Türkan Şoray

Türkan Şoray: “Yazmayı çok sevdim”

Türkan Şoray, yeni baskısı raflarda yerini alan ‘Sinemam ve Ben’de 50 yılı aşan sinema kariyerini anlatıyor

Yazan:
Ralf Cebeci
Reklâm

Türkan Şoray, kitabı ‘Sinemam ve Ben’in yeni baskısı için gerçekleştirilen davetin başlangıç saatinden yalnızca bir dakika sonra kapıda beliriyor. Ama davetin gerçekleştiği İş Sanat binasına girerken gösterdiği telaşa bakarsanız birkaç saat geciktiğini sanabilirsiniz. Davete katılan gazetecilerden fotoğrafçılara, kimseyi bekletmemek için samimi bir endişe duyduğu belli. ‘Sinemam ve Ben’i okurken bu inceliğinin tek bir güne özel olmadığını anlıyorsunuz; Türkiye sinemasının sultanı, kendisine duyulan büyük sevgiye her zaman nezaket ve saygıyla yanıt veriyor. 50 yılı deviren sinema kariyerini anlattığı kitabını da minnet duygularıyla kaleme almış Şoray: Adım adım kariyerini takip ederken Şoray’la birlikte çalışan sinema emekçilerinin, Şoray hayranlarının ve yakınlarının da hikâyelerine tanık oluyorsunuz.

Eyüplü utangaç bir genç kızın yıldızını parlatan ilk filmden günümüze uzanan sinema yolculuğunu kısa kısa anılarla aktarıyor Şoray. “Kendimi çok eleştirdiğim yerler var, başarısızlıklarım, korkularım, zaaflarım da,” diyor. Şimdi izlediğimizde komik gelen sahnelerinden de bahsediyor, yönetmenlik denemelerinde yaşadığı çekincelerden de. Kendi bakış açısından sinema tarihimizin özetini sunuyor bir yandan da. Sinemamızın 60’lı yıllardaki parlak döneminde sahip olduğu masalsı havanın, 70’lerde gerçekçiliğe dönüşmesini izliyor; ardından büyük bütçeli Hollywood prodüksiyonları ve televizyonların yarattığı rekabet ortamıyla başlayan gerileme dönemine uzanıyoruz. Film setlerinde geçirdiği kazalardan, sektörün muzdarip olduğu imkânsızlıklardan bahsederken bile umutlu bir dili var Şoray’ın; ‘bir film bir minibüs’ sloganıyla, tüm film ekibini tek bir arabaya doldurarak set yollarına düştükleri günlere dair anılarını paylaşıyor. 

Türkan Şoray sizi Yeşilçam melodramlarının perde arkasına davet ederken, neden bu kadar sevildiğinin ipuçlarını da veriyor, tabii ki tevazudan ödün vermeyerek. Bu bölümlerde sözü kendisini anlatan yazarlara, sinema tarihçilerine veriyor ve bu sayede ‘Sinemam ve Ben’ sinema tarihi hakkında daha derin bir okuma yapmak isteyenler için bir kaynakçaya dönüşüyor. Nice sesin birleştiği bir nokta var: Türkan Şoray, sinemamızın tartışmasız en büyük yıldızı. Bu noktaya gelmesinin sebeplerinden biri de Şoray’ın her zaman seyircisini el üstünde tutması. Melodramların mağdur kızı rolünden vazgeçmemesini de buna bağlıyor, “Seyircim beni hangi rollerde görmek isterse buna uymalıydım. Onları hayal kırıklığına uğratmaktan hep korktum ve seve seve birbirine benzeyen bu rolleri oynadım. (…) benim seçimim bu oldu; önce benim seyircim, beni seven seyircim…”

“Yazmayı çok sevdim”

Sinema sevgisiyle dolup taşan bir kitap ‘Sinemam ve Ben’, fakat Şoray’ın sektöre karşı kalbi kırık. Kitabı hakkında konuşurken sinemaya geri dönüp dönmeyeceği sorulduğunda “Sinema sektöründe çok büyük haksızlıklar yaşanıyor, bir tekelleşme var,” diyor. “Bir takım güçler sektörü ele geçirmiş, istedikleri filmleri öne çıkarıyorlar, herkese eşit davranılmıyor.” Şoray’ın sinemayla son yakınlaşması, 2015 tarihli ‘Uzaklarda Arama’ ile olmuştu. Senaryosunu Onur Ünlü’nün yazdığı filmin yapımcılığını da Şoray’ın kızı Yağmur Ünal üstlenmişti. “Kızım daha genç ve enerjik, ama ben biraz kırgınım, hatta sinemayı tamamen bıraktığımı bile söyleyebilirim. Dizilerde oynamayı da pek düşünmüyorum; o kadar zaman harcanıyor ama üç bölümde bir dizi kaldırılıyor. Ormanın içinde yeni bir eve taşındım, oturup kitap yazarım artık,” diyor.

