Articles (40)
Anılar ve acılarla dolu bir atölye
Nedir bu dükkan? Meksika tarifli ve yerel malzemeli soslar, reçeller ve atıştırmalıklar üreten bir atölye. Meksika’da Türk kahvaltısı ve reçel satan Selen Bayrak, Türkiye’ye dönünce kurmuş bir girişimi. Güzel Anılar Dükkanı’na özel reçeteleri, gezdiği ülkelerden topladığı eşyalarla dolu atölyesinde lezzetli ürünlere çeviriyor. Ürünlerin malzemeleri için üreticilerle bizzat iletişime geçmeyi tercih ettiğini söylüyor. “Zeytinyağını Antakya’dan; sarımsağı Taşköprü’den; biberleri Kahramanmaraş, Gaziantep ve Bilecik’ten alıyorum. Tedarikçileri seçerken kadın üreticileri desteklemeye çalışıyorum.” Onun için en özel malzemelerden biri ise, Meksika’dan getirttiği chipotle biberi. Atölyede neler üretiliyor? Acı soslar, marmelatlar, tropik meyve reçelleri ve acılı çerezler. En ünlü ürünlerinin adları, Meksika kasabaları ve şehirlerinden geliyor. “Acıyı seven ve acıya giriş yapmak isteyen iki farklı grup olduğunu düşünüyorum. Bu iki gruba da hitap etmeye çalışıyoruz,” diyor Selen Bayrak. Çok acı sevenler turna yemişi ve yer fıstıklı, hafif tatlı Oaxaca sosunu; az acı sevenler ise hibisküs, kişniş tohumu ve sarımsaklı, hafif ekşi Zipolite’yi alıyor. Acı fanatikleri ise beş farklı acı biberin sızma zeytinyağı ile harmanlamasıyla yapılan Salsa Maça’ya bayılıyor. Mevsim meyveleriyle yapılan acılı marmelatların da hayranı bol, özellikle Haziran’da tekrar hazırlanacak acılı erik marmelatının. Şu an acılı ayva ve acılı elma marmelatları raflarda. Papaya reçeli ise tropik reçel seçeneklerinin
Sónar’da bu isimleri kaçırmayın
Avrupa’nın batı ucunda başlayıp adım adım tüm dünya metropollerine yayılan Sónar bu sene de müzik, sanat ve teknolojinin kesişim noktasında eşsiz bir maraton vadediyor. Üç güne yayılan festivalde kaçırılmayacak 10 isme yakından baktık. Christian Löffler (live) Program açıklandığında heyecan yaratan birçok isim oldu elbette, fakat hiçbiri Christian Löffler’inki gibi bir beklenti yaratmadı. 2012’de Kuzey Almanya’da kaydettiği ilk ambient-tekno kaydı ‘A Forest’ ile müzik sahnesine taptaze bir soluk getirmişti Löffler. Zengin bir sample kütüphanesi minimal, melankolik ve tekrarlara dayalı bir altyapıya eşlik ediyordu. Löffler o zamandan bu yana bizi pek hayal kırıklığına uğratmadı ve her parçasıyla yeni bir manzara çizdi, yeni bir atmosfer yarattı. Şimdi kendisini canlı izleyip mest olabileceğiz. Paul Kalkbrenner Paul Kalkbrenner, Berlin elektronik müzik devriminin öncülerinden, mareşallerinden biri. Duvarın yıkılıp iki Almanya’nın birleşmesi ile Kalkbrenner’ın müziğe başlaması aşağı yukarı aynı zamanlara denk düşüyor. Bu anlamda gerçekten de Berlin müzik sahnesinin son perdesinin içinde pişmiş, bir yandan da onu şekillendirmiş bir isimden bahsediyoruz Kalkbrenner’ı andığımızda. Gerçekten kült bir performansa şahit olmak istiyorsanız, nerede olmanız gerektiğini biliyorsunuz. Red Axes (live) Sónar’ın bu yılki canlı performanslarından biri Niv Arzi ve Dori Sadovnik’ten müteşekkil Red Axes’a emanet. İsrailli ikili kendi folk müziklerinden Afro ritimlere, Uzak Doğu armonilerinden
Günümüze ve yalnızlığa dair
