Get us in your inbox

Ediz Pekinli

Ediz Pekinli

Articles (40)

Anılar ve acılarla dolu bir atölye

Anılar ve acılarla dolu bir atölye

Nedir bu dükkan? Meksika tarifli ve yerel malzemeli soslar, reçeller ve atıştırmalıklar üreten bir atölye. Meksika’da Türk kahvaltısı ve reçel satan Selen Bayrak, Türkiye’ye dönünce kurmuş bir girişimi. Güzel Anılar Dükkanı’na özel reçeteleri, gezdiği ülkelerden topladığı eşyalarla dolu atölyesinde lezzetli ürünlere çeviriyor. Ürünlerin malzemeleri için üreticilerle bizzat iletişime geçmeyi tercih ettiğini söylüyor. “Zeytinyağını Antakya’dan; sarımsağı Taşköprü’den; biberleri Kahramanmaraş, Gaziantep ve Bilecik’ten alıyorum. Tedarikçileri seçerken kadın üreticileri desteklemeye çalışıyorum.” Onun için en özel malzemelerden biri ise, Meksika’dan getirttiği chipotle biberi.  Atölyede neler üretiliyor? Acı soslar, marmelatlar, tropik meyve reçelleri ve acılı çerezler. En ünlü ürünlerinin adları, Meksika kasabaları ve şehirlerinden geliyor. “Acıyı seven ve acıya giriş yapmak isteyen iki farklı grup olduğunu düşünüyorum. Bu iki gruba da hitap etmeye çalışıyoruz,” diyor Selen Bayrak. Çok acı sevenler turna yemişi ve yer fıstıklı, hafif tatlı Oaxaca sosunu; az acı sevenler ise hibisküs, kişniş tohumu ve sarımsaklı, hafif ekşi Zipolite’yi alıyor. Acı fanatikleri ise beş farklı acı biberin sızma zeytinyağı ile harmanlamasıyla yapılan Salsa Maça’ya bayılıyor.  Mevsim meyveleriyle yapılan acılı marmelatların da hayranı bol, özellikle Haziran’da tekrar hazırlanacak acılı erik marmelatının. Şu an acılı ayva ve acılı elma marmelatları raflarda. Papaya reçeli ise tropik reçel seçeneklerinin

Sónar’da bu isimleri kaçırmayın

Sónar’da bu isimleri kaçırmayın

  Avrupa’nın batı ucunda başlayıp adım adım tüm dünya metropollerine yayılan Sónar bu sene de müzik, sanat ve teknolojinin kesişim noktasında eşsiz bir maraton vadediyor. Üç güne yayılan festivalde kaçırılmayacak 10 isme yakından baktık.  Christian Löffler (live) Program açıklandığında heyecan yaratan birçok isim oldu elbette, fakat hiçbiri Christian Löffler’inki gibi bir beklenti yaratmadı. 2012’de Kuzey Almanya’da kaydettiği ilk ambient-tekno kaydı ‘A Forest’ ile müzik sahnesine taptaze bir soluk getirmişti Löffler. Zengin bir sample kütüphanesi minimal, melankolik ve tekrarlara dayalı bir altyapıya eşlik ediyordu. Löffler o zamandan bu yana bizi pek hayal kırıklığına uğratmadı ve her parçasıyla yeni bir manzara çizdi, yeni bir atmosfer yarattı. Şimdi kendisini canlı izleyip mest olabileceğiz. Paul Kalkbrenner Paul Kalkbrenner, Berlin elektronik müzik devriminin öncülerinden, mareşallerinden biri. Duvarın yıkılıp iki Almanya’nın birleşmesi ile Kalkbrenner’ın müziğe başlaması aşağı yukarı aynı zamanlara denk düşüyor. Bu anlamda gerçekten de Berlin müzik sahnesinin son perdesinin içinde pişmiş, bir yandan da onu şekillendirmiş bir isimden bahsediyoruz Kalkbrenner’ı andığımızda. Gerçekten kült bir performansa şahit olmak istiyorsanız, nerede olmanız gerektiğini biliyorsunuz. Red Axes (live) Sónar’ın bu yılki canlı performanslarından biri Niv Arzi ve Dori Sadovnik’ten müteşekkil Red Axes’a emanet. İsrailli ikili kendi folk müziklerinden Afro ritimlere, Uzak Doğu armonilerinden

Günümüze ve yalnızlığa dair

Günümüze ve yalnızlığa dair

‘DreamBazaar’ ne anlatıyor? Ana temaları ve ilham kaynakları neler? ‘DreamBazaar’, küresel ısınmanın artık iyice hissedildiği bir zaman diliminde Adem isimli bir karakterin yalnız geçen doğum gününü ve elinde kalan son bitkisini büyütme çabasını anlatıyor. İzleyicileri, samimi ve mahrem bir ev alanına davet ediyoruz. Metne birtakım hareket tasarımları eşlik ediyor; böylece oyun tiyatro ve performatif düzlem, gerçek ve hayal, bilindik şeyler ve sürprizler arasında gidip geliyor. Eserin ana teması bir bitkiyi (yaşam şevkini) büyütebilmek için gösterilen insani ve çocuksu çaba. Adem’in bitkisi, minik aşk merdivenine şöyle diyor: “Büyümezsen biteriz, anlıyorsun değil mi? Tümden bi-ter-iz!” Doğa ve ağaçlar hakkında öğrenilecek ve uygulayacak çok şeyimiz var! Kıyametin eşiğindeyiz, farkındasınız değil mi? Bunun dışında diğer bir ana tema ise yalnızlık. Solan bitki gibi, şehir hayatında artık aramızdaki sosyal bağların da yozlaştığı su götürmez. İstedik ki, hem doğa ve insan arasındaki yalnızlığı hem de birbirimize olan yalnızlığımızı sergileyelim. Oyun, bir kara komedi; seyirciler gülerken güzel vakit geçiriyor ama hepimiz ağlayacak halimize gülümsediğimizin farkındayız.  Bu süreçte yazar olarak Beckett’ten, onun insanı, yaşamı yorumlamasından ilham aldım. Oyunun sonunda ise bugünün ihtiyaçlarını göz önüne alarak Beckett’ten daha iyimser bir yere geçiş yapmayı tercih ettim.  Bu fikirler nasıl ortaya çıktı ve gelişti? Bir gün ortağım Ufuk Şenel’le çay içerken “Sahnede gökkuşağı yar

