Digital Sanat
Digital Sanat

Sanat, teknolojiyle buluşursa…

Teknolojinin sunduğu olanaklardan faydalanarak heyecan verici sanatsal üretimlere imza atan isimlerle konuştuk.

Yazan:
Time Out İstanbul editörleri
Reklâm
  • Sanat

Birlikte üretmeye nasıl başladınız?

Hande Şekerciler: Yıllardır aynı çalışma ortamını paylaşıyoruz, birbirimize yardım ediyoruz ve işlerimiz hakkında konuşuyoruz. 2018’in Mart ayında New Yorkta Arda’nın kabul edildiği bir misafir sanatçı programına ikili olarak gitmeye ve pratiklerimizi bir araya getirmeye karar verdik. Ardından ABDde başka programlara davet edildik, fuarlara katıldık. İlk kişisel sergimizi New Yorkta, ikincisini Ankarada açtık. Venedik, Milano ve Londrada oldukça ilgi gören kişisel sergilerimiz oldu. Geçen Eylül ayında Türkiye’nin ilk yapay zeka temelli kamusal heykelini Contemporary İstanbul’da bir robotik performansla ürettik. 2022’nin son aylarında İstanbul’daki ilk sergimiz ‘Benküre’yi açtık. Bir haftada 6.000’e yakın sanatsever sergiyi ziyaret etti. Aralık’ta Art Week kapsamında The Bass Museum Miami’de bir performansımız oldu. Sanatsal üretimimizin yanında Piksel Yeni Medya Misafir Sanatçı Programı’nın da kurucularıyız. Zaman zaman bazı sergiler için fikir üretip, bu sergilerin yaratıcı yönetmenliğini üstleniyoruz. Hem ikili hem de bireysel olarak çalışmaya devam ediyoruz.

Eğitiminizden ve sonrasında neler yaptığınızdan bahsedebilir misiniz?

H.S.: İkimiz de örgün eğitim fikrinden ve pratiğinden pek hoşlanmıyoruz. Arda, Ankara Üniversitesi’nde arkeolojik restorasyon eğitimi aldı. Ben de Marmara Üniversitesi’nde heykel okudum. Sonrasında heykeltıraş olarak yoluma devam ettim. Arda’nın müzikten tanınmış pek çok müzisyenin sahne görsellerini üretmeye uzanan geniş yelpazede üretimleri var. Yollarımız kesiştikten sonra bir süre beraber prodüksiyon ve animasyon işleri yaptığımız küçük bir stüdyomuz oldu. Beraber geçirdiğimiz bir trafik kazası sonrasında hayatın kısalığını anlayıp yan işleri bırakarak tamamen sanat üretimime odaklanmak istememiz bizi ha:ar’a getiren hikayenin başlangıcıydı.

Şu an ne üzerine çalışıyorsunuz?

Arda Yalkın: The Bass Museum’da ‘MindFlow’ isimli büyük ölçekli video-ses düzenlememizin gösterimini yaptıktan sonra yoğun bir dönemi bir nebze olsun arkamızda bırakmış olduk; fakat çalışma alışkanlığımızda ara vermek gibi bir şey yok. Dolayısıyla şu anda eş zamanlı olarak birçok büyük ölçekli proje üzerinde çalışıyoruz. Bunlardan biri ‘MindFlow’u canlı performans olarak gerçekleştirmek. Buna sergilemek diyemeyiz zira ortaya çıkacak eser canlı bir dans performansını, o anda üretilmiş bir müzik bestesini ve bizim sahne arkasında o anda ürettiğimiz görselleri içeren çok kapsamlı bir sahne performansı. Öte yandan ‘Benküre’de düzenlemesini sergilediğimiz, stüdyo kayıtlarından oluşan ‘MindFlow’ bestesi şu anda MIAM’da uzamsal ses deneyimi için düzenleniyor. Dinleyiciler yakında Apple Music’te yayınlanacak bu eseri, uzamsal ses formatını dinlemeye müsait kulaklıklar sayesinde mekanın içindeymiş gibi tekrar deneyimleyebilecek. Çalışmalarına başladığımız iki yeni sergi projesi de var. İlki ‘Turing’s Cathedral’. Bu sergide tek eser olacak. Bu yerleştirme için heykel, resim gibi konvansiyonel üretim yöntemlerinin yanı sıra yapay zeka dil ve ses modelleri ve jeneratif yapılar üzerine kafa yoruyoruz. İkinci projede ise hareket üzerine çalışıyoruz. Konu biraz spesifik olacağı için detaylandırmayalım. Bir de vakit yaratabilirsek, geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi yarı zamanlı ABD’ye gitmeyi planlıyoruz.

