Zebercet

“Çalışmaya başladığımda ben de bir Zebercet olduğumu anladım”

Yusuf Atılgan’ın efsane romanı ‘Anayurt Oteli’nin kâtibi ‘Zebercet’ bu sezon Talimhane Tiyatrosu’nun prodüksiyonu olarak sahnede. Metni romandan uyarlayan Firuze Engin ve Zebercet’i canlandıran Halil Babür ile karaktere ve romana bakışlarını konuştuk.

Yazan:
Gülin Dede Tekin
Reklâm

1973 yılında yayımlanan, 1987 yılında ise Ömer Kavur tarafından sinemaya uyarlanan ‘Anayurt Oteli’, hem edebi hem de sinemasal olarak büyük bir hayran kitlesine sahip, kült bir eser.  Romanın başkahramanı Zebercet ise otel kadar karanlık varlığı ile birçokları için cezbedici bir karakter. Ve bu karakter şimdi de Talimhane Tiyatrosu’nun 22. İstanbul Tiyatro Festivali için hazırladığı ‘Zebercet’te ete kemiğe bürünüyor. Yeni neslin başarılı kalemi Firuze Engin’in uyarladığı, Kerem Ayan’ın (İstanbul Film Festivali Direktörü) yönettiği ve Halil Babür’ün sahnede tek başına nefis bir performansla hayat verdiği ‘Zebercet’in kafamızdaki kalıpları yıkan bir yorum olduğunu söylemek mümkün. Alışıldık, ketum ve soğuk Zebercet yerine bir nevi onu deşerek içindeki yaşayan yanı bulmaya odaklanıyorlar. Zebercet’in kendini anlattığı oyun, roman ve filmdeki olaylara sadık kalmakla beraber karaktere bambaşka bir gözle bakmanızı da sağlıyor.

 ‘Anayurt Oteli’ni yeniden canlandırma ihtiyacı nereden doğdu?

Firuze Engin Bu fikir aslında Kerem’den çıktı. İlk çalıştığımız dönemlerde birbirimize de çok sorduk bu soruyu. “Neden bir oyuncu Zebercet’i oynamak istesin ki? Çok karanlık bir karakter. Ve biz neden bu işi yapmak isteyelim ki, beni neden bu karanlığa sokuyorsunuz?” Romanı seviyordum ama bendeki hatırası basık, iç karartıcı bir roman olduğuydu. Ama artık öyle olduğunu düşünmüyorum. Üzerine çalıştıkça değişti fikrim. Yolda ilerlerken gerçekten çok evrensel bir karakter olduğunu gördüm. Zamansız, mekansız ve her döneme ait bir insan tipi. Macit Koper bir röportajında “Hepimiz biraz Zebercet’iz” demişti. İnsanın en sarih bir şekilde kendi habitatını, yaşadığı dünyayı izlerken kafasından geçen her şeyi süzgeçsiz, karanlık, tuhaf, insani bir organizma olarak ele alan bir roman olduğu için beni çok heyecanlandırdı.

 Romanı ve filmiyle kült bir eser ‘Anayurt Oteli’. Bu noktada sizin uyarlamanız nerede duruyor?

Firuze Eserde teatrallik katanın ne olduğunu sorduk birbirimize. Onu bulmamız gerekiyordu. Çok oyuncuyla ve kitaptaki kastla da yapabilirdik. Olaylar canlandırılabilirdi. Ama hayatın gerçekliğine o kadar yaklaşmaya çalışmak, bence daha çok sinemaya özgü. Tiyatronun kendine dair bir gerçekliği var. Bu gerçekliğin de anlatı olduğunu düşünüyorum. Kerem ile ortak fikrimiz şuydu: Zebercet kendini anlatsın. Bu işi teatral yapan şey bu.  

 Romanda Zebercet’i Yusuf Atılgan’ın kelimeleri ile okuyoruz. Oyunda ise Zebercet kendini anlatıyor.