Sandıktan bu kez umut çıktı

Sandıktan bu kez umut çıktı

Bir Tindersticks albümü dinlemek yıllardır müdavimi olduğunuz bir fırına uğramaya benzer. Karşınıza şaşırtıcı bir şey çıkmaz belki, ama sunulan tanıdık, basit ve lezzetli ekmeğin sizi tatmin edip etmeyeceğine dair bir şüphe de duymazsınız. Tindersticks 30 yıldır çıtayı asla düşürmeden birinci sınıf şarkılar koyuyor önümüze. Trendleri, yeni paradigmaları umursamadan en iyi bildikleri şeyi yapıyor, tüm hayatı tatlı bir melankoli süzgecinden geçirip hayatı dinleyicileri için biraz daha katlanılır kılıyorlar.  Stephen Deusner güzellik kavramına Tindersticks kadar romantik bir açıdan bakan başka bir grup olmadığını iddia ediyor (belki Bad Seeds, tabii kıyamet öncesinin Bad Seeds’i olsa gerek). Son albümleri ‘No Treasure But Hope’un açılış parçası ‘For the Beauty’, Deusner’ın iddiasını haklı çıkarır cinsten bir parça. Karanlık bir piyano melodisi eşliğinde neredeyse 19 yüzyıl romantiklerinin güzellik arayışlarına dönüşüyor şarkı. Stuart Staples’ın eşsiz bariton vokali eşliğinde eşsiz bir 46 dakikanın sizi beklediğini hemen fark ediyorsunuz.  Peki, 2016’da yayınladıkları ‘The Waiting Room’dan bu yana grup cephesinde neler değişti? ‘No Treasure But Hope’ adından da anlaşılacağı üzere çok daha iyimser, biraz daha gün ışığına açık bir Tindersticks albümü. ‘The Amputees’ (Türkçee ‘ampüteler’ anlamına gelen adı sizi yanıltmasın), ‘Pinky in the Daylight’ ve ‘See My Girls’ gibi mutluluk dozu yüksek parçalar var albümde. Stuart Staples albümdeki şarkıların büyük bir kısmını Yunanistan’ın İt

Heritage Restaurants

Heritage Restaurants

  The story of Istanbul's heritage restaurants, is in a way, the story of Istanbul, a testament to the city’s multicultural heritage and rich history. From provincial immigrants leaving their villages to seek fame and fortune in the city to Russian émigrés fleeing the Revolution who have called Istanbul home, the success stories behind these surviving icons tell extraordinary tales of becoming an Istanbullu. In coming up with this list, we’ve selected restaurants that are at least half a century old and still feel historic, have greatly contributed to Istanbul’s culinary legacy, and have maintained a sense of continuity, most often operating from their original shops serving up family recipes passed down from one generation to the next.    Pandeli  Around the turn of the century, Pandeli, the son of a Greek shepherd from Niğde, moved to Istanbul and started what was to become a legendary culinary career. After working odd jobs as a dishwasher and a barber’s apprentice, Pandeli began selling piyaz (bean and onion salad) and köfte (meatballs) in the vicinity of where he would later open his eponymous restaurant. After half a century of operating eateries across Istanbul, Pandeli opened his current restaurant on the upper floor above the entrance of the Spice Bazaar, a location allocated to him by order of the state after his previous restaurant was looted during the 6-7 September pogrom of 1955.  Hardships have always been part of Pandeli’s saga and the legendary restaurant clo

Sanal İstanbul

Sanal İstanbul

Counter Strike ve benzeri çevrimiçi FPS oyunlarının Türkiye’de ne kadar sevildiği malum. Vatansever kahramanlık hikayelerinin de bu topraklarda çok tuttuğunu g öz önüne alınca, Zula’nın başarısının nedeni belli oluyor: Türkiye’de üretilen, tamamen Türkçe olan bu o yun, Türkiye’nin çeşitli yerlerinde geçen savaşlara sahne oluyor. Bir tarafta asker v e istihbaratçılardan oluşan Zula ekibi, diğer tarafta paralı askerler den oluşan Gladyo üyelerinin İstanbul’daki savaş alanlarına geçtiğimiz günlerde yeni bir tanesi daha eklendi. Her bir harita ortalama dört-beş aylık bir sürede, 7 ila 10 kişilik bir grafik ekibi tarafından hazırlanıyor ve gerçek mekanlardan esinlenerek oluşturuluyor. Kız Kulesi Zula’ya eklenen son İstanbul haritası, oyunun yaz sezonu güncellemesiyle beraber yayınlandı. Hikayeye göre Gladyo üyeleri, Kız Kulesi’nin altında gizli bir mahzen olduğunun haberini alıyor. Zula ekibi, buradaki tarihi eserleri ele geçirmek isteyen Gladyo’yu engellemeye çalışırken savaş, kulenin mahzeninden, yakınındaki bir vapura kadar sıçrıyor. Üsküdar Sokakları Zula’daki bir diğer İstanbul haritasını bulmak için Kız Kulesi’nden çok uzaklaşmamız gerekmiyor. Üsküdar Sokakları oyunun açık havada geçen savaşlara sahne olan popüler haritalarından biri. Gerçek sokaklardan esinlenen haritada, sahildeki Şemsi Ahmet Paşa Camii bile yer alıyor. Metro Zula ve Gladyo ekipleri, Üsküdar ’da karşılaştıktan sonra savaş yer altına sıçrıyor. Bu haritanın e sinlendiği yer, Levent Metro İstas

Online cinematheque

Online cinematheque

  IN THE BEGINNING Was the VHS. Then came the VCD, the DVD, and the Blu-ray, and soon the experience of going to the movies could be replicated in the comfort of the home. But the question of what to watch still remained. In 2007, Turkishentrepreneur Efe Çakarel stepped up to the curatorial challenge and launched the streaming service MUBI. Instead of an à la carte library found on platforms like Netflix, MUBI offers a rotating lineup of 30 art-house films, with a new film added every day to replace one that has expired its 30-day run. Who is MUBI’s target audience? Anyone who shares a passion for cinema, who wants to watch something beautiful and special, and who is tired of too many uninteresting options to choose from. Our audience is interested in films that move, excite and engage them. They appreciate good directors and local film festivals. Since its inception, MUBI has remained consistent in the kind of films it picks. What has been the biggest change? The biggest change came when we adopted a curatorial model run by real people and not by computer programs. Our goal has always been to showcase the best of cinema, and we have made it even easier to find a great film to watch at any given time.  Who selects the films? We have an international team of curators whose mission it is to make MUBI the most exciting online streaming Efe Çakarel 20 September – October 2019 Time Out Istanbul in English platform in the field. We discover new talents at film festivals around the

Çevrimiçi sinematek

Çevrimiçi sinematek

Önce VHS vardı, sinemalarda artık gösterilmeyen filmleri izlemek için iyi bir yöntemdi. Ardından VCD, DVD ve Blu-Ray teknolojileri geldi; evimizden çıkmadan izleyebileceğimiz filmlerin sayısı arttı, görüntü kalitesi gelişti. Bu arada bir noktada, yasadışı yöntemlerle de bu işi halledebileceğini fark etti insanlık; hatta bazen, yasal yollardan daha kolaydı istediğimiz filmi istediğimiz anda indirebilmek. Teknoloji gelişti, elimizdeki imkanlar çoğaldı, abonelik sistemiyle çalışan çevrimiçi platformlar sayesinde filmlere ulaşmak kolaylaştı, ama bir soru hâlâ akıllarda kaldı: “Ne izlesek?” MUBI, işte bu soruya yanıt bulmayı kolaylaştıran bir platform, çünkü bir anda yalnızca 30 film sunuyor, her gün bir tanesi eksiliyor ve yenisi ekleniyor. Seçkisi ise bir algoritmanın değil, sinema tarihini karıştıran bir ekibin marifeti. En yeniyi değil, başka yerlerde pek bulunmayan filmlerin en iyilerini bir araya getirmek amaç. Anahtar kelimeleri iyi bir film festivalininkiyle aynı: Usta yönetmenlerin eserleri, dünya sinemasından şaheserler, yeni keşifler…   MUBI’nin hedef kitlesi kimdir özetle? Filmlere dair tutkusu olan herkes. Güzel, farklı bir şey izlemek isteyen, film izlemeye zamanı olduğunda hiçbiri heyecanlandırmayan çok fazla seçenekten bıkmış olan herkes. Bizim izleyicimiz kendisini kıpırdatan, heyecanlandıran, ilgisini çeken ve onları zorlayan filmleri arıyor. Film seyretmeyi ve iyi yönetmenleri seviyor, yerel film festivalleri hoşuna gidiyor.   Kuruluşundan beri MUBI’nin seçkisin