Çalışmalarınız hangi aşamalardan geçerek ortaya çıkıyor? Aranızda nasıl bir iş bölümü var?

A.Y.: Eserlerin kavramsal çerçevelerini, görsel yapılarını ve bu eserlere eşlik eden metinleri ortaklaşa oluşturuyoruz. Tasarı aşamasında genellikle birimiz bir fikir buluyor, diğeri ona heyecanlandıysa ya da en azından ilgi duyduysa yoğun bir iletişim başlıyor. Bir noktada artık fikir nereden ya da kimden çıkmıştı o bile unutuluyor. İşçilik söz konusu olduğunda ikimizin de yapabildikleri doğrultusunda üstlendiği görevler var. Zamanla aramızda bir iş bölümü oluştu. Jeneratif sanat ya da yapay zeka gibi bilgisayar estetiğine dayanan yöntemleri de temelde insan bedenine ya da hareketlerine dayanan eserler üretmek için kullanıyoruz. Hande heykeltıraş olduğu için insan bedeni ve malzeme konularında bilgisi çok geniş. Dolayısıyla o daha çok karakterlerin üretilmesi, kompozisyonların planlanması ve desenlerin çizilmesi, hareketli işlerde karakter animasyonlarının yapılması ve hareket yakalama sistemimizin kayıtlarıyla ilgileniyor. Ben de ışık, kaplama, jeneratif sistemler, simülasyonlar, render, araştırma-geliştirme işleri ve donanımlarla ilgileniyorum.

Üretimleriniz dert edindiği ya da odaklandığı başlıca meseleler neler?

A.Y.:  ha:ar’ın eserlerinin ana konusu her zaman ‘insan’ oldu. İşlerimizin merkezinde beden, düşünce ya da salt hareket olarak hep insan var. Bu kavramı genellikle bizi yönlendiren ana güç haline gelen teknoloji ile kurduğumuz ilişki üzerinden düşünüyoruz. Modern teknoloji bizi sürekli, yüksek yoğunluklu fakat dikkatlice filtre edilmiş bir tür iletişim halinde olmaya zorluyor. Bir yanda gerçek varlığımız, gerçekten yaptıklarımız ve bu eylemlerin reel sonuçları var. Öteki tarafta, özellikle post sosyal medya döneminde, hayatımızı tamamen işgal eden hayal ettiğimiz, genellikle eyleme dönüşmeyen, kurmaca benliğimiz var. Bizce bu iki ‘benlik’ arasındaki uçurum ne kadar derinleşirse, o kadar mutsuz oluyoruz. Şunu da söylememiz lazım, elbette burada ders verecek, kendimizi bir trajediyi dışarıdan izleyen erdemli insan olarak tanımlayacak değiliz. Biz de bu uçuruma düşmemeye çalışıyoruz. Eserlerimiz, kurmaca benliklerimizi dünyaya pazarlarken oluşturduğumuz ikonografi ile ilgili çoğunlukla. Rönesans ve öncesindeki Ortodoks ikonografisi kültüründe sanatın dini ve politik mesajlar iletmek için kullanılması çok ilgimizi çekiyor. İkona üreticilerinin kendilerini ‘tanrının iradesi ile yönlendirilen aracılar’ olarak tanımlaması ve milyonlarca insanın buna inanması bize büyüleyici geliyor. Sanırım sosyal medyaya angaje olduğumuz zamanki ruh halimiz biraz ikonagraflara benziyor. Kendi ikonografimizi yaratmaya çalışıyoruz ve çoğumuz yavaş yavaş oradaki benliğimizle hastalıklı bir ilişki kuruyoruz. Oradaki bizi, tıpkı ikonalar gibi kutsal kabul ediyoruz. ha:ar birçok işinde, kendimiz-hayal ettiğimiz kendimiz ve kendimiz-teknolojinin olmamızı istediği insan arasındaki savaşı işliyor. Teknoloji kelimesini özellikle kullanıyoruz çünkü özellikle son yüzyılda insanlığın sürüklendiği yönü belirleyen şeyin düşünce yani felsefe değil, teknoloji olduğuna inanıyoruz.