‘DreamBazaar’ ne anlatıyor? Ana temaları ve ilham kaynakları neler? ‘DreamBazaar’, küresel ısınmanın artık iyice hissedildiği bir zaman diliminde Adem isimli bir karakterin yalnız geçen doğum gününü ve elinde kalan son bitkisini büyütme çabasını anlatıyor. İzleyicileri, samimi ve mahrem bir ev alanına davet ediyoruz. Metne birtakım hareket tasarımları eşlik ediyor; böylece oyun tiyatro ve performatif düzlem, gerçek ve hayal, bilindik şeyler ve sürprizler arasında gidip geliyor. Eserin ana teması bir bitkiyi (yaşam şevkini) büyütebilmek için gösterilen insani ve çocuksu çaba. Adem’in bitkisi, minik aşk merdivenine şöyle diyor: “Büyümezsen biteriz, anlıyorsun değil mi? Tümden bi-ter-iz!” Doğa ve ağaçlar hakkında öğrenilecek ve uygulayacak çok şeyimiz var! Kıyametin eşiğindeyiz, farkındasınız değil mi? Bunun dışında diğer bir ana tema ise yalnızlık. Solan bitki gibi, şehir hayatında artık aramızdaki sosyal bağların da yozlaştığı su götürmez. İstedik ki, hem doğa ve insan arasındaki yalnızlığı hem de birbirimize olan yalnızlığımızı sergileyelim. Oyun, bir kara komedi; seyirciler gülerken güzel vakit geçiriyor ama hepimiz ağlayacak halimize gülümsediğimizin farkındayız. Bu süreçte yazar olarak Beckett’ten, onun insanı, yaşamı yorumlamasından ilham aldım. Oyunun sonunda ise bugünün ihtiyaçlarını göz önüne alarak Beckett’ten daha iyimser bir yere geçiş yapmayı tercih ettim. Bu fikirler nasıl ortaya çıktı ve gelişti? Bir gün ortağım Ufuk Şenel’le çay içerken “Sahnede gökkuşağı yar
Sandıktan bu kez umut çıktı
Bir Tindersticks albümü dinlemek yıllardır müdavimi olduğunuz bir fırına uğramaya benzer. Karşınıza şaşırtıcı bir şey çıkmaz belki, ama sunulan tanıdık, basit ve lezzetli ekmeğin sizi tatmin edip etmeyeceğine dair bir şüphe de duymazsınız. Tindersticks 30 yıldır çıtayı asla düşürmeden birinci sınıf şarkılar koyuyor önümüze. Trendleri, yeni paradigmaları umursamadan en iyi bildikleri şeyi yapıyor, tüm hayatı tatlı bir melankoli süzgecinden geçirip hayatı dinleyicileri için biraz daha katlanılır kılıyorlar. Stephen Deusner güzellik kavramına Tindersticks kadar romantik bir açıdan bakan başka bir grup olmadığını iddia ediyor (belki Bad Seeds, tabii kıyamet öncesinin Bad Seeds’i olsa gerek). Son albümleri ‘No Treasure But Hope’un açılış parçası ‘For the Beauty’, Deusner’ın iddiasını haklı çıkarır cinsten bir parça. Karanlık bir piyano melodisi eşliğinde neredeyse 19 yüzyıl romantiklerinin güzellik arayışlarına dönüşüyor şarkı. Stuart Staples’ın eşsiz bariton vokali eşliğinde eşsiz bir 46 dakikanın sizi beklediğini hemen fark ediyorsunuz. Peki, 2016’da yayınladıkları ‘The Waiting Room’dan bu yana grup cephesinde neler değişti? ‘No Treasure But Hope’ adından da anlaşılacağı üzere çok daha iyimser, biraz daha gün ışığına açık bir Tindersticks albümü. ‘The Amputees’ (Türkçee ‘ampüteler’ anlamına gelen adı sizi yanıltmasın), ‘Pinky in the Daylight’ ve ‘See My Girls’ gibi mutluluk dozu yüksek parçalar var albümde. Stuart Staples albümdeki şarkıların büyük bir kısmını Yunanistan’ın İt
Heritage Restaurants