2019’un şimdilik en iyileri

2019’un şimdilik en iyileri

Popüler müzik sahnesinde rüzgar uzun zamandır hip-hop’tan yana esiyor. Demet Akalın’ı bile bir hip-hop şarkısının videosunda görüyorsak bu zaferin geçici olmayacağını tahmin edebiliriz kolayca. Elbette kuru bir popülerlikten ibaret değil bu, vaktiyle caz ya da rock’ın yaptığı gibi zamanın ruhunu yansıtan, aynı zamanda sanatsal kalıpların sınırlarını zorlayan, yeni formlar icat eden bir tür hip-hop. Bu yıl yayınlanan Tyler, the Creator’ın ‘Igor’u ve Flying Lotus’un ‘Flamagra’sı bahsettiğimiz yenilikçiliği taşıyan eşsiz albümler. Avrupa cephesinde de Slowthai ‘Nothing Great About Britain’, Kate Tempest ise ‘The Book of Traps and Lessons’ ile bayrağı taşıyor. Fakat tek gıdamız hip-hop değil elbette, kıyıda köşede hâlâ alternatif cevherler var. Gelin, hip-hop’ı bir yana bırakıp 2019’un heyecan verici albümlerine bakalım.   Vampire Weekend  - ‘Father of the Bride’ New York vampirlerinin, Rostam Batmanglij’in gruptan ayrılmasından sonra nasıl bir dönüş yapacağı merak konusuydu ki Ezra Koenig 18 şarkılık epik bir albümle çıkageldi neyse ki. Vampire Weekend ile ilgili sevdiğiniz her şeyi bir araya getirin ve 18 ile çarpın. Her bir şarkı gerçek birer kötü gün dostu. Bu parçayı mutlaka dinleyin: ‘This Life’.   Thom Yorke - ‘Anima’ Thom Yorke hem Radiohead ile hem de diğer yan projelerinde bir hayli üretken olsa da 2014’ten bu yana bağımsız bir solo albüm yayınlamamıştı. ‘Anima’, Yorke’un elektronik müzik fantezilerini doya doya gerçekleştirdiği bir albüm. Üstüne de Paul Thomas Anderson

Marşandiz: Yolunuza ritim, muhabbetinize tat

Marşandiz: Yolunuza ritim, muhabbetinize tat

Bir neslin Anadolu pop geleneğini yeniden keşfetmesini sağlayan Hey! Douglas birkaç aydır bir hayli aktif, tam gaz ilerliyor diyebiliriz. Önce art arda Göksel, Can Gox ve Gaye Su Akyol ile klasik parçaların Hey! Douglas tarzı yorumlarından oluşan tekliler yayınladı. Hepimiz gelmekte olan albümün bir cover albümü olmasını beklerken 10 özgün besteden oluşan ‘Marşandiz’ ile ters köşeye yatırdı Hey! Douglas. Biz hâlâ ‘Marşandiz’i sindirmeye çalışalım, bu satırları yazdığımız sıralarda albüm öncesi teklilerin devamı niteliğinde bir çalışma daha geldi Hey! Douglas’tan. Fikret Kızılok klasiği ‘Leylim Leylim’ orijinal vokallerine dokunulmadan bir Hey! Douglas parçasına dönüştü VeYasin’in elinde. ‘Marşandiz’ gerçekten de her bir vagonunda başka coğrafyalardan, farklı türlerden esintiler taşıyan bir yük treni. Dub etkileri de var, funk da; türküler de çalınıyor kulağımıza soul parçaları da. Albümü dinledikten sonra Hey! Douglas’ın ardındaki isim VEYasin’in kapısını çaldık.   Albümde daha az sample var sanki bu sefer, canlı kayıtların ağırlığı da daha fazla hissediliyor. Telifle ilgili kısıtlamalar mı sizi böyle parçalar yapmaya itti? Sample benim için ses dosyasından öte, deneyim repertuvarımda bulunan birikimlerdir. Bu düşünceyle yaklaşırsak aslında albümün tamamı sample.   Nasıl bir kadroyla birlikte çalıştınız, kimler çaldı albümde? Trombon ve trompette Ekin Eti var. Klarnetleri Hasan Dağlar, flütleri Richard Laniepce çaldı. ‘Randevu’ şarkısının gitarlarında Alper Sarıoğlu, diğer

Listings and reviews (38)

Cross Fingers

Cross Fingers

Önce festivallerde açtıkları yemek kamyonları ile müdavimlerini oluşturmuş Cross Fingers. Restoranları sayesinde ise daha geniş bir kitleye ulaşabiliyorlar. Burger, burrito, wrap… Cross Fingers’ta seçeneğiniz bol. Meksika fasulyeli burrito’larından yemediyseniz hayatınızda bir şeyler eksik demektir. Baharatlı tırtıklı patates kızartmalarını yerken parmaklarınızın hızına şaşıracaksınız.

Cross Fingers

Cross Fingers

Newly opened Bomonti eatery Cross Fingers is the permanent location of a food truck that regularly makes the rounds at festivals. Veteran radio broadcaster Hakan Özdemirci spent a year serving street food to festivalgoers from the food truck he started with Serhan Somuncu. The eatery pays tribute to Cross Fingers’ mobile origins with a menu that focuses on burritos, wraps and burgers. The burritos are prepped with tortillas that come from Ranchero, one of the city’s premier Mexican restaurants. You can choose from options like chili con carne or chicken, and don’t forget to notify them if you’d like your burrito spicy. Though the burritos are the highlight of the menu, we also recommend checking out Cross Fingers’ burgers and salads. The mini burger comes with beef patties marinated in spices and tomato sauce – it’s simple yet delicious, and we can almost guarantee you’ll order two or three more after tasting one. If you’re watching your figure, you can also go for the salads with steak, chicken or veggies, topped with one of four dressings: balsamic, mustard, pesto or strained yogurt and avocado. Cross Fingers is home to a second mobile kitchen: Maslak-based coffee truck Manivela’s local booth, where you can follow up your meal with a hot beverage.

Grill Branché

Grill Branché

Grill Branché | Time Out İstanbulAtaşehir’deki Watergarden İstanbul içinde açılan mekan, İstanbul’da görmeye pek alışık olmadığımız türden bir et restoranı. Tamamını okumak için: https://www.timeout.com/istanbul/tr/restoranlar/grill-branche Geniş şarap kavı ve bar alanı sizi yanıltmasın, Grill Branché’nın uzmanlık alanı et. Ataşehir’deki Watergarden İstanbul içinde açılan mekan, İstanbul’da görmeye pek alışık olmadığımız türden bir et restoranı. Dünyanın dört bir yanındaki farklı mutfak kültürlerinin kırmızı et tariflerini bir araya getiren menüsü, Grill Branché’nin en büyük farklılığı. Burada Japon pişirme teknikleriyle hazırlanan bir bonfile de sipariş edebilirsiniz, Amerika’da ünlü olan surf & turf usulü, deniz ürünleriyle kırmızı eti aynı tabakta buluşturan bir ana yemek de. Müşterilerin görebilmesi için açık mutfak önünde yer alan dolapta sergilenen etler, Trakya ve Balıkesir yörelerinde yetiştirilen hayvanlardan elde ediliyor. Kendi kemiği üzerinde kuru yaşlandırma sistemiyle dinlendirilen bu etler, ideal sıcaklık ve nem oranında 21-28 gün arasında bekletiliyor. Menünün özellikle başlangıç kısmı hayli zengin, bu bölümden sipariş edeceğiniz paylaşımlık tabaklarla bile doymanız mümkün. Ağır ateşte pişirilmiş kaburga parçalarıyla hazırlanan nachos , kırmızı soğan turşusuyla servis ediliyor; birkaç saniye mühürlendikten sonra servis edilen dana bonfile tataki, masanızda üzerine dökülen sosuyla çok az daha pişiyor ve yemeye hazır hale geliyor. Mekan, adında da yer alan ızg