Size ilham veren isimler kimler?

H.S.: Bu çok geniş kapsamlı bir soru. Michelangelo’dan MK12’ye kadar yüzlerce isim saymamız gerekir. ha:ar’ın DNA’sını çok çeşitlilik belirliyor. Üretim yöntemi ve medyumu ne olursa olsun ikimizin de etkilendiği temel noktalar işin özgünlüğü, sadece fikir ya da işçilikten ibaret olmayıp ikisini de bir arada bulundurması ve tabii ki bize başka bir dünyanın kapısını açması oluyor. 90’ların motion design temelli reklamlarından, Rönesans dönemi heykellerine ve resimlerine, jeneratif işlerden immersive yerleştirmelere, müzik videolarından modern heykele ve yapay zekaya kadar birçok alandan etkileniyoruz.

Kariyeriniz için neler hayal ediyorsunuz?

H.S.: Üzerine çalıştığımız büyük ölçekli heykelleri, düzenleme çalışmalarını hayata geçirmek ve uluslararası sanat dünyasındaki temsiliyetimizi artırmak istiyoruz. En büyük hayallerimizden biri ise İstanbul’da Türkiye’nin en gelişmiş yeni medya sanatı atölyesini kurmak ve tüm dünyadan sanatçılar için ortak, özgür bir üretim alanı yaratmak. Bu konuda ilerleme kaydediyoruz diyebiliriz.

www.wearehaar.com

  • Sanat

Sanata ilginiz nasıl başladı?

Beş yaşımda konuşmaya başlamışım. O dönemde ihtiyaçlarımı aileme ses efektleri kullanarak anlatmaya çalışıyordum. Bu tecrübe beni alternatif iletişim yolları keşfetmeye itti. Annem resim öğretmeni, babam mühendis, abilerim ise müzisyen ve matematikçi. Küçüklüğümde hastalandığımda defter yapraklarına animasyonlar, endüstriyel tasarımlar ve fantastik karakterler çizerdim. Bu ilginin sonucu olarak İzmir’de güzel sanatlar lisesine gittim. Lisede sadece resim yapmak benim için yetersiz kalmaya başladı. Müziğin etkisiyle zaman, hareket ve ses kullanma konuları ilgimi çekti, bu yüzden içerisinde birçok üretim disiplinini barındıran çizgi film & animasyon bölümüne gitmeye karar verdim. Eskişehir’deki üniversite yıllarımda zaman kullanımı, hareket tasarımı ve dijital üretim yöntemlerine yoğunlaştım. Zamanla dijital çerçevenin sınırları kısıtlı gelmeye başladı ve bu çerçevenin dışına nasıl çıkabilirim, dijital ve fiziksel gerçeklik arasında nasıl köprü kurabilirim gibi sorular ortaya çıktı. Bu sorulara yanıt aramak için farklı disiplinleri (enstalasyon, ses, mekansal deneyim, animasyon, kinetik heykel, performans) bir arada kullanmaya başladım. Üniversite eğitimimin bir yılını Erasmus kapsamında Hollanda’da multimedya tasarım üzerine çalışarak geçirdim. Bu süreçte doğal malzemelerden oluşan asamblaj, resim, baskı, çizim, video kolajlar, ses denemeleri, fotoğraf, animasyon, dijital kolajlar gibi birçok disiplin ve yöntemle çeşitli çalışmalar gerçekleştirdim. Kısacası Erasmus dönemim konvansiyonel sanat ile dijital sanat arasında geçti. Hollanda’da birçok yeni medya festivali görme şansım oldu; bu da ufkumu genişletti. Üniversiteden sonra İstanbul’a göç ettim. 2011’de Nohlab’i kurduk. Halen aktif olarak çalışıyoruz. Nohlab olarak özellikle yurt dışında büyük ölçekli kapsayıcı deneyim tasarımı projeleri gerçekleştiriyoruz. Sanat kariyerimi de çeşitli galeri, müze ve kurumlarla iş birliği yaparak ilerletiyorum. Dijital ve mekanik teknolojileri ifade aracı olarak kullanan bir sanatçıyım. Çalışmalarım çoklu duyusal enstalasyonlar, kapsayıcı deneyimler, ses enstalasyonları, kinetik heykeller, animasyonlar ve görsel-işitsel performanslar gibi birçok disiplini kapsıyor. Çalışmalarımda dijital ve mekanik teknolojiler aracılığıyla zaman, mekan ve hareket algımızı manipüle ederek dijital ve fiziksel gerçeklik arasında köprü kurmaya çalışıyorum. Ayrıca son yıllarda çeşitli üniversitelerde çok disiplinli bir yaklaşımla ses sanatı üzerine dersler vermekteyim. Bütün bu yolculuğa bakınca üretmenin benim için nefes almak kadar doğal bir ihtiyaç halini aldığını söyleyebilirim.