‘Sinemam ve Ben’in yeni baskısının hazırlanma sürecinde Şoray’ın tek bir talebi olmuş: Kitabın fiyatının düşük tutulması. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları Genel Müdürü Ahmet Salcan, sinemaya meraklı öğrencilerin kitaba rahatlıkla erişmelerini istediği için Türkan Hanım’ın bu ricada bulunduğunu söylüyor. Kitabın ilk baskısının kısa sürede tükenmesi Şoray’ı hayli heyecanlandırmış: “Özgüvenim geldi. Aslında yazmayı da çok sevdim. Sinema, hayatı görsel olarak; yazar ise kalemiyle anlatır. Birbirinden kopmayan şeyler aslında, o yüzden yazarak anlatmak çok güzel geldi,” diyor. Aklında bir kitap fikrinin daha olduğunu ekliyor, dedelerinin hikâyelerinden başlayarak aile tarihlerini kaleme almak istediğini söylüyor. “Bundan sonra sinema yapmazsam, yazar olarak devam ederim hayatıma belki.”

‘Sinemam ve Ben’, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 496 sayfa, 20 TL.

Benim için Türkan...

Başka Sinema direktörü Azize Tan

Başka Sinema direktörü Azize Tan

Türkan Şoray Türk sineması için sizce ne ifade ediyor?

Türkan Şoray Türkiye’de sinemanın yüzü. Sinema tarihimizin en önemli filmlerinde oynamış, hepimizin ortak hafızasında yer etmiş bir oyuncu. İstanbul Film Festivali’nde çalıştığım esnada törenlerde gösterilecek video klipleri hazırlarken, konu ne olursa olsun, ister bir yönetmen, ister bir oyuncu, ister sinema tarihimizin bir dönemi, içinde Türkan Şoray’ın olmadığı bir film hazırlamak neredeyse imkânsızdı. Seyircisiyle arasındaki bağ inanılmaz güçlü. Bu bağ, aradan geçen yıllara rağmen hiç eskimiyor ve kopmuyor. Türkan Şoray kadın erkek, genç yaşlı fark etmeden hepimizin aşık olduğu, hayran olduğu, içimizin titrediği ve kıyamadığımız bir isim.

İstanbul Film Festivali’nin direktörlüğünü yaptığınız dönemde Türkan Şoray ile ödül törenlerinde ya da gösterimlerde bir araya gelmiştiniz. Kendisiyle ilgili paylaşabileceğiniz bir anınız var mı?

Türkan Hanım’la yıllar içinde çok güzel anılar paylaştık. Yıllar önce Türkiye’nin onur konuğu olduğu bir film etkinliği için birlikte Belçika’ya gitmiştik. Bu seyahatte başımıza gelen iki olay bence Türkan Hanım’ın seyircisiyle olan ilişkisini ve etrafına yaydığı o özel havanın sadece bizi değil onu hiç tanımayan insanları bile nasıl etkilediğini çok güzel özetliyor. Brüksel sokaklarında yürürken birden yolumuzu 15-16 yaşlarında bir genç kız kesti. Türkan Hanım’dan bir imza istedi. Orada doğup büyümüş, Türkiye’yi daha çok izlediği filmlerden biliyor. Heyecandan titriyordu. Yanında imzalatacak bir kâğıt yoktu, kolunu uzattı. Türkan Hanım da “İyi de evladım, hiç yıkanmayacak mısın, bu imza silinir,” dedi. Genç kız da “Siz imzalayın, ben bir daha yıkanmam,” diye cevap verdi. Onun kafasında Türkan Şoray Türkiye’ye dair her şeyi temsil ediyordu.

Yine Brüksel’de bir kafede oturmuş soluklanıyorduk. Yanımıza tanımadığımız biri geldi. Belçika radyosunda program yapan önemli bir gazeteci olduğunu sonradan öğrendik. “Siz hangi ülkenin güzelisiniz?” diye sordu aniden. Oyuncu olduğunu söyleyince de “Anlamıştım zaten, aksi mümkün olamazdı,” diye cevap verip bize kahve ısmarladı.