The story of Istanbul's heritage restaurants, is in a way, the story of Istanbul, a testament to the city’s multicultural heritage and rich history. From provincial immigrants leaving their villages to seek fame and fortune in the city to Russian émigrés fleeing the Revolution who have called Istanbul home, the success stories behind these surviving icons tell extraordinary tales of becoming an Istanbullu. In coming up with this list, we’ve selected restaurants that are at least half a century old and still feel historic, have greatly contributed to Istanbul’s culinary legacy, and have maintained a sense of continuity, most often operating from their original shops serving up family recipes passed down from one generation to the next. Pandeli Around the turn of the century, Pandeli, the son of a Greek shepherd from Niğde, moved to Istanbul and started what was to become a legendary culinary career. After working odd jobs as a dishwasher and a barber’s apprentice, Pandeli began selling piyaz (bean and onion salad) and köfte (meatballs) in the vicinity of where he would later open his eponymous restaurant. After half a century of operating eateries across Istanbul, Pandeli opened his current restaurant on the upper floor above the entrance of the Spice Bazaar, a location allocated to him by order of the state after his previous restaurant was looted during the 6-7 September pogrom of 1955. Hardships have always been part of Pandeli’s saga and the legendary restaurant clo
Sanal İstanbul
Counter Strike ve benzeri çevrimiçi FPS oyunlarının Türkiye’de ne kadar sevildiği malum. Vatansever kahramanlık hikayelerinin de bu topraklarda çok tuttuğunu g öz önüne alınca, Zula’nın başarısının nedeni belli oluyor: Türkiye’de üretilen, tamamen Türkçe olan bu o yun, Türkiye’nin çeşitli yerlerinde geçen savaşlara sahne oluyor. Bir tarafta asker v e istihbaratçılardan oluşan Zula ekibi, diğer tarafta paralı askerler den oluşan Gladyo üyelerinin İstanbul’daki savaş alanlarına geçtiğimiz günlerde yeni bir tanesi daha eklendi. Her bir harita ortalama dört-beş aylık bir sürede, 7 ila 10 kişilik bir grafik ekibi tarafından hazırlanıyor ve gerçek mekanlardan esinlenerek oluşturuluyor. Kız Kulesi Zula’ya eklenen son İstanbul haritası, oyunun yaz sezonu güncellemesiyle beraber yayınlandı. Hikayeye göre Gladyo üyeleri, Kız Kulesi’nin altında gizli bir mahzen olduğunun haberini alıyor. Zula ekibi, buradaki tarihi eserleri ele geçirmek isteyen Gladyo’yu engellemeye çalışırken savaş, kulenin mahzeninden, yakınındaki bir vapura kadar sıçrıyor. Üsküdar Sokakları Zula’daki bir diğer İstanbul haritasını bulmak için Kız Kulesi’nden çok uzaklaşmamız gerekmiyor. Üsküdar Sokakları oyunun açık havada geçen savaşlara sahne olan popüler haritalarından biri. Gerçek sokaklardan esinlenen haritada, sahildeki Şemsi Ahmet Paşa Camii bile yer alıyor. Metro Zula ve Gladyo ekipleri, Üsküdar ’da karşılaştıktan sonra savaş yer altına sıçrıyor. Bu haritanın e sinlendiği yer, Levent Metro İstas
Online cinematheque
IN THE BEGINNING Was the VHS. Then came the VCD, the DVD, and the Blu-ray, and soon the experience of going to the movies could be replicated in the comfort of the home. But the question of what to watch still remained. In 2007, Turkishentrepreneur Efe Çakarel stepped up to the curatorial challenge and launched the streaming service MUBI. Instead of an à la carte library found on platforms like Netflix, MUBI offers a rotating lineup of 30 art-house films, with a new film added every day to replace one that has expired its 30-day run. Who is MUBI’s target audience? Anyone who shares a passion for cinema, who wants to watch something beautiful and special, and who is tired of too many uninteresting options to choose from. Our audience is interested in films