Nohlab’de sanat, tasarım ve teknoloji odaklı deneyimler üretiyorsunuz. Bunlardan biri New York’ta sergilenen ‘5 Movements’. Nohlab’deki üretim süreciniz nasıl?

Nohlab’i lise ve üniversite arkadaşım Deniz Kader ile kurduk. Daha sonra aramıza prodüksiyondan sorumlu Yasemen Birhekimoğlu katıldı. Şu anda üç kişilik bir çekirdek ekibimiz var. Tasarladığımız proje hangi disiplini gerektiriyorsa, onunla ilgili bağımsız üreticilerle çalışıyoruz. Bu yaklaşım bizi bildiğimiz veya uzmanı olduğumuz yapılardan uzaklaştırıyor ve yaratıcılığımızı olabildiğince özgür bırakarak çok daha fazla olasılığı bir araya getirmemizi sağlıyor. Bazı projelerde üretimi tamamen biz üstleniyoruz, bazı projelerde de mimarlar, programcılar, görsel içerik tasarımcıları, ses tasarımcılarından oluşan 20-30 kişilik bir ekip oluşturarak yönetmenlik ve tasarım yapıyoruz. Uzmanlaştığımız noktalardan kaçarak daha çok konsept ve deneyim tasarımına odaklanmaya çalışıyoruz. İnsan deneyimi ve algılarını merkeze koyduğumuz için bu birçok disiplini otomatikman kapsıyor. Işık tasarımı, mekansal tasarım, koku tasarımı, animasyon üzerinden zaman algısı tasarımı, işitsel tasarım gibi. Çalışmalarımızdaki en önemli nokta kişinin zaman ve mekan algısını manipüle etmemiz. Bunun için mekan içerisinde deneyimi destekleyecek şekilde zaman ve hareket koreografisi tasarlıyoruz. Bu aslında direkt mekanı kanvas olarak düşünmemiz sayesinde yapabildiğimiz bir şey çünkü çoğu projemiz mekana özel tasarlanıyor. Tasarımlarımız, hareketin o mekanda nasıl olması gerektiğine ve mekanın yapısal özelliklerine göre değişkenlik gösteriyor.

Nohlab projeleriniz ve solo üretimleriniz arasında ne gibi farklar var?

Ayrışan birçok nokta mevcut. Kendi projelerimin oluşumunda konsept ve kavramlar çok önemli bir rol oynuyor. Üreteceğim işin kavramı, yapısını belirliyor. Nohlab’de ise daha çok işin estetik yapısı ve diline önem veriyoruz. Ayrıca kendi çalışmalarımda çevreyi algılayışım üzerinden bireysel dertlerime ve sezgilerime odaklanıyorum. Nohlab’de Deniz’le ortak noktalarımıza ve kesişim kümelerine odaklanıyoruz. Kolektif üretim, prodüksiyon anlamında çok daha büyük ölçekte işler çıkartabilmemizi sağlıyor; bireysel üretimlerimde ise küçük ölçekli işler üzerinde çalışıyorum. Benim için en önemli farklardan biri Nohlab olarak çözüm odaklı, tasarımsal işler yapıyor olmamız. Kişisel işlerimde ise soru soran, çözüme odaklanmayan bir yapı söz konusu. Ayrıca Nohlab’de dijital alanı nasıl fiziksel alanla iç içe geçirebiliriz sorusuna odaklanıyoruz. Bu çoğu zaman dijital üretim yöntemlerinin yoğun şekilde kullanıldığı kapsayıcı bir deneyim veya enstalasyon olabiliyor. Kişisel projelerimde ise bu şekilde odaklandığım bir yöntem yok yani üretim yöntemi olarak tamamen analog bir şey de ortaya çıkabiliyor, tamamen dijital veya ikisinin içe içe geçtiği melez bir yapı da olabiliyor. Teknik ve yöntem seçimlerimi çoğu zaman konsept belirliyor. Konsepti ve deneyimi izleyiciye en iyi nasıl ifade edebileceğime göre kullanacağım materyalleri ve tekniği belirliyorum. Bu sayede kullandığım materyaller ve teknik, konseptle anlamlı bir ilişki kurabiliyor. Nohlab üretimlerimizde ise teknik tasarımsal veya biçimsel kaygılar tarafından belirleniyor. Aslında en önemli fark kişisel üretimlerimin sanat odaklı, Nohlab üretimlerinin tasarım odaklı olması.

