‘DreamBazaar’ ne anlatıyor? Ana temaları ve ilham kaynakları neler?
‘DreamBazaar’, küresel ısınmanın artık iyice hissedildiği bir zaman diliminde Adem isimli bir karakterin yalnız geçen doğum gününü ve elinde kalan son bitkisini büyütme çabasını anlatıyor. İzleyicileri, samimi ve mahrem bir ev alanına davet ediyoruz. Metne birtakım hareket tasarımları eşlik ediyor; böylece oyun tiyatro ve performatif düzlem, gerçek ve hayal, bilindik şeyler ve sürprizler arasında gidip geliyor. Eserin ana teması bir bitkiyi (yaşam şevkini) büyütebilmek için gösterilen insani ve çocuksu çaba. Adem’in bitkisi, minik aşk merdivenine şöyle diyor: “Büyümezsen biteriz, anlıyorsun değil mi? Tümden bi-ter-iz!” Doğa ve ağaçlar hakkında öğrenilecek ve uygulayacak çok şeyimiz var! Kıyametin eşiğindeyiz, farkındasınız değil mi? Bunun dışında diğer bir ana tema ise yalnızlık. Solan bitki gibi, şehir hayatında artık aramızdaki sosyal bağların da yozlaştığı su götürmez. İstedik ki, hem doğa ve insan arasındaki yalnızlığı hem de birbirimize olan yalnızlığımızı sergileyelim. Oyun, bir kara komedi; seyirciler gülerken güzel vakit geçiriyor ama hepimiz ağlayacak halimize gülümsediğimizin farkındayız. Bu süreçte yazar olarak Beckett’ten, onun insanı, yaşamı yorumlamasından ilham aldım. Oyunun sonunda ise bugünün ihtiyaçlarını göz önüne alarak Beckett’ten daha iyimser bir yere geçiş yapmayı tercih ettim.
Bu fikirler nasıl ortaya çıktı ve gelişti?
Bir gün ortağım Ufuk Şenel’le çay içerken “Sahnede gökkuşağı yaratmak istiyorum!” itkisiyle ortaya çıktı. Arada düşüncelerimizi ve okuduklarımızı birbirimizle paylaştık. Hollanda’daki ArtEZ sanat kurumundan kabul gelince, yazın iki haftasını orada doğaçlama yaparak geçirdim. Ardından Bodrum yeniden yaratım süreci için Casa dell’Arte ve K2 Urla Nefes Alanı’na rezidansa gittik. Kasım’dan beri de İstanbul’da Koma Sahnesi’nde prova yapıyoruz. Oyun son noktaya kadar aslında fantastik bir yolculuğu anlatıyordu ama içimize sinmeyen bir şeyler vardı. Tasarım Hollanda’da yapılmıştı. Türkiye’nin gerçekleri ise bizi başka türlü etkiliyor. Derken, tüm oyunu çok kısa bir sürede ters yüz ettik. Bir nevi sanatçı krizi. Fakat memnunuz, oyun burada bu şekilde sergilenmeli; Avrupa’da ise belki ilk tasarımıyla…
‘DreamBazaar’da tiyatro ve hareketi harmanlıyorsunuz. İkisi arasındaki dengeyi nasıl kuruyorsunuz?
‘Dantel’ (2012), ‘Altar’ (2018) hep dramatik metin ve hareket tasarımının harmanlandığı eserler. Birbirlerine iyice karışmalarının biçemlerini halen arıyoruz. ‘DreamBazaar’a kadar oyunlardaki hareket ve metin bölümleri biraz ayrı ayrı işliyordu. ‘DreamBazaar’da ise her şey alıp verilen bir nefes gibi. Baştan sona kadar tek bir düzlemde akıp gidiyor ikisi de.
‘DreamBazaar’ önceki işlerinizden hangi yönleriyle ayrılıyor?