that move, excite and engage them. They appreciate good directors and local film festivals. Since its inception, MUBI has remained consistent in the kind of films it picks. What has been the biggest change? The biggest change came when we adopted a curatorial model run by real people and not by computer programs. Our goal has always been to showcase the best of cinema, and we have made it even easier to find a great film to watch at any given time. Who selects the films? We have an international team of curators whose mission it is to make MUBI the most exciting online streaming Efe Çakarel 20 September – October 2019 Time Out Istanbul in English platform in the field. We discover new talents at film festivals around the
Çevrimiçi sinematek
Önce VHS vardı, sinemalarda artık gösterilmeyen filmleri izlemek için iyi bir yöntemdi. Ardından VCD, DVD ve Blu-Ray teknolojileri geldi; evimizden çıkmadan izleyebileceğimiz filmlerin sayısı arttı, görüntü kalitesi gelişti. Bu arada bir noktada, yasadışı yöntemlerle de bu işi halledebileceğini fark etti insanlık; hatta bazen, yasal yollardan daha kolaydı istediğimiz filmi istediğimiz anda indirebilmek. Teknoloji gelişti, elimizdeki imkanlar çoğaldı, abonelik sistemiyle çalışan çevrimiçi platformlar sayesinde filmlere ulaşmak kolaylaştı, ama bir soru hâlâ akıllarda kaldı: “Ne izlesek?” MUBI, işte bu soruya yanıt bulmayı kolaylaştıran bir platform, çünkü bir anda yalnızca 30 film sunuyor, her gün bir tanesi eksiliyor ve yenisi ekleniyor. Seçkisi ise bir algoritmanın değil, sinema tarihini karıştıran bir ekibin marifeti. En yeniyi değil, başka yerlerde pek bulunmayan filmlerin en iyilerini bir araya getirmek amaç. Anahtar kelimeleri iyi bir film festivalininkiyle aynı: Usta yönetmenlerin eserleri, dünya sinemasından şaheserler, yeni keşifler… MUBI’nin hedef kitlesi kimdir özetle? Filmlere dair tutkusu olan herkes. Güzel, farklı bir şey izlemek isteyen, film izlemeye zamanı olduğunda hiçbiri heyecanlandırmayan çok fazla seçenekten bıkmış olan herkes. Bizim izleyicimiz kendisini kıpırdatan, heyecanlandıran, ilgisini çeken ve onları zorlayan filmleri arıyor. Film seyretmeyi ve iyi yönetmenleri seviyor, yerel film festivalleri hoşuna gidiyor. Kuruluşundan beri MUBI’nin seçkisin
2019’un şimdilik en iyileri
Popüler müzik sahnesinde rüzgar uzun zamandır hip-hop’tan yana esiyor. Demet Akalın’ı bile bir hip-hop şarkısının videosunda görüyorsak bu zaferin geçici olmayacağını tahmin edebiliriz kolayca. Elbette kuru bir popülerlikten ibaret değil bu, vaktiyle caz ya da rock’ın yaptığı gibi zamanın ruhunu yansıtan, aynı zamanda sanatsal kalıpların sınırlarını zorlayan, yeni formlar icat eden bir tür hip-hop. Bu yıl yayınlanan Tyler, the Creator’ın ‘Igor’u ve Flying Lotus’un ‘Flamagra’sı bahsettiğimiz yenilikçiliği taşıyan eşsiz albümler. Avrupa cephesinde de Slowthai ‘Nothing Great About Britain’, Kate Tempest ise ‘The Book of Traps and Lessons’ ile bayrağı taşıyor. Fakat tek gıdamız hip-hop değil elbette, kıyıda köşede hâlâ alternatif cevherler var. Gelin, hip-hop’ı bir yana bırakıp 2019’un heyecan verici albümlerine bakalım. Vampire Weekend - ‘Father of the Bride’ New York vampirlerinin, Rostam Batmanglij’in gruptan ayrılmasından sonra nasıl bir dönüş yapacağı merak konusuydu ki Ezra Koenig 18 şarkılık epik bir albümle çıkageldi neyse ki. Vampire Weekend ile ilgili sevdiğiniz her şeyi bir araya getirin ve 18 ile çarpın. Her bir şarkı gerçek birer kötü gün dostu. Bu parçayı mutlaka dinleyin: ‘This Life’. Thom Yorke - ‘Anima’ Thom Yorke hem Radiohead ile hem de diğer yan projelerinde bir hayli üretken olsa da 2014’ten bu yana bağımsız bir solo albüm yayınlamamıştı. ‘Anima’, Yorke’un elektronik müzik fantezilerini doya doya gerçekleştirdiği bir albüm. Üstüne de Paul Thomas Anderson