Passage 178

Passage 178

Eski Topaz, yeni Râna’nın arkasındaki Desert Group, yeni mekanları Passage 178’i, bir başka mekanları olan Escale’in hemen yanına açtı. Passage, ilk bakışta ayrı bir mekan değilmiş izlenimi verse de, menüsü ve havası düşünüldüğünde Escale’den epey farklı. Kanyon’un açık alanlarıyla bütünleşen mekan, hem öğle yemeği molaları, hem de AVM içinde kahvaltı yapmayı tercih edenler için havadar bir alan sunuyor. Kahvaltı seçeneklerinin dışındaki yemekler, menüde gözleri hemen burger, mantı, makarna gibi tanıdık lezzetler arayanları tatmin edecek. Saat 12.00’ye kadar uzun masaları kahvaltı tabağı ile donatabilir ya da bazlama ve dana sırtı ile hazırlanan eggs benedict veya kiraz domatesli çılbır gibi poşe yumurtalı seçenekleri tercih edebilirsiniz. Tüm gün kahvaltı imkanı sunan, füme antrikotlu croque monsieur gibi tostlar ve sandviçler ise mekanın fırınından çıkan ekşi mayalı ekmeklerle hazırlanıyor. 

Ragu Lokanta

Ragu Lokanta

4 out of 5 stars

Zorlu Center’ın içinde birçok yeme-içme mekanı varken neden beş dakika uzaklığındaki bir lokantada karnınızı doyurmak isteyesiniz ki? Ragu’yla tanıştıktan sonra, bu soruyu aklınıza bile getirmeyeceksiniz. Mutfak Sanatları Akademisi’nden mezun olan ve Balmumcu’daki Farfara’da deneyim kazanan genç şef Pınar Çöğür’ün açtığı Ragu, kimsenin hayır diyemeyeceği yemekleri bir araya getiren modern bir lokanta. Modernliğini mutfak kültürüne getirdiği yenilikçi bir tarz yerine, sunumda ve mekan tasarımındaki özelliklerle hissettirdiğini eklememiz gerek. Zira Ragu Lokanta’nın her gün değişen menüsünde karşımıza çıkanlar, karnıyarık ve mercimek çorbası gibi alıştığımız lezzetler. El yapımı şık seramik tabakları ve masa sayısından çok ferahlığa önem veren bahçe alanını, klasik bir lokanta menüsüyle aynı çatı altında görmek çok sevindirici. Sade bir sabit menüsü de var Ragu Lokanta’nın, bu menüden en çok sevdiğimiz seçenekler ise ev yapımı makarna ve erişteler oldu. Farklı soslarla eşleştirerek sipariş edebileceğiniz makarnalar, günlük menüyü göz ardı etmenize sebep olabilir. Yine de ziyaretiniz bir perşembe gününe denk düşüyorsa, İzmir köfteyi kaçırmamanızı tavsiye ederiz. Tepsinizi seçtiğiniz yemeklerle doldururken mekanın şıklığı sizi endişelendirmesin, fiyatlar da gayet uygun. Günün yemeklerinden seçtiklerinizle, muhtemelen 20 TL civarında bir hesap ödeyeceksiniz. Yemek alerjisi olanlar için pek çok seçeneğin bulunduğunu, özellikle glütensiz ve süt ürünsüz kek seçeneklerinin pek lezzetl

Joker No: 5

Joker No: 5

4 out of 5 stars

Beyoğlu’ndaki Joker açılalı 15 sene olmuş bile… Müdavimi olan gençlerle beraber Joker de büyüdü, dev bir şubesini Beşiktaş’a açtı (Beyoğlu’ndaki Joker ise ne yazık ki kapandı). Artık çoluk çocuğa karışan eski Joker’cilerin de, Joker’le yeni tanışan gençlerin de sık sık uğradığı Beşiktaş’taki Joker No: 19, 2016’daki Time Out İstanbul Yeme-İçme Ödülleri’nde En İyi Bar Ödülü’nü kazanmıştı. Joker’in neden hâlâ başarılı olduğu belli: Çehresini değiştirmiş gibi gözükse de, kendini geliştirmek dışında pek bir değişiklik yapmıyor Joker. Mutfak ekibinin bir hayli kalabalık olması, barmenlerinin sık sık ödül alması bunun kanıtlarından. Şimdi ise Joker ailesi, Nişantaşı’na adım attı. Joker No: 5 adlı şube, popülerliği dalgalanan Atiye Sokak’ta, daha önceki işletmelerin makûs talihi sebebiyle lanetli sayılabilecek bir noktada. Joker No: 5’in, açıldıktan kısa süre sonra bu laneti bozduğunu söylesek yeridir. Hem Nişantaşı halkı, hem de Beşiktaş’taki Joker’in müdavimleri bu yeni şubeye sık sık yolunu düşürüyor gördüğümüz kadarıyla. Mekânın kapasitesi bir hayli yüksek, geniş iç mekânı ve öndeki açık hava alanının yanı sıra arkada da bir avlusu var. Mutfak ise diğer Joker’le aynı çizgide; doyurucu porsiyonlar, makul fiyatlar, başarılı bir servis yine karşımızda. Sosis tabakları favorilerimiz arasında; büyük sosis parçalarının yanında gelen patatesler fırında pişmiş ve az yağlı. Joker’in bar yemekleri dışında, ana yemek seçenekleriyle de iddialı olduğunu unutmayın; mesela ördek confit gayet ba

Bord Food & Drinks

Bord Food & Drinks

4 out of 5 stars

Beşiktaş’taki Deniz Müzesi, şehrin müzecilik kültürü için bir istisna; ne de olsa modern ve yeni, ayrıca hayli merkezi bir konumda (Esaslı bir restorasyondan geçen Deniz Müzesi, 2013’te kapılarını açtı). Henüz ziyaret etmediyseniz, en kısa zamanda müzeye uğramak için bir bahaneniz de var artık: Müzenin girişinde açılan Bord. Deniz Müzesi’nin modern çizgisini bozmayan bir tasarımı var Bord’un; girişte yer alan geniş iç mekânı, yıldızlara benzeyen, çok sayıda şık, minik lambalarla aydınlatılıyor. Bahçesi ise Beşiktaş’ın en merkezi noktalarından birinde olmasına rağmen şaşırtıcı derecede sessiz, sakin ve huzurlu. Çalışmak veya kitap okumak için mükemmel bir nokta. Bord, basit bir müze kafesinden çok daha fazlası; müze ziyaretçilerinden çok daha fazla müşteriyi çekebilecek kalitede bir bistro. Menü gayet sade; birkaç makarna, burger, atıştırmalık, pizza, tatlı ve ana yemek seçeneklerinden ibaret. Parmesan ve mantarlı tortellini ile tagliolini çeşitleri ev yapımı. Dana tandır sandviç, burger ekmeğinde servis ediliyor; ballı barbekü sosla çeşnilendirilen, doyurucu bir seçenek. Sandviçin içine eklenen kızarmış jalapeno turşusunu çıkartmamanızı tavsiye ederiz; tatlı sosla beraber ilginç bir uyum yakalıyorlar. Bord’da hafta sonları müzenin açılış saatlerinden itibaren kahvaltı servisi de yapılıyor, Beşiktaş’ın kahvaltıcı kalabalığından kaçmak için gayet cazip bir alternatif. 