Türkan Hanım her zaman biraz mahcup, biraz çekindendir ama sahneye çıktığında devleşir ve başka birine dönüşür. Aynı zamanda çok nüktedandır. Yanına gelip imza almak isteyen birini geri çevirdiğini hiç görmedim. Ne kadar yorgun olursa olsun kendisine gösterilen sevgiyi asla karşılıksız bırakmayan, bu sevgiyle beslenen bir insandır. Artık hiçbir konuda birbiriyle anlaşamayan insanlarla dolu bu ülkede, istisnasız herkesin hemfikir olduğu şey Türkan Şoray’ın kalbimizin sultanı olduğu.

Yazar Ercan Akarsu

Yazar Ercan Akarsu

Türkan Şoray hakkındaki ‘Sultan Serisi’ ve serinin son halkası olan ‘Bir Nesil Türkan Şoray’la Mektuplaştı’ üzerinde çalışırken neler keşfettiniz, sizi neler şaşırttı?

Son kitabı hazırlarken Türkan Şoray’ın herkesin çok sevdiği o samimi yönüne dikkat çekmeyi hedefledim. Senede 12-14 film çeken bir oyuncunun öyle bir tempo içinde, Fotoroman dergisine söz vererek sevenlerinden gelen mektupları tek tek, büyük bir keyifle cevaplaması olağanüstü bir durum. Türkan Şoray’ın bitmek tükenmeyen enerjisi belki de bu yüzden. Türkan Şoray resmen Güzin Ablalık yapmış: Türkiye’den kendisine ulaşan binlerce mektup içerisinde her türlü soruyu okuyabiliyorsunuz. Kimisi evlenme hayallerini anlatıyor ve akıl istiyor, kimisi doğum gününde kendisini bir kere olsun görmek istediğini yazıyor. Bir başkası bebeğine Türkan adını verdiğini söylüyor. Daha neler neler... Türkan Şoray o mektupların hiçbirini cevapsız bırakmamış. Doğum gününde bir okuyucusuna sürpriz yapmış, Anadolu’nun köylerini gezerek insanları ziyaret etmiş, evlerine misafir olmuş. Bir Ramazan ayında iftar vakti çat kapı bir hanenin kapısını çalarak orucu birlikte açmışlar. Tüm bunları okurken tüyleriniz diken diken oluyor ve neden ‘Sultan’ unvanını aldığını bir kez daha anlıyorsunuz.

Türkan Hanım, seyircilerinin gözündeki itibarını hayli önemseyen bir isim. Sizce halkın tanıdığı Türkan Şoray’ın, gerçek Türkan Şoray’dan farkı var mıdır?

Halkın tanıdığı Türkan Şoray zaten Türkan Şoray’ın kendisidir. Kimseye rol yapmadığı için de itibarını kaybetme korkusu olduğunu zannetmiyorum. Olduğu gibi doğal, sıcak, samimi... Ve onca yıldız içinde en büyüğü olmasına rağmen kendisini diğer yıldızlardan farklı görmeyecek kadar da alçak gönüllü. Türkan Şoray da sinema için yaratıldığını düşünenlerden. Haliyle sinema için rol yapıyor. Toplumsal sorunları farklı kadın karakterlerinin elbiselerini giyerek oynar, mesajını o kanalla seyirciye iletir. Ki olması gereken de bu değil midir?

Reklâm
Sinema yazarı Sevin Okyay

Sinema yazarı Sevin Okyay

Türkan Şoray sizce Türk sineması için ne ifade ediyor? Sanatçının Türkiye’de çok sevilmesinin sebepleri neler sizce?

Türkan Hanım’ı, ilk gençlikte biraz kıskanmış olsam da, hep sevmişimdir. Türk sineması için de çok şey ifade eder: Yeşilçam’da geçmiş bir hayat, sınırsız sinema sevgisi ve güzellik. Ayrıca o baygın bakışlar ve dolgun dudaklar... Kendisinin rol aldığı filmlerin çoğundan iyi filmler yönetmiştir. Müthiş Dörtlü ayrımına rağmen tektir. Uçan Süpürge’de miydi acaba, Ankara’da Türkan Şoray’ın geleceği duyulunca ağzına kadar dolan, konuşması bitip arkasında büyük bir kalabalıkla çıkınca da boşalan sinemayı hatırlıyorum. 10 kişi mi ne kalmıştık. Çok sevilmesinin nedeni bence, hem erkek, hem kadın seyircilere hitap etmesi.

Türkan Şoray ile ödül törenlerinde, film festivallerinde bir araya gelmiş olmalısınız. Bu buluşmalardan paylaşabileceğiniz bir anı var mı?