Halil Babür Görüşmede ilk “Zebercet oynuyor bu karakterleri değil mi?” diye sordum. Çünkü beni heyecanlandıran ve Zebercet’i oynamaya değer kılacak şeylerden biri oydu. Ama aslında Zebercet’in kendini anlatıyor olması, onun doğasına ters. Kapalı bir karakterin kendini ifade etmesi, üstelik o dilin içerisinde Yusuf Atılgan’ın ona bakışının olması…  Bununla ilgili cümleleri nasıl söyleyeceğine baktık tek tek.  Söylediği şeyler, Yusuf Atılgan’ın ona tayin ettiği cümleler nihayetinde. O nedenle bu işi en zor kılan şey, Zebercet’in kendini Zebercet olarak anlatması. Sırf bu yüzden yaptığımız iş çelişkiler içerisinde. Ama gücünü de bu çelişkiden alıyor. Seyirci kendisini hep uzak tutacağı bir adama kulak ve göz açmak zorunda kalıyor. Bu onu rahatsız da edebiliyor. Bunu teknik bir problem olarak da algılayabiliyor. “Bu kadar ısınmalı mıydık bu adama?” diyebiliyor.

 Benim bu zamana dek kafamda yarattığım Zebercet’e benzemiyordu oyundaki karakter. Firuze de çalışmalara başladıktan sonra karaktere dair düşüncelerinin değiştiğinden bahsetti. Zebercet’i deştiğinizde neyle karşılaştınız?

Halil Ben Zebercet’i o karanlık haliyle hiç düşünmedim. Ama seyirci için bu yaptığım şeyin ne ifade ettiğine baktım. Karakterin enerjisine odaklanmaya çalıştım. Yaptığı şeyin iyi ya da kötü olması meselesi ilgilendiğimiz ilk şey olmadı. Eylemlerin onun için ne ifade ettiğini konuştuk. Çalışmaya başladığımda ben de bir Zebercet olduğumu anladım. Bu oyun beni o anlamda iyileştiriyor.

 Zebercet olduğunu anladığını söylerken tam olarak neyi kastediyorsun?

Halil Modern bir Zebercet’im ben aslında. Yaptığı şeylerin birebir karşılığı değil belki ama yapı olarak ona yeraltı adamı denebilir. Kendi yaptığı her şeyi analiz etmekten bu hale geliyor.

 Fazla düşünmek mi?

Halil Evet. Bu fazla düşünme meselesinin kendisine pozitif bir alan açamadığı, aksine küçülttüğü bir noktada bu adam. O nedenle sadece onun enerjisiyle ilgilendim.  Yaptığı eylem, dünyanın en sıradan eylemi belki de. Kötülüğün sıradanlığı oldu benim için. O yüzden “Kendimize yakın hissettik” yorumları bir yandan hoşuma gitti. Diğer yandan da “Buna dikkat etmeli miyim?” diye düşündüm. Ama yaptığım şeyin de izlediğim yolda yalan olduğunu düşünmüyorum. Daha yaşayan bir karakter olmasını istediklerini daha en başından söylemişlerdi bana. Ama onun üzerine özel bir çalışmamız olmadı.

Firuze Dramaturjik bir çalışma yaptık. Halil’in oyunculuk biçimi olarak nereye gideceğine dair değildi bu. Kitabı okuduğum dönemde Zebercet’in analiz kabiliyeti, çok zeki bir adam olması, çok iyi bir gözlem kabiliyetine ve insanın içini deşen düşüncelere sahip olması aklımda kalmıştı. Sonra romanı defalarca okuyunca, şunu keşfettim: Bir yanda Zebercet’in düşüncelerle dolu kafası ve analiz kabiliyeti var; diğer tarafta ise sezgileri ve dürtüleri. Cinsel dürtüleri, şiddet dürtüsü gibi... O dürtüler benim için bir yaşam kaynağıydı. “Bu adam yaşıyor,” dedim kendime. Müthiş bir yaşam kıvılcımı var içinde. Toplumsal normlar içerisinde kabul etmeyeceğimiz biçimlerde karışıyor hayata. Bu da bir yaşam formu. Ben Yusuf Atılgan’ın insan denen mahlukun göğsünü yararak içine baktığını düşünüyorum. Zebercet filmde ve kitapta ilk olarak hep soğuk, donuk, kapalı ketum biri olduğu izlenimini uyandırıyor. Ama başka bir şey çalışıyor arkada. O çalışan şeyi yüzeye çıkardığımızda tiyatro sahnesinde daha iyi işleyip işlemeyeceğine baktık.