Odun Pizza

Odun Pizza

4 out of 5 stars

“Bizce harika pizzanın sırrı, malzemesinden çok hamurunda saklı.” Odun Pizza’nın manifestosu bu. İki gün boyunca mayaladıkları hamuru, 400 derece ısıya ulaşan ve sadece odun ateşi kullanılan bir fırında pişiriyorlar. Odun Pizza’nın ortakları Can Ünsal ve Suat Palpas, bu sayede kaliteli bir pizzanın hamuru için gereken standartları yakalamışlar; peki ya malzemeler? Bu konuda kolaya kaçtıklarını sanmayın. Kasap sucuklu pizzalarını sucukları bol baharatlı, yağlı ve nefis; enginarlı ve kuşkonmazlı pizzalarındaki sebzeler bir hayli taze, üstelik mozzarella yerine Bergama tulum peyniri kullanarak elde ettikleri uyum da şahane. Odun’un kurucularından Can Ünsal’ın, Reşitpaşa’da Mest adlı bir restoranı da var. Odun’un menüsü oluşturulurken Mest’in en sevilen ürünlerinden de faydalanılmış; Mest müdavimlerinin favorilerinden ördek confit’nin parçalar halinde pizza hamuru üzerine serpilerek, karamelize soğan ve üzümle beraber sunulduğu ördekli pizza ve Mest’in meşhur profiterolü gibi… Paket servis hizmeti veren bir pizzacı olmasına rağmen aynı zamanda dört dörtlük bir restoran Odun. Öncelikle ferah bahçesinde, içeceğiniz eşliğinde farklı farklı pizzaları tadarak kendinize bir ziyafet çekmenizi tavsiye ederiz. Beğenirseniz adresinize sipariş etmeyi de alışkanlık haline getirirsiniz.

Yume Food Empire

Yume Food Empire

3 out of 5 stars

Biliyoruz, siz de ev yemeği yiyemediğiniz öğünlerin çoğunda kendinizi burger siparişi verirken buluyorsunuz. Yemeksepeti’nde en çok tercih edilen ikinci yemek türünün burger olması bunun bir kanıtı (birincilik tabii ki lahmacunun). Doğal olarak İstanbul’da pek çok burgerci açılıyor, ama bize sorarsanız bu konuda da bir doyum noktasına ulaşıyoruz. Neyse ki Yume, farklı ve özgün burger reçeteleriyle benzerlerinin arasında parlıyor. Birkaç sandviç, dürüm ve tatlı çeşidi de sunmasına rağmen burası öncelikle bir burger mekânı. 120 gramlık burger köftesiyle yapılan klasik burgeri gayet başarılı; köftesinin sululuğu ve yağlılığı orta kararda. Esas akılda kalan tarifleri ise burger köftesi yerine ciğer kullandıkları dark burger. Tereyağında kızartılan yaprak ciğer, keçi peyniri ve pancar sosuyla nefis bir uyum yakalamış. Izgara tavuklu ve maydanozlu, sumaklı, soğanlı fit burger ise diyet yapanların tek tercihi olmak zorunda değil. Dilerseniz ekmek yerine marul parçaları kullanılan, sağlıklı burgerler de yiyebilirsiniz. Her burger çeşidi için geçerli olan bu seçeneği, tahmin ettiğinizden daha lezzetli bulacağınıza bahse gireriz. Yedikten sonra pişmanlık duymanızı engelleyen bir diğer sağlıklı seçenek ise yenilebilir çiçekler ve filizlerle renklendirilen; unsuz, glütensiz ve şekersiz Yume cake.

Biber Bar Ataşehir

Biber Bar Ataşehir

Ataşehir civarında geç saatlere kadar eğlenebileceğiniz nadir yerlerden. Menüsünde 37 çeşit kokteylin yanı sıra ızgara bıldırcın gibi yemekler de var.

Scarlet Steakhouse

Scarlet Steakhouse

Bakmayın siz dünya mutfağı olarak özetlenen menüsüne, mekânın adının da belli ettiği üzere Scarlet’e gittiğinizde et yemeniz şart. Etiler’in göbeğinde 800 metrekarelik bir alana yayılıyor Scarlet. Şehirdeki et oburlar daha önce Scarlet’in kurucusu, 29 yaşındaki Süleyman Dilek’in etlerinin tadına Günaydın Steakhouse’ta bakmış olabilir. Et işleme ve pişirme teknikleri konusunda usta olan Dilek’in başarısının ardında et aşkı ve müşterisiyle kurduğu hem samimi hem de mesafeli diyalog yatıyor. Zamana yayılan bir et sefası sürmek dışında Scarlet’e bar menüsündeki atıştırmalıkları tatmak ve DJ performanslar eşliğinde gecenin tadını çıkarmak için de yolunuzu düşürebilirsiniz.

Meatco House

Meatco House

İki büyük aşkımız burada buluşuyor: Boğaz ve et! Yeniköy’deki Meatco House’un arkasındaki isim de mekânın etleri ve lokasyonu gibi iddialı; Nusr-Et’ten tanıdığımız Mithat Erdem. Etin kaç farklı hali olabilir sorusunun cevabı Meatco House’un menüsünde saklı, zira 20’yı aşkın et çeşidini burada bulabilmeniz mümkün. Meatco House’ta etler kesildikten sonra 0-6 derecede, 20-28 gün boyunca dinlendirme dolabında bekletiliyor. Boğaz hattı ve yemek dendiğinde aklınıza hâlâ sadece balık restoranları geliyorsa, Meatco House’u denemenizin zamanı geldi de geçiyor demektir.

News (14)

Nice yıllara The Upper Crust

Nice yıllara The Upper Crust

The Upper Crust’ın Türkiye’deki 10. yılı vesilesiyle ekipten Mert Yılmaz ve Koray Berberoğlu ile konuştuk. The Upper Crust, Türkiye’deki 10. yaşını kutluyor. Boston menşeli bu meşhur pizza zincirinin Türkiye’ye gelişinin hikayesini anlatabilir misiniz?   Koray Berberoğlu: 2001 senesinde Mert Yılmaz ve Muzo Berberoğlu üniversiteden mezun olduktan sonra Boston’da çalışmaya başladılar. Mert’in çalıştığı mimari ofiste kendisine verilen ilk proje ilk Upper Crust şubesiydi. Mert ve Muzo, Upper Crust kurucusu Jordan ile çok iyi arkadaş olup, dükkanın inşaatından ilk pizza yapımına kadar çalıştılar. Ardından 2005 yılında Mert ve Jordan Miami’de bir ortaklığa giriştiler. Sonrasında ise 2008’de Mert’in Türkiye’ye dönüşüyle Muzo, Koray ve Mert’in The Upper Crust Türkiye macerası başladı.  Yeni yaş vesilesiyle yeni bir pizza yarattınız: Pizza Pekin. Bu pizzanın içeriğinden ve tarifin geliştirilme sürecinden bahseder misiniz? Nasıl bir damak tadına hitap ediyor yeni pizzanız? Mert Yılmaz: 10. senemiz için pizzada daha önce yapmadığımız, alışılmadık bir tat denemek istedik ve bunun için Asya mutfağından esinlendik. Asya mutfağını özellikle ördeği de çok sevdiğimiz için, ince çıtır hamurumuzla lezzetli bir tat yakalayacağımızı düşündük. Dört saat fırında özel Upper Crust sosuyla pişen ördeği kendimize has yöntemlerle çıtır hale getirip, karamelize soğan, salatalık, taze soğan, rende mozzarella ve hoisin sos ile birleştirdik ve adını Pizza Pekin koyduk.  Bizce enfes oldu! Bir sonraki menüye