Marşandiz: Yolunuza ritim, muhabbetinize tat
Bir neslin Anadolu pop geleneğini yeniden keşfetmesini sağlayan Hey! Douglas birkaç aydır bir hayli aktif, tam gaz ilerliyor diyebiliriz. Önce art arda Göksel, Can Gox ve Gaye Su Akyol ile klasik parçaların Hey! Douglas tarzı yorumlarından oluşan tekliler yayınladı. Hepimiz gelmekte olan albümün bir cover albümü olmasını beklerken 10 özgün besteden oluşan ‘Marşandiz’ ile ters köşeye yatırdı Hey! Douglas. Biz hâlâ ‘Marşandiz’i sindirmeye çalışalım, bu satırları yazdığımız sıralarda albüm öncesi teklilerin devamı niteliğinde bir çalışma daha geldi Hey! Douglas’tan. Fikret Kızılok klasiği ‘Leylim Leylim’ orijinal vokallerine dokunulmadan bir Hey! Douglas parçasına dönüştü VeYasin’in elinde. ‘Marşandiz’ gerçekten de her bir vagonunda başka coğrafyalardan, farklı türlerden esintiler taşıyan bir yük treni. Dub etkileri de var, funk da; türküler de çalınıyor kulağımıza soul parçaları da. Albümü dinledikten sonra Hey! Douglas’ın ardındaki isim VEYasin’in kapısını çaldık. Albümde daha az sample var sanki bu sefer, canlı kayıtların ağırlığı da daha fazla hissediliyor. Telifle ilgili kısıtlamalar mı sizi böyle parçalar yapmaya itti? Sample benim için ses dosyasından öte, deneyim repertuvarımda bulunan birikimlerdir. Bu düşünceyle yaklaşırsak aslında albümün tamamı sample. Nasıl bir kadroyla birlikte çalıştınız, kimler çaldı albümde? Trombon ve trompette Ekin Eti var. Klarnetleri Hasan Dağlar, flütleri Richard Laniepce çaldı. ‘Randevu’ şarkısının gitarlarında Alper Sarıoğlu, diğer
Listings and reviews (8)
Cross Fingers
Newly opened Bomonti eatery Cross Fingers is the permanent location of a food truck that regularly makes the rounds at festivals. Veteran radio broadcaster Hakan Özdemirci spent a year serving street food to festivalgoers from the food truck he started with Serhan Somuncu. The eatery pays tribute to Cross Fingers’ mobile origins with a menu that focuses on burritos, wraps and burgers. The burritos are prepped with tortillas that come from Ranchero, one of the city’s premier Mexican restaurants. You can choose from options like chili con carne or chicken, and don’t forget to notify them if you’d like your burrito spicy. Though the burritos are the highlight of the menu, we also recommend checking out Cross Fingers’ burgers and salads. The mini burger comes with beef patties marinated in spices and tomato sauce – it’s simple yet delicious, and we can almost guarantee you’ll order two or three more after tasting one. If you’re watching your figure, you can also go for the salads with steak, chicken or veggies, topped with one of four dressings: balsamic, mustard, pesto or strained yogurt and avocado. Cross Fingers is home to a second mobile kitchen: Maslak-based coffee truck Manivela’s local booth, where you can follow up your meal with a hot beverage.