Halil Zaten anlatıya döndüğü andan itibaren bundan kaçamayız. Bu adam isterse boşluğa, isterse kendi kendine anlatsın, sadece anlatmasının içinde bile bir yaşam sevinci var.

 Oyunda sizin için kırılma noktaları var mı?

Halil Benim için oyuncu olarak çalışan belli başlı yerler var. Dışarı çıktığı ya da ondan biraz önce ortalıkçı kadının sesinin ortaya çıkmasının yarattığı mide bulantısı… Küçük ama birlikte büyüyen şeyler.

Firuze İlk çıkış noktamız şuydu: Zebercet her şeyi yaşamış, bitirmiş ve şimdi olanları bize anlatıyor. Dolayısıyla bu adam artık tek bir mekanda. Bu mekan neresi olacak? Otel olacak, tamam. Peki, bu koca otelde neresi? Doğduğu ve kadını ağırladığı odada olacak tabii. Kafasının içinde geri dönüp yaşadığı iki haftalık süreci tek bir yerde bize aktarıyor.

Halil Bir de orada şöyle bir zorluk var. Bunları yaşamış biri olarak anlatıyor Zebercet. Ama sonra bir bakıyoruz o an oynuyor da o anı. Bir sürü zaman katmanı var içinde. Bunu açığa vurmak biçim olarak kuvvetlendirebilir ama ruhu da öldürebilir. Bu nasıl hem açığa çıkmaz, hem de kendi içinde tutarlı bir şey olur? Bazı cümlelerin kuruluş şeklini bile değiştirdi bu.

 Oyun boyunca bir giyinme hali var. Yavaş yavaş giyiniyor Zebercet. Ama roman bana göre bir soyunma haliydi aslında. Zebercet’in çırılçıplak kalması… O anlamda ilginç bir tezatlıktı söz konusu.

Halil Bir kere o sona gidişi negatif halden çıkarıyor. Zebercet kendisinden, titizliğinden o eylem için vazgeçecek biri değil. Onun bir tercih olduğu anlaşılıyor aslında. Yaşamaya başlama meselesi üzerine çok düşündüm Zebercet’i çalışırken. Bizde özgürleşmek, hep yaşamakla paraleldir. Bazısının ise cehennemi olabiliyor yaşamak ve özgürleşmek. Kendi söylediği gibi, “İnsan kendinin, sorumluluklarının farkına varınca dayanamıyor. Her şeyi yapabilirim, şu an her şey elimde ama bu özgürlük dayanılacak gibi değil.”

Firuze Aslında biraz olanaklarının artışı cehennemi oluyor. İlk gösterimden sonra Yusuf Atılgan’ın ailesi ile sohbet ediyorduk. Eşi dedi ki, “Eğer Yusuf hayatta olsaydı romanlarını herkese verirdi. Hiç ince eleyip sık dokumazdı. Ama biz özeniyoruz.” Filmi yapılacağı zaman da insanlar “Çok değerli bir roman, mahvetmesinler,” dediğinde, Yusuf Atılgan “Roman başka bir şey, bunu sinema yapacaklar,” demiş. Romanın kıymetine bir şey olmuyor. Ben de eşiyle şu fikrimi paylaştım: Biz ne yapmak istersek isteyelim Yusuf Atılgan bizi romana, merkeze kilitliyor bir şekilde. Zebercet’in karakterinde çok da uçup gidebileceğin bir yer yok. Anlatım dili olarak Zebercet’i seçtik ama tümüyle Yusuf Atılgan’ın istediği gibi anlatıyor oyun. 

 Zebercet olarak tek kişi sahnede olmak nasıl?

Halil Çok zormuş. Bu zamana kadar çalıştığım tüm oyunlar ilk gösterimden önce çıkmıştı. Zebercet’te ise henüz seyirci ve Zebercet ile ilişki halindeyim. Henüz bütün düğmeleri açmış gibi hissetmiyorum. Prömiyerde kuliste sahneye çıkmadan önce “Ben ne yaptım?” diye düşündüm. Bir oyuncu için hiçbir şey eskisi gibi olmuyor tek kişilik bir oyundan sonra.

5, 16 Ocak, Toy İstanbul, 20.30, 47-67 TL

Tavsiye edilen
    İlginizi çekebilecek diğer içerikler
      Reklâm