Önceki solo işlerim daha çok benlik ve bireysellik, kişisel özgürleşme/özgünleşme, biriciklik kavramları üstüneydi. ‘DreamBazaar’da maalesef her tasarımcının öğrenmek zorunda olduğu gibi, tüm hayal gücümüzü tek bir tasarıma yerleştirememe durumunu bir kez daha deneyimledik. Atmak istemediğimiz bir sürü malzeme şu an kutusunda beklemek zorunda. Bu iş, bir yandan iki disiplini birbirine iyice örmüş halde. Diğer taraftan ise oyun daha samimi ve daha genel, ayrıca daha fazla insana hitap ediyor. Işık tasarımcımız Ayşe Ayter ile iki projedir, “Öyle bir oyun yapalım ki oyuncu da ışıklarını hep kendisi açıp kapasın!” diyorduk. ‘Altar’dan sonra bunu da başardık. Sanırım uygulamak istediğimiz her nokta artık metin çerçevesinde sağlam bir zemine oturdu.
‘DreamBazaar’ Samuel Beckett’in tiyatro, televizyon ve koreografi için yazılan eserlerinden serbest hareketle tasarlandı. Beckett’in sizin için nasıl bir anlamı ve önemi var?
Beckett’i lisede, absürt ve fantastik dünyalar yarattığı için seviyordum. Gerçekçi mekanda anlatılan hikayelerden, ne yalan söyleyeyim, etkilenmiyordum. Üniversitede tabii Beckett’in dramaturjisini çalışırken, kafasında çok farklı şeylerin olduğunu, birçok şeyi deneyip yeni bir şeyler yaratmayı arzu ettiğini görünce kendime ona daha yakın hissettim. ‘Godot’yu Beklerken’i hepimiz biliyoruz. Fakat Beckett mektupları, romanları ve öyküleriyle sağlam bir miras bırakmış arkasında. Deleuze’ün Beckett üzerine yazdığı yazılar da çok kıymetli. Bitkin olmak ve tüketmenin hep altı çiziliyor. Tüketmek, tüketim, tüketilmek… Günümüzde ve özel yaşamlarımızda bu kavramlara yabancı olduğumuzu düşünmüyorum.
‘DreamBazaar’ı yazdınız ve tasarladınız. Ayrıca oyunda tek başınıza rol alıyorsunuz. Farklı görevleri üstlenmek zor oluyor mu?
Zor, çok zor! Çünkü tek bir beynim var ama bir sürü parçaya bölünüyorum! Fakat Türkiye’de koşullar böyle. Senelerdir durum aynı. Minik minik iyileşmeler var, kemik bir kadro olarak bütünleşmeye başladık. Bir andan diğerine başka kimlikle geçme ve zaman kontrolü gibi konularda geliştim diyebilirim. Fakat kesinlikle böyle devam etmesini istemiyorum. Eğer ki mesele üretmek” ise alan, zaman, iş bölümü ve desteğe ihtiyacımız var, hepimizin.
Bundan sonrası için planlarınız, hayalleriniz neler?
‘Altar’ devam ediyor. ‘DreamBazaar’ ise son iki ay çok yordu. Gece provaları, bir iki saatlik uykuyla verdiğim yoga dersleri… Artık biraz dinlenmek istiyorum! Ama yine de Ocak ayının sonunda dört kişilik uluslararası bir proje için Berlin’de 10 günlük bir rezidansa gidiyorum. Ayrıca Ufuk’la İtalya’da bir rezidansa davet edildik, o da Mayıs’ta. Sanırım İstanbul dışına çıkınca, her şey yoluna giriyor. Çekmecede duran birkaç proje var ama artık kalabalık bir kadroyla bir oyun da yönetmek istiyorum.
9 Şubat, Koma Sahnesi, 17.00
17 Şubat, Koma Sahnesi, 19.00
29 Şubat, Koma Sahnesi, 15.00 ve 19.00
Biletler: 50-70 TL.
Şubat’ın son oyununun tüm geliri, ismi daha sonra açıklanacak bir doğa kuruluşuna bağışlanacak.