Terütaze
If you've ever gone to a meyhane with a vegan, you’ll have noticed that our meze culture leaves plenty to be desired in terms of inclusiveness – after all, just about all of our most popular mezes include either cheese or yogurt. This new restaurant in Tomtom is a game-changer for vegans, who’ll have no trouble culling together a mini feast of sorts with mezes like cracked green olives with onions and olive oil and tri-color hummus. Still, referring to Terütaze simply as a vegan meyhane doesn’t do it justice: here you’ll find much more than mezes, including the odd dairy product, since the eatery hasn’t yet started making its own cheese. The owners are rightfully proud to offer dishes that are tasty enough to appeal to meat eaters, with options like vegan menemen, vegan sucuk and vegan İskender doing much of the leg work in proving that you can achieve flavor without animal products. Of special note is their vegan İskender, a must-try dish where the thin slices of “meat” made from lentil and flour are served alongside rice yogurt.
Borgo Kitchen + Bar
It goes without saying that the most important factor to consider when reviewing a restaurant should be its food. But sometimes, you discover that rare eatery you feel compelled to recommend for its ambience alone. That’s not to say that the fare at Borgo is subpar – yet the most memorable aspect of a meal here is the spacious feel of this high-ceilinged venue. The playful décor and glass walls complement the eclectic menu and offer plenty to look at as you settle in for a leisurely breakfast or brunch. After dark, the tables are reconfigured in rows and illuminated by candlelight to set the scene for birthday celebrations and group dinners. The prices are quite reasonable for a place like Borgo, where just about everything from the lasagna dough to the ketchup and mayonnaise is made in-house. Pizzas from the wood-fired oven range from 20-28 TL, while the star of the menu, the Cretan-style meatballs served with oven-roasted potatoes and a sauce of stewed tomatoes, cost 28 TL. If you’re only visiting Borgo for cocktails, try the veggie chips as a snack. Brunch lovers also won’t want to miss the Saturday and Sunday affair (from 08.00 to 15.00) accompanied by live music
Union Pacific
Union Pacific is an eatery whose cuisine is hard to define. Its owners are New Zealander chef Chris Maxwell and Canadian photographer Innes Welbourne, who put together an eclectic menu inspired by the unforgettable dishes they tasted during their travels. The bookcase lined with English-language magazines and the countertop full of pastries might give the space a coffee shop-like feel, but the best time to visit Union Pacific is for lunch or dinner. The Thai-style green curry with organic chicken comes with a delicious, creamy sauce that’s probably milder than what you’d expect. The smoked salmon and dill summer rolls are another great dish to try at Union Pacific. Those who wish to experiment with their favorite Asian-inspired recipes at home can also check out the selection of ingredients like rice flour, noodle varieties and an assortment of sauces offered for sale.