Sanatın diğer alanlarına kıyasla daha özgür ve esnek olan dijital sanat size ne gibi özgürlükler tanıyor?

Dijital teknolojiler sanata birçok yeni olasılık sundu. Örneğin, interaktivitenin ve deneyim temelli çalışmaların gelişmesini sağladı. Artık izleyici klasik sanattaki gibi işi sadece gözlemlemiyor, işin sürecinin bir parçası olabiliyor ve işin gidişatını değiştirebiliyor. Bunu teknik anlamda sağlayan en önemli araç ise teknoloji. Ayrıca dijitalin getirdiği bir başka yenilik birçok farklı alan ve teknik arasında köprü kurabilmesi. Böylece farklı alanları sentezleme olasılığı artıyor; bu da bize üretim anlamında sonsuz kombinasyon olanağı sunuyor. Ayrıca dijital teknolojilerin çok hızlı gelişmesi bu alanın kendini sürekli yenileyebilmesini ve dinamik kalmasını sağlıyor. Çalışmalarımda sadece görme duyusuna değil, birçok duyuya aynı anda hitap etmeye çalışıyorum. Bu bazen duyma, bazen dokunma, bazen de görme veya koklama olabiliyor. Bütün bu duyuları aynı anda manipüle etmek benim için ilginç. İşte bu noktada geleneksel sanat teknikleri yetersiz kalıyor, bu yüzden birçok tekniği birbirine bağlamamı sağlayan teknolojiden yararlanıyorum. Çalışmalarımda yeni teknolojilerden faydalanmamdaki en önemli nedenlerden biri, dil ve yöntem olarak birçok farklı şeyi bir arada kullanabilmemi sağlaması ve deneyim temelli işler yapabilmeme olanak sağlaması. Dijitalin açtığı en önemli özgürlük alanlarından biri ise sınırlı algılarımızla içerisinde var olduğumuz fiziksel gerçekliğin parametrelerinden kurtulmamız. Sadece fiziksel ortamda üretim yapmak, fiziksel gerçekliğin neden olduğu birçok kaygıyı açığa çıkarıyor ve bizi sınırlandırıyor. Dijital gerçeklik, bu kaygıları düşünmeden, parametrelerini bizzat tasarladığımız bir gerçeklik içerisinde, zihnimizdeki şeyi daha az kaygıyla tasarlayabileceğimiz bir alan sunuyor. Bu alanı insanlığın bilişsel evrimi için oldukça önemli görüyorum.

Dijital sanat ve yeni medya sanatı yükselişte olmasına rağmen bu alanları henüz tanımayanlar da var. Bu alana hiç aşina olmayan birine yaptığınız işi nasıl anlatırdınız?

Dijital teknolojiler kullanılarak üretilmiş veya dijital teknolojilerin farklı medyalarla birleşmesi sonucu ortaya çıkan disiplinler arası sanat çalışmaları şeklinde özetleyebilirim. Bence yeni medyanın tam olarak tanımlanabilmesi zor ve aslında bu onu değerli kılan bir durum. Anlamını ve formunu sürekli değiştirebilen organik bir yapıdan bahsediyoruz. Bazen dijital forma bürünen, bazen fiziksel ve bazen de ikisinin birleşimi olan bir form. Kendisini de çevresindeki değişime göre sürekli yenileyen ve başkalaşan bir yapı. Yeni medya çok geniş bir çerçeveye sahip. Bu çerçevede sanat, bilim, teknoloji ve felsefenin kullandığı yöntemlerin ve bunları kullanan kişilerin birliktelikleri ve ilişkileriyle ortaya çıkan sayısız kesişim kümesi var. Dijital ve yeni medya sanatlarının, günümüzün en güncel sanat pratiklerinden olduğunu söyleyebiliriz. Bu da yeni medya sanatlarının, çağdaş sanata öncülük edebilme potansiyelini gösteriyor.

