut bulması
Uluç’un imza öğelerinden biri olan spiral form, heykelde bambaşka bir bedene bürünür. 1998 tarihli ‘Lucy’ adlı döküm polyester heykel, sanatçının soyut biçimleri üç boyutlu hale getirme arzusunun bir sonucudur. Bu heykel için Doğu Afrika’da keşfedilen ve bilince sahip en eski insan iskeleti olarak kabul edilen Lucy sanatçıya ilham olmuştur. İsmini The Beatles’ın ‘Lucy in the Sky with Diamonds’ şarkısından alan bu figür, insanlık tarihine göndermede bulunurken; halat benzeri kıvrımlar aracılığıyla, sanatçının yıllar boyunca tekrarladığı spiral hareketin de üç boyutlu bir yansıması olur.
Hayvanlar, aşklar, masklar: ‘Kedi ve Nişanlısı’

Ömer Uluç’un resimlerinde hayvanlar çoğu zaman sadece birer figür değildir; onlar aynı zamanda karakter, kimlik ve duygu taşıyıcısıdır. Kimi zaman bir kedi sevgiliye, bir bukalemun dost figürüne dönüşür. 1998 tarihli ‘Kedi ve Nişanlısı’, sanatçının hayvan figürleri üzerinden geliştirdiği ilişkisel anlatının bir örneğidir. Hayvanlara insani özellikler yükleyen bu yaklaşım, onun figüratif dünyasını şiirsel ve mizahi bir boyuta taşır.
Heykelin hareketle buluştuğu an: ‘Bir Selvi / Bir Kuş / Bir Keçi’
1996 tarihli bu üç parçalı heykel, Uluç’un hareket düşüncesini üç boyutlu alana taşıdığı ilk örneğidir. Halattan alüminyum dökümle oluşturulan formlar, altlarındaki tekerlekli platformlarla bir tür hareket hissi yaratır. Heykel, Uluç’un daha önce tuval üzerine resmettiği peyzaj öğelerini (selvi, kuş ve keçi gibi) fiziksel bir yapıya dönüştürmesi bakımından da dikkat çeker. Durağan gibi görünen bu yapıtlar, hem devinim hissi taşır hem de anlatılarını mekânda sürdürür.
İki elin hafızası: ‘Sağ el, sol el’ serisi
Sanatçının yaşamının son döneminde ürettiği ‘Sağ El, Sol El Desenleri’, bir tür fiziksel sınırın estetik üretime dönüşmesidir. Tedavi sürecinde bir kolundan ilaç alırken diğer eliyle çizim yapan Uluç, bu zorlu dönemi üretimle karşılar. 500’ü aşkın çizimden oluşan bu seride, iki elin hafızası ve hareketi, farklı kompozisyonlara dönüşür. Yağmur, yaz anıları gibi temalarla duygusal bir yoğunluk taşıyan bu desenler, hem kırılganlık hem de direnç barındırır.
Sessiz derinlikler: Denizaltılar, kuşlar ve geçişler

Uluç’un denizle kurduğu ilişki, sadece coğrafya odaklı değildir, deniz onun için bir tutkudur. Küçük yaşlardan itibaren haritalar ve deniz hikayeleriyle büyüyen, seyahatlerinde sıklıkla deniz yolculuğunu tercih eden sanatçı, deniz ve denizin tüm ögelerinden ilham alır. Özellikle ‘Denizaltı-Bukalemun’, ‘Denizaltı-Kuş’ gibi yapıtlarında tekrar tekrar karşımıza çıkan denizaltılar sanatçının kendi Moby Dick’ini temsil eder. Uluç’un resminde kuşlar, deniz canlıları ve hayali varlıklar arasında geçişler olur; imgeler sabitlenmez, dönüşür, evrilir. Bu imgelerle Uluç’un kendi iç denizlerine daldığına tanık oluruz.