İşi bilene sorduk: Astrolog

İşi bilene sorduk: Astrolog

Astrolog Efe Erten Eğitim hayatınla astroloji nerde, nasıl kesişti? Lisans eğitimimi Sabancı Üniversitesi’nde kültürel çalışmalar programında tamamladım. İlk master’ımı Oxford Üniversitesi’nde antropoloji bölümünde, ikinci master’ımı tekrar Sabancı Üniversitesi’nde ekonomi bölümünde yaptım. Kültürel çalışmalar programında aldığım epistemoloji dersleri bilgi, hakikat ve görecelilik üzerinde ufkumu açarak, maddesel olmayan bilgi edinme yöntemlerine bakış açımı değiştirdi. Antropoloji sayesinde haberdar olduğum farklı kültürlerdeki kozmoloji sistemlerinin benzerliği ile daha önceden de merakım olan tasavvuf, simya, kabala, hermetik gelenek ve Spinoza felsefesi gibi külliyatın hep aynı şeyden bahsettiğini fark ettim. Bu beni kainatın işleyişi konusunda sembolik bir dil sunan astrolojiye yöneltti. Ayrıca, ekonomi yüksek lisansında sayısal metodoloji kullanarak anlamlı ve somut sonuçlar çıkarma becerisi geliştirmem, astrolojiye yönelmemde çok faydalı oldu çünkü en eski çağlardan beri astroloji matematiktir, astrologlar birer astronomdur. Astrolojiye başlamamı sağlayan son halka, kendimi keşfetme çabamda karşılaştığım Jung’un kişilik tiplerini baz alan Myers–Briggs Testini çözmem oldu. Bu psikolojik testteki 16 tip ile Zodyak’ın 12 arketipi arasındaki benzerlik beni hem kendimi hem de kainatı keşif yolunda astroloji ilmine yöneltti. Astroloji ile ilgili nasıl eğitimler aldın?Barış İlhan’ın Astroloji Dersleri kitabını sayfası sayfasına özümseyerek başladım. Ardından Barış İlhan Yayın

Can Bora ve sanat topluluğu Berika, ‘Altar’ isimli heyecan verici bir projeye imza atıyor

Can Bora ve sanat topluluğu Berika, ‘Altar’ isimli heyecan verici bir projeye imza atıyor

‘Altar’ı bir tiyatro oyunu ya da bir dans gösterisi olarak tanımlamak yanlış olur. Üstelik önce yazılıp daha sonra sahneye konan bir eser değil. Metin yazımı, hareket ve sahne tasarımı eş zamanlı olarak sekiz aylık bir prova sürecinde tamamlanmış. Melez bir estetiğe sahip olan ve Berika ekibinin ‘yaratım’ olarak tanımlamayı tercih ettiği ‘Altar’, farklı disiplinleri harmanlayan bir iş. Ölmek üzere olan Rüzgar karakterinin bilinçaltına doğru çıktığı yolculuğu anlatan eser, bireyin kişiliğinin nasıl inşa edildiğini masaya yatırıyor. Tüm bunları ve daha fazlasını ‘Altar’ı yazan ve oynayan Can Bora ile konuştuk.   Can Bora   ‘Altar’ ne anlatıyor?‘Altar’ bir buluşma, hatta bir barışma hikayesi. Benim derdim kendimle; ne olduğumu, nasıl var olduğumu merak ediyor, insanın içindeki bakir potansiyelle ilgileniyorum. Kaynaklarım, beslendiğim yerler hep iç meseler, ruh-beden ilişkisi… İsminiz, cinsiyetiniz, yaşınız, mesleğiniz, aileniz, doğdunuz ülke gibi dış kavramlar elinizden alınsa, sizden geriye size ne kalır? Kimsiniz? Ya da kim olduğunuzu düşünüyorsunuz? Sekiz aylık bir prova süreci geçirdik ki bunu çok önemli buluyorum. Ne salt tiyatro, ne salt dans gösterisi yapmak istiyordum. Çünkü ikisinin de algı alanında yerleri farklı. Provalar bu sebeple uzun sürdü belki de… Sürekli bir şeyleri değiştirdik, ekledik, çıkardık. Ama sonuçta arzu ettiğimiz tarzı ve türü yakaladık! ‘Altar’, dediğim gibi bir barışma hikayesi. Hayatımızda bizi sorgulamaya iten bazı ‘kötü’ olaylar var: Hastalık

Bu limana demir atılır: 'Sound Ports'

Bu limana demir atılır: 'Sound Ports'

Fark ettiniz mi bilmiyoruz ama Sound Ports festivali her seferinde biraz daha çıtayı yükseltiyor ve kapsamını genişletiyor. Gül Baba Music’in elinden çıkan ve üçüncüsü gerçekleştirilen festivalin programına bakınca hemen sanatçıların çeşitliliği ve farklı seslerin çokluğu göze çarpıyor. Festivalin bu yılki teması ‘Empower One Another’. Kısaca yaratıcı endüstrilerin birbirlerini nasıl besleyebileceklerine, eklektik alt kültürlerin nasıl yeşerebileceğine kafa yoruyor Sound Ports. Ama daha güzeli kafa yormakla yetinmeyip farklı karşılaşmalar yaratıyor, farklı müziklerin, seslerin ve eğilimlerin birbirini beslemesine olanak tanıyor. Dünyanın dört bir yanından isimler ‘Through City’ ve ‘Mix the City İstanbul’ gibi prodüksiyonlarıyla play tuşlarımızı epey bir aşındıran İsrailli müzisyen Kutiman; Etiyopya’dan son yıllarda çıkan en heyecan verici seslerden biri olan ve Afrika müziğine saykedelik bir soluk getiren Gili Yalo; Arjantinli alternatif rap üçlüsü Femina festivalin ilk göze çarpan isimleri. Son yıllarda ülkemizden çıkan en orijinal ve yenilikçi şarkı yazarlarından biri olan Deniz Tekin, hafif alaturka kokan tarzıyla piyasaya hızlı bir giriş yapan Melike Şahin ve İstanbul’un sağlam reggae temsilcilerinden Simba Roots da bu iki günlük müzik maratonuna katılıyor.   Deniz Tekin   Hip hop’sız olmaz Sound Ports’un yeni sesleri, yeni karşılaşmaları ve sanatsal iş birliklerini teşvik etmeyi kendisine misyon edindiğini söylemiştik. Müzik piyasasını az da olsa takip eden herkes son