Şu an ne üzerine çalışıyorsunuz?

İstanbul’da gelecek yıl gerçekleştirmek istediğim kişisel sergim için çalışmalara başladım. Uzun süredir sergi açma fırsatım olmadığı için bu sergi oldukça önemli. Birçok farklı disiplinde enstalasyonu içerecek bu sergide, farklı alanlardan mühendis ve tasarımcılarla iş birlikleri yaparak, düşündüğüm güncel meseleler üzerinden farklı insan algılarına yönelik bir ortam kurmak istiyorum. Şu an için bu sürecin başındayım. Kişisel sanat çalışmalarımın yanında vaktimin çoğunu, kurucu ortağı ve yönetmenlerinden olduğum stüdyo Nohlab alıyor. Bu yıl yurt dışı ve yurt içinde birçok kapsayıcı deneyim ve kamusal alan projesi gerçekleştireceğiz.

csismn.com

 

Reklâm
  • Sanat

Sanata ilginiz nasıl başladı?

Çok erken yaşlarda, kapsamlı biçimde ilgilenmeye başladım sanatla. Kendimi ifade etme güdüm sürekli yeni yollar aradı durdu. Dolayısıyla pek çok farklı sanatsal mecraya yoğunlaştığım dönemlerim oldu çocuklukta. İlkokulda tiyatro, bunu takiben müzik ve dans öğrenimleri gördüm. Üniversite hayatım boyunca da müzikten resme, analog filmden sosyolojiye, ses mühendisliğinden seramiğe uzanan dersler almaya devam ettim. Üniversite hayatıma önce Sorbonne Üniversitesi’nde tiyatro, sonra da Paris Amerikan Üniversitesi’nde sinema tarihi okuyarak başladım. Bu süreci takiben daha teknik bir eğitim arayışına girip İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde film ve televizyon bölümünü tamamladım. Aynı zamanda yan dal olarak görsel iletişim tasarımı okudum. Yüksek lisansımı ise UCL’deki Slade School of Fine Art’ta medya sanatları üzerine tamamladım. Üniversitenin ilk senelerinden itibaren çalışmalarımı sergileme fırsatı yakaladım. Ayrıca sahne, ışık, görsel tasarımcılığı ve daha da yoğunluklu bir şekilde müzik videoları yönetmenliği yaptım. Bu süreç zarfında pek çok deneysel, birkaç tane de kurmaca kısa film ürettim. 2014’te sinematik sanatlara odaklanan Prizma’yı kurmamla birlikte küratörlüğe başladım. Son birkaç senedir de sanatçı ikilisi olarak birlikte üretimler gerçekleştirdiğim Koreli Daeki Shim ile Güney Kore’de pek çok sergiye katılma fırsatım oldu. Yine son senelerde çekmiş olduğum müzik videoları yurt dışında pek çok film festivaline katıldı, ödüllendirildi. Uzun süredir üzerine çalıştığım bir sergi projesi hayata geçmek üzere. Bunlar çok güzel ve motivasyon veren gelişmeler. Bunun dışında araştırmalarımı sunma fırsatı yakaladığım konuşmalar, eğitimler, seminerler vermeye devam ediyor; bir yandan da Psikesinema ve Psikeart dergilerine bağımsız olarak katkıda bulunup kimi zaman makale yazıyor kimi zaman da görsel içerik ve kapak editörlüğü yapıyorum.

Pek çok farklı alanda çalışmalara imza atıyorsunuz. Enstalasyonlardan videolara kadar geniş bir yelpazeye yayılan çalışmalarınızda teknolojiden nasıl yararlanıyorsunuz?

Bu kavramlar bugün öyle değişken ki, ana akıma ulaştıklarından beri herkes gibi benim de teknolojiyle kurduğum ilişki dönüşüyor. Teknolojinin en son versiyonunun çığır açan bir örneğini kullanmaktan ziyade, işleyişini gözlemlediğim basit müdahaleleri tercih ediyorum. Teknolojinin, insanın ve gerçekliğin özüne dair ortaya çıkardığı metaforları çığır açıcı buluyorum. Kocaman, parlak ve bütünüyle görümüzü kaplayan bir ‘gerçeklik’ katmanı üretmektense, onun dokusallık ve fiziksellik ile kesiştiği, ancak sıkça gözden kaçan, saliselik ve aslında olağan saydığımız anları araştırmak ilgimi çekiyor. Yaratım eyleminin özünde olduğuna inandığım aşkınlık kavramını irdelemek için verimli bir alan sunuyor dijital dünya.