Daire 1
Veteran restaurateur Lal Dedeoğlu’s new venue Daire 1 has fast become one of the city’s hardest eateries to get into, proving once more that sometimes the secret to making a venue popular is to keep it as tiny (and therefore exclusive) as you can. However, once you do manage to get in and find room to sit, you’ll be surprised at just laid-back the vibe here is, as the space is decorated with a selection of nostalgic furniture that feels more grandmotherly than glam. In terms of food, Daire 1 serves a daily menu of home-cooked recipes like stuffed zucchini and tas kebabı as well as classics like the panzanella salad – a favorite of regulars at Dedeoğlu’s previous restaurants Buz and Bej, packed with crunchy croutons, fresh herbs, Erzincan tulum cheese, cherry tomatoes and cracked Urla olives. Daire 1 also serves döner on Sundays between 13.00 and 19.00.
Havan’dan by Beff Gourmet
A classic family-owned restaurant, Havan’dan gets the “Beff” in its name from the first initials of the names of owner Ekin Uzunyol’s family members. The menu changes daily, so depending on when you visit you might get to try pumpkin soup made from Uzunyol’s mother’s recipe or a pie that uses seasonal ingredients. The olive-oil dishes and meat-based main courses are quite delicious, but what really stole the show for us were the desserts, like the surprisingly light pumpkin pie. It’s no surprise that desserts are the only items permanently on the menu, which means you’ll get to try the cinnamon roll and white-chocolate brownie any time you visit Havan’dan. On Saturdays, the restaurant serves rib burgers: the beef ribs are rested in a spice rub for three days, then slow-cooked for seven hours before the fat is removed and the ribs are served with caramelized onions between homemade buns. While you’re savoring that burger, be sure to look around the restaurant, where you’ll see an assortment of items for sale – if you find yourself wanting to take some of the flavor home, Ekin Uzunyol’s recommendation is to try Turkish cheese brand Buffa’s burrata cheese and Antebella’s pistachio paste.
Etiler Dönercisi
Serkan Mutlu is someone who has capitalized on his 20 years of expertise in the döner business by offering consulting services to restaurants in both Turkey and abroad. In recent years he’s worked with a number of eateries from China to the U.S. with the aim of introducing the world to superior döner before taking on his latest project: Etiler Dönercisi. Mutlu beams with pride as he talks about the iskender served here: thin slices of döner are served atop pides (which are also baked on premises using a blend of milk and whole-wheat flour), then topped with melted butter brought from Bursa. The menu isn’t just limited to iskender, of course: you’ll also find dishes like beğendili döner (served with eggplant puree), çökertme döner (served with French fries) and altı ezmeli döner (served on a bed of tomato paste). Prior to finding success and opening his own restaurant, Mutlu spent years working at a variety of döner shops in Kartal, Maltepe and Ataşehir on the Asian side of Istanbul. He also gained experience working at Bayramoğlu Döner, one of the city’s top döner spots in Kavacık, before branching out into the world of restaurant consulting with his first international client in Russia. “The same way a musician needs to practice his instrument daily, I need to feel the knife between my fingers each day,” he says. “The way I skewer two rows of beef, followed by a row of lamb, is similar to how a weaver toils before the loom.” Mutlu also places great importance on training his
Moro
If youthink the biggest discovery the Spanish made was America, think again – it’s actually tapas. After all, we’re talking about a style of eating that’s introduced us to the idea that food could be “shareable” or enjoyed as “quick bites.” The biggest appeal of newly opened Nişantaşı eatery Moro is that it aims to be a true tapas bar: instead of trying to offer something for every meal, the bar opens at 16.00 each day to serve a menu focused solely on tapas. A classic tapas dish, the patatas bravas are flavorful enough to prove that Moro is on the right path: the spicy potato bites are as crispy as you’d expect, as they’ve obviously been fried more than once. In addition to traditional Spanish dishes like gazpacho and Catalan paella, you’ll also find Basque-inspired pintxos. Factor in the cocktail menu overseen by Cevat Yıldırım, who formerly worked at eateries like Lucca and Escale, and you’ll want to check out this exceptional bar ASAP.