28. Akbank Caz Festivali'ne hazır mıyız?

28. Akbank Caz Festivali'ne hazır mıyız?

İstanbul’da sonbahara en çok yakışan etkinliklerden biri Akbank Caz Festivali. 1991 yılından bu yana İstanbul’a alanının en usta isimlerini getirmeye, konser salonlarının yanı sıra üniversite kampüslerini ve Türkiye’nin farklı şehirlerini de müzikle doldurmaya devam ediyor. Festival programı bu sene yine her zamanki gibi gayet zengin. 17 Ekim’de Shinya Fukumori Trio’nun sakin ve romantik performansıyla start alacak festivalde Tarkovsky Quartet gibi sinematografi ve müziği birleştiren projelere de, Nubya Garcia gibi elektronik müziğin imkanlarını caza taşıyan isimlere de yer var. Büyük isimler Festivale konuk olacak tüm isimleri tek bir postere sığdırmaya kalksak bazı sanatçıları birkaç punto büyük yazardık illaki. Her kesimden dinleyiciyi konser salonlarına çekecek, şöhretleri caz dünyasının ötesine geçmiş konukların ilki İngiliz piyanist ve vokalist Jamie Cullum. Volkswagen Arena’da ağırlayacağımız Cullum yer yer pop ve rock estetiğine kayan piyano tekniğiyle günümüzün en etkileyici caz piyanistlerinden biri. Festival programının bir diğer büyük ismi olan Till Brönner ise Almanya’nın Chet Baker’ı olarak anılıyor. Son albümü ‘The Good Life’ için uzun bir turneye çıkan trompetçi bu kapsamda İstanbul’a da uğruyor. The Bad Plus ise neredeyse 20 yıldır avangart cazın sınırlarında cambazlık yapan bir ekip. Festivalin dört gözle beklenen bir diğer ismiyse İstanbul’da sıkı bir dinleyici kitlesi olan Avishai Cohen.       Jamie Cullum         Afro esintiler Fela Kuti, Sun Ra ve Tony

Indie neydi ne oldu?

Indie neydi ne oldu?

Indie denince zihninizde yankılanan şarkılar hangileri? Bir müzik türü olarak son derece muğlak ve sınırları belirsiz bir sözcük indie. Aslında 70’lerin sonunda kullanılmaya başlandığında bambaşka parametrelerden bahsediyordu bu sıfat. İngilizcede bağımsız anlamına gelen ‘independent’ın kırpılmasıyla oluşan sözcüğün asıl vurgusu piyasadan ve sınırlarından bağımsız olmakla ilgiliydi. Evlerinin garajlarında albümlerini kaydeden gençler, plak dağıtımından halkla ilişkilerine kadar her şeyi kendi kendine çözmeye çalışan sanatçılar vardı. Sektörün ticari kaygılarından uzak olmak beraberinde sanatsal bir bağımsızlık ve kaçınılmaz olarak da yenilik getiriyordu. Bu yaklaşımı destekleyen Rough Trade ve Sub Pop gibi plak şirketleri kurulmaya başladı, bu şirketler palazlandı, indie olarak anılan sanatçılar on binlerce kişilik salonlarda konserler verir hale geldi. Ticari başarıyla birlikte bazı öncelikler geri plana itildi, bazılarına ise artık ihtiyaç kalmadı. Artık Arcade Fire’dan Arctic Monkeys’e onlarca büyük isim hâlâ indie olarak anılıyor. Bu kötü bir şey değil elbette, belli bir sanatsal refleksin kabul gördüğünün göstergesi. Öte yandan artık tanımı muğlak ve boş bir gösteren olsa da başlangıçtaki meşaleyi taşımaya gayret eden isimler de hâlâ var.

Chill-Out Festival İstanbul'da kaçırmamanız gereken beş isim

Chill-Out Festival İstanbul'da kaçırmamanız gereken beş isim

Festivalin Çeşme ve Bodrum ayaklarında ısınma turlarını tamamladıysanız büyük partiye geçebiliriz. Bu yıl deri değiştiren Chill-Out adres değişikliğine gidip Garden Fiesta’yı mesken tutuyor. Sahne alacak sanatçıların listesi hayli uzun, aralarından aman kaçırmayın dediğimiz beş ismi seçtik.   Lindstrøm   1. Lindstrøm Oyun yazarı Henrik Ibsen ve ressam Edward Munch’tan sonra Norveç’ten çıkan en önemli isim olmaya aday bir sanatçı Hans-Peter Lindstrøm. Gençliğinde hard rock gruplarından kilise korolarına kadar farklı mecralarda müzik üretmiş ve elektronik dans müziğiyle neredeyse hiçbir teması olmamış. Hâlâ da performansı olmadığı zamanlarda evde ailesiyle sakin akşamlar geçirmeyi tercih ediyor. Fakat DJ kabinine geçtiğinde on kaplan gücünde, zira yaratıcılığını en iyi konuşturduğu yerin burası olduğunu fark edeli uzun zaman olmuş. Renkli müzikal geçmişi bugün ürettiği parçalarda duyulabilir dikkatli dinlerseniz. Bugün Norveç disko sahnesinin en önemli figürlerinden biri. Franz Ferdinand’dan Roxy Music’e remiksleriyle coşturduğu isimlerin listesi oldukça uzun. Tarzını özetlemek gerekirse downbeat uzay diskosu diyebiliriz herhalde. 15 Eylül’de sahnede.     Matthew Dekay     2. Matthew Dekay Hollandalı besteci ve DJ Matthew Dekay klasik piyano eğitimi almış olsa da onun için asıl okul Hollanda’nın 90’lardaki canlı elektronik müzik sahnesi olmuş. Parçalarının ince hesaplı düzenlemelerini Satie ve Vangelis gibi bestecilerden aldığı ilhama; hareketli ruhuysa Bob Marley ve King T

Red Bull Music Festival İstanbul

Red Bull Music Festival İstanbul

Türkiye’nin çok sesliliğini en iyi şekilde yansıtan, farklı kültürlere yer veren, yerel ile evrenseli buluşturan kültür mecralarından birinin Red Bull şemsiyesi altında hayat bulduğu uzun zamandır aşikar. Red Bull Music Festival ise bu uzun soluklu ve yenilikçi yaklaşımın kaçınılmaz bir meyvesi. New York, Los Angeles ve São Paulo gibi adreslerden sonra 26-30 Eylül tarihlerinde İstanbul’u kuşatıyor. Beş güne ve yedi farklı mekana yayılan festivalde onlarca müzisyen sahne alıyor, film gösterimleri ve sergiler gerçekleşiyor. Ufak bir rehbere ihtiyaç duyarsınız diye festival programını satır satır inceledik. Ajandanızı ayarlamaya şimdiden başlayın.   Keşfet: Round Robin Red Bull’un çok sesliliğine yakışan bu konseptin dümeninde Murat Ertel var. Önce Zen, sonra Baba Zula ile müzik sahnemize hem deneysellik hem de yerli olana dair bir keşif refleksi kazandıran Ertel’in küratörlüğünde, kolay kolay karşımıza çıkmayacak bir doğaçlama konseptine davetliyiz. Round Robin ilk bakışta birbirlerinden farklı görünseler de aralarında kuvvetli ve görünmez bir bağ bulunan müzisyenleri tek tek sahneye taşıyor. Bu geceye ses verecek tüm isimler konfor alanlarının dışına çıkıp kalıpları yıkarak, geçmiş ve gelecekle farklı bir bağ kurarak müzik üretti, üretmeye devam ediyor. Konser dahilinde önce bir müzisyen sahneye çıkıyor ve beş dakikalık bir performans sergiliyor, sonra sahneye bir kişi daha çıkıyor ve performans, doğaçlama bir düete dönüşüyor. İlk sahne alan iniyor, kalan müzisyen beş dakika t