Prizma Expanded adında bağımsız bir sanat inisiyatifiniz var. Burada neler yapıyorsunuz?

Prizma, 2014’te galerilerin ve sanat kurumlarının dijital sanata tereddütle yaklaşması sebebiyle kuruldu. O dönemler video sanatı dahi yenilikçi kabul ediliyordu Türkiye’de. Dolayısıyla ses sanatı, yeni medya sanatı veya sinematik sanatlardan söz etmek biraz kendi kendinize konuşuyorsunuz duygusu veriyordu. Genç nesilden bu mecraya yoğunlaşan ve daha alternatif alanlarda görünürlük kazanmaya başlayan taş çatlasa on, on beş sanatçı vardı. İşlerinizi sergileyebileceğiniz galeriler yok denebilecek kadar azdı. O dönemlerde çeşitli sanatçılar kendi atölyelerini sanat alanlarına çevirmeye başladı. O dönemki ortağımla atölyemizi yine benzer bir ihtiyaç sonucu Prizmaspace adında sinematik sanatlara odaklanan bir alana dönüştürmeye karar verdik. Böylelikle dört grup sergisi, üç yönetmen sergisi, bir residency ve bir open studio olmak üzere mekanımızda dokuz sergi, bir tanesi Almanya’da olmak üzere de alanımızın dışında üç proje gerçekleştirdik. Bu süreç zarfında alanın yönetimini ve projelerin kürasyonunu üstlendim. Mekan bu doğrultuda belirleyici unsurlardan biriydi. Birkaç sene içinde alanımızı bırakmak durumunda kaldık ve o dönemin kolektif üretim ruhu daha bireysel bir yolculuğa evrildi. Bu süreçte çekmiş olduğum müzik videolarını ve kısa filmleri Prizma Productions Istanbul adı altında üretmeye başladım. Böylelikle Prizma’nın sinematik prodüksiyon yapan ayağı da oluşmuş oldu. Son olarak da Prizma, esas meselesi olan, fabrika ayarları dediğim, genişletilmiş sinemaya dönüşünü gerçekleştirdi. Sinemayı deneyim kavramı üzerinden okuyan, genişlediği ve yayıldığı alanları araştıran sergiler, seminerler, üretimler gerçekleştirmek için Prizma Expanded oluştu. Prizma’nın her ayağı zaman içinde, ihtiyaçlar doğrultusunda, organik bir şekilde belirdi.

Üretimleriyle size ilham kaynağı olan isimler kimler?  

İlgi alanlarımın geniş olması sebebiyle, bu sorunun cevabı uzayabiliyor, dolayısıyla genelde aklıma gelen ilk birkaç isimi sıralamak en mantıklı çözüm oluyor. Bu röportajın falına çıkanlar, tasarımcı Storm Thorgerson, yönetmen Derek Jarman, ressam Agnes Martin ve sanatçı Stan VanDerBeek oldu. Storm Thorgerson öğrencilik yıllarımda beni derinlemesine etkilemiş bir tasarımcı. 60’ların ve 70’lerin klasikleşmiş pek çok rock albümünün kült kapak tasarımları kendisine ait. Görselleri öyle gerçeküstü ki, dijital bir müdahale olduğunu düşünüyorsunuz. Oysa hepsi gerçek setlerde, fiziksel olarak tasarlanmış alanların fotoğraflarından oluşuyor. Derek Jarman ise sinemaya bakış açımı çok erken bir dönemimde kökünden sarsmış bir yönetmen. Rahatsızlığı sebebiyle ölümü yaklaşıyor ve görme yetisini kaybeden Jarman sadece mavi renkte görmeye başlıyor. Bu sürece cevaben, mavi bir ekranın üzerine tasarladığı seslendirme ve yazdığı ‘son’ ironik metniyle, başyapıtını yaratıyor. Agnes Martin ise ressam olarak ilgimi çeken, çalışmanın ortaya çıkma sürecini çalışmanın kendisinden daha çok önemseyen, bu süreci taoist bir meditasyona benzeten önemli bir sanatçı. Stan Van der Beek de 60’lı yılların başında yayınladığı manifestosuyla bugün en çok ilgilendiğim sanat dalı olan genişletilmiş sinema akımına ismini veren yönetmen / sanatçı. Bunlar beni çok etkilemiş pek çok sanatçı ve düşünürden yalnızca birkaçı.