NTV Yayınları’ndan çıkan kitabın hazırlanışı sırasında hayli sık görüşmüştük. Kitap bitince de bana, “Sevin Hanım,” dedi, “10 numara bir kızınız var.” Kızım Elif, o sıralar NTV Yayınları’nın direktörüydü. Biraz kıskanmıştım. Ama kendisinin bir türlü inanamadığı en iyi Türkan Şoray anekdotum şu: Bir Antalya Film Festivali’nde, daha önceden tanıdığım aktör Udo Kier ile karşılaştık. Bana ‘sarışın arkadaşım’ diye (ben ‘eski arkadaş’tım) eskilerden sarışın bir aktrisi tanıştırdı. Hayli eğlendik, sarışın yıldızın kızıyla da tanıştık. Aktrisimizin beni tanımamasını normal karşılarım ama gazeteci olduğumu anladı sanmıştım. Festivalden 15 gün kadar sonra, evde otururken telefon çaldı, bir TV kanalından genç bir bey, sarışın hanımın stüdyo konukları olduğunu ve benim onlara, Türkan Hanım’ın onun kızını ne kadar beğendiğini anlatmamı isteğini söyledi. “Bilemiyorum ki,” dedim. Görevli, “Niye canım? Siz Türkan Hanım’ın yardımcısı değil misiniz?” dedi. Şaşırdığım kadar mahcup da oldum. Ezile büzüle, “Değilim, ben sinema yazarıyım,” dedim. Arkadaşın bana olan ilgisi o anda söndü. Vedalaşıp telefonları kapattık.

Sinema tarihçisi Burçak Evren

Sinema tarihçisi Burçak Evren

Bir yazınızda Türkan Şoray için ‘Sultan’ lakabının pek uygun olmadığından bahsediyorsunuz…

Bizim toplumda başarılı olmuş kişilere yönelik biraz abartılı yakıştırmalarımız -belki de büyüklüğün, erişilmezliğin altını çizme isteğimizden gelen- bir tavrımız vardır. Kral, imparator, prenses, prens, kont ne denli evrensel ise, sultan da bir o kadar yereldir. Ben Türkan Hanım’ı yerelliğin dar ikonik çerçevesinden çıkartarak ve tabii biraz da metaforik zorlama ile bu alışılmış çerçevenin sınırlarını genişletmek istedim, “Sultan filan değil... Türk sinemasının yaşarken efsaneleşen oyuncusu o...” dedim. Abartı payındaki ölçüsüzlüğümün tek kusuru ise, onun oyunculuğuna duyduğum hayranlıktan kaynaklanır.

Sizce Türkan Şoray’dan sonra, onun kadar büyük bir yıldız çıktı mı Türk sinemasında?

Sinemamızdaki her yıldızın kendi özelliklerinden oluşturduğu bir halesi vardır. Bunun için her yıldızı kendi halesinin verileri ve göstergeleri içinde değerlendirmek gerekir. Birini yüceltmemiz, bir diğerini ondan daha aşağı ya da daha sönük gösterme eğiliminden kaynaklanmaz. Herkesin kendi beğenilerine uygun bir yıldızı vardır. Yani herkesin güzeli kendine... Ayrıca her dönem kendi yıldızını yansıtır; önce dört yapraklı yonca, ardından Müjde Ar, onun da ardından Hülya Avşar... Bunların içinde en iyisi, en büyüğü, en güzel yoktur. Sizin ‘en’iniz hangisiyse en büyüğü odur. Günümüz artık yıldızları yaratmıyor ya da yıldızların oluşmasına zemin hazırlayan nedenler artık yok. Bir diğer neden ise, yıldızların artık perdeden ekranlara ya da başka yerlere inmeleri.

Türkan Şoray’la beyaz perdede ilk tanıştığınızda neler hissetmiştiniz?

Sanırım Türkan Şoray’la annemle birlikte sinemaya gittiğim yıllarda tanıştım. Yeni yetmeliğimde ise -o yıllardaki her genç gibi- ona aşık oldum. O yıllarda beyaz perdedeki yıldızlar, bizlere gökyüzündeki yıldızlar kadar uzak ve erişilmezdi. Onlarla buluştuğumuz tek yer ise, tüm utangaçlıkları gizleyen loş salonlardı. Ne onlar bizim farkımızdaydı, ne de bizler onlara derdimizi anlatacak konumdaydık. Derken zaman geçti. Bizler yaşlandık, onlar ise perdede hep genç ve güzel kaldılar. Kendilerine yeni sevdalılar edinmek için...

Tavsiye edilen
    İlginizi çekebilecek diğer içerikler
      Reklâm