Terasta tarla var

Terasta tarla var

Akmerkez’de ne görmeyi beklersiniz? Ünlü markaların mağazalarını, lüks restoranları, alışveriş torbalarıyla gezen Etiler insanlarını görmek sizi şaşırtmaz herhalde. Peki ya domates, lahana ve fesleğenlerle dolu tarım alanlarıyla karşılaşmayı bekler misiniz? Akmerkez’in tepesindeki terasta bambaşka bir dünya var adeta. Permakültür konusunda uzman olan mimar Hasibe Eren'in tohumlarını attığı, Taksim Meydanı’ndaki yerlerinden tanıdığımız, kentsel tarım üzerine çalışan Ek Biç Ye İç ekibinin iş birliğiyle geliştirilen bu alan sürdürülebilirlik konusunda hepimize ders veriyor. AVM restoranlarının atıkları kurulan kompost sistemleriyle toprağa dönüştürülüyor ve alanda çalı fasulyesi, mısır, ayçiçeği, yer fıstığı ve daha pek çok çeşit bitki ekiliyor; terasın ziyaretçileri de kentte sürdürülebilir tarımın mümkün olduğunu keşfediyor. Mayıs sonundan beri terastan yaklaşık 50 kilogram mahsul toplanmış bile. Havaların soğumasıyla çalışmalar durmayacak, sonbahar ve kış aylarında da sera alanı kullanılacak, kış sebzeleri yetiştirilecek. Siz de bu tarım alanını ziyaret ederek çalışmaları izleyebilir, merak ettiklerinizi teras çiftçilerine sorabilir, atölyelere katılarak kentsel tarım konusunda kendinizi geliştirebilir ve hatta gönüllü olarak çalışarak elinizi toprağa alıştırabilirsiniz. Öğrendiklerinizi kendi evinizde veya bahçenizde uygulamak isteyeceğinize eminiz. 

İstanbul’da Dünya Saati: Şehrin simgeleri 25 Mart akşamı bir saatlik karanlığa bürünecek

İstanbul’da Dünya Saati: Şehrin simgeleri 25 Mart akşamı bir saatlik karanlığa bürünecek

25 Mart akşamı normalde ışıl ışıl olan Boğaz köprülerini sönük bulursanız şaşırmayın, bu karanlık hayırlı bir iş için. WWF’in organizasyonuyla yedi kıtada 7 binden fazla kente yayılan Dünya Saati etkinliği kapsamında bugüne kadar Buckingham Sarayı’ndan Eyfel Kulesi’ne, pek çok ikonik yapı ışıklarını söndürerek katıldı. Etkinlik kapsamında Topkapı Sarayı, Süleymaniye Camii ve Dolmabahçe Sarayı gibi İstanbul simgeleri bu sene de bir saatliğine karanlığa bürünüyor. Bu seferki Dünya Saati’nin ilginç bir yönü de ilk defa iki spor kulübünün etkinliğe destek vermesi; Beşiktaş JK Vodafone Arena’nın, Galatasaray ise Türk Telekom Arena’nın dış ışıklarını kapatarak iklim değişikliğine dikkat çekiyor. Peki bu eylem ne işe yarıyor? Bu senenin en büyük amacı Akdeniz ormanlarının iklim değişikliğine uyum sağlaması için yürütülen projeye bağış toplanması. ORMAN yazıp, 8486’ya bir mesaj atarak projeye 10 TL’lik bağışta bulunabilirsiniz. Işıklarını kapatarak Dünya Saati’ne katılmak isteyen birey ve kurumlar, dunyasaati.org adresinden kayıt yaptırabilir.

Yine geldi: Mercedes-Benz Fashion Week Istanbul

Yine geldi: Mercedes-Benz Fashion Week Istanbul

Senede iki kere düzenlenmesi sebebiyle milli bayramlarımızdan daha fazla aşina olduğumuz yerli moda haftamız kapıyı çalıyor. Mercedes-Benz Fashion Week Istanbul’un dokuzuncu sezonu, 20-24 Mart tarihleri arasında Beyoğlu’ndaki Grand Pera’yı mesken belliyor. Tarihi Cercle d’Orient binasının içinde gerçekleşecek defile ve etkinliklerin bir kısmı da Emek Sineması adıyla Grand Pera’da geçtiğimiz aylarda açılan salonda gerçekleşecek. Niyazi Erdoğan, Bashaques, Sudi Etuz, Özlem Süer, Mehtap Elaidi gibi başarılı tasarımcıların Sonbahar/Kış 2017 koleksiyonlarını sergileyeceği haftanın en ilgi çekici yönlerinden biri kuşkusuz sıra dışı ‘Mercedes-Benz presents DB BERDAN’ defilesi. Çılgın desenleri ve canlı renkleri sık sık kullanan DB BERDAN’ın defile sunumunun da en az kıyafetleri kadar sıra dışı olacağından eminiz. Moda dergilerinde çalışmayan, tasarımcı arkadaşları olmayan, dolayısıyla defilelere davetiye bulamayan fanilerin ilgisini çekecek hadiselere de yer var moda haftasında. Seçili marka ve tasarımcılar, geçici mağazalarla moda haftasından başlayarak bir ay boyunca Grand Pera bünyesinde moda meraklılarının cüzdanlarına göz dikiyor. Daha fazla bilgi için: mbfwistanbul.com

Nike Air Max’lere Türkiye’den tasarım dokunuşu

Nike Air Max’lere Türkiye’den tasarım dokunuşu

Air Max’lere Türkiye’den tasarım dokunuşu Spor ayakkabılara biraz bile ilginiz varsa Nike Air Max efsanesine aşinasınızdır. 30 senelik bu model sık sık yenileniyor, hayranlarını peşinden koşturan yeni tasarımları için mağazaların önünde uzun kuyruklar oluşuyor. Nike bu sene ilk defa yeni Air Max’ler geliştirmek için dünyanın farklı yerlerinden 12 tasarımcıyı Oregon'daki Nike Dünya Genel Merkezi'ne davet etti. Bizim bu satırları yazmamızın sebebi ise bu tasarımcılar arasında Türkiye’den tanıdık bir ismin de olması: Doğu ile Batı’yı esprili tasarımlarla buluşturan, Hollywood yıldızlarının gözdesi Les Benjamins markasının arkasındaki Bünyamin Aydın. Aydın’ın tasarladığı Air Max, Doğu kültürünü modern baskılarla çağrıştırıyor. ‘Vote Forward’ projesi kapsamında lanse edilen 12 tasarım nike.com/voteforward sitesinde oylamaya açıldı, kazanan tasarım ise 26 Mart’ta Air Max’ın doğum gününde ilan edilecek. Siz de Türkiye’den yetenekli bir tasarımcının birinci gelmesini isterseniz siteye uğrayın ve Bünyamin Aydın için oy verin. Diğer yarışmacı arkadaşların yarattığı sıra dışı tasarımlara göz atmayı da unutmayın. Oylama 25 Mart’a kadar nike.com/voteforward adresinde devam ediyor. Les Benjamins'in tasarımcısı ve kurucusu Bünyamin Aydın'la röportajımızı okuyun.