Şu an ne üzerine çalışıyorsunuz?

Akbank Sanat’ta gerçekleşecek bir serginin kürasyonuyla ilgileniyorum. Prizma Expanded adıyla gerçekleştirdiğim ilk sergi olacak bu. Yönetmenlerin, filmlerinde birlikte çalıştıkları sinema profesyonelleriyle ortak üretimlerinden oluşan ve sinematik deneyime farklı merceklerden bakan bir sergi olacak. Eserlerini sergileyecek sinemacılar Reha Erdem ve Florent Herry, Zeynep Dadak ve Çiçek Kahraman, Deniz Tortum ve Alican Çamcı şeklinde üç gruba ayrılıyor. Bunun dışında sanat yönetmenliği ve klip yönetmenliği gibi çalışmalarıma da yoğunluk vereceğim bir dönemin ön hazırlığındayım.

Üretimlerinizin dert edindiği meseleler neler?

Kabaca gerçekliği araştırıyorum. Bunu söyleyince mümkün olabilecek en soyut ve en kapsamlı konudan bahsettiğimin farkındayım. Tam olarak bu sebeple ilgimi çekiyor gerçeklik. Kurgusallığı kolay gözden kaçabiliyor çünkü. Yadsınıyor. Bugünün dijital dünyasında, katmanlarca üretilmiş gerçekliklerin görünürlük kazanmasıyla, yavaş yavaş hepimizin konusu bu olmaya başlıyor. Gerçeklik nedir? Temsil nedir? Nasıl üretilir, nasıl kaybolur veya bulunur? Bu soruları irdelemek için de algı çalışmaları, simge bilimleri, fenomenoloji, varoluşçuluk, metafizik gibi pek çok farklı alanla ilgileniyorum.

Geleceğe dair planlarınız neler?

Pek çok planım var ancak dünya öyle belirsiz bir yer haline geldi ki, bu planları esnek tutma gayretine girdiğimi fark ettim. Örneğin bir kitap fikri bir sergiye dönüşebiliyor veya bir müzik videosunun çekiminden ileride çekmek istediğim uzun metrajlı filmime deneme çekimi çıkabiliyor. Tüm süreçlerim birbirini besliyor ama bir yandan da mutlak değiller, dönüşmeye müsaitler. Yolun kendisi çok değerli. Gerisine o kadar tutunmuyorum sanırım. Fakat yine de bu düşünce biçimi beni amaçlar belirleyip o doğrultuda düzenli ve disiplinli bir şekilde çalışmaktan alıkoymuyor.

www.larakamhi.com

 

  • Sanat

Sanata ilginiz nasıl başladı?

Erken yaşlardan itibaren bilim ve sanata ilgiliydim. Lisede bu alanlara olan merakım her ikisinin kesişimi olarak nitelendirebileceğimiz CGI (computer generated imagery) alanında kendimi yetiştirmemi, amatör çalışmalar üretmemi ve profesyonel hayata adım atmamı kolaylaştıracak projelere dahil olmamı sağladı. Fizik bölümündeki ilk lisans eğitimimi üçüncü yılında bırakıp Bilgi Üniversitesi’nin görsel iletişim bölümünü tam burslu olarak kazandım. Bilgi’deki zengin kültürel atmosfer tasarım ve estetik alanındaki gelişimimi tetikledi ve beni medya sanatları alanıyla tanıştırdı. Mezuniyet sonrasında bu alana dair fikirlerimi geliştirebilmek için sanat odaklı bir yüksek lisans programına dahil olmak istedim. 2015’te Fulbright bursiyeri olarak San Francisco Art Institute’teki Sanat ve Teknoloji programına başlamam ve ardından Birleşik Devletler’de çeşitli sanatçı programları ve stüdyo deneyimlerine dahil olmamla çalışmalarım bugünkü halini aldı.

Dijital olanakların üretim aşamasında ilginizi çekmesinin sebepleri neler?

VCD bölümünde her yıl ‘Track’ isimli bir öğrenci işleri sergimiz olurdu. Burslu öğrenciler olarak bu sergilerin tasarım süreçlerinde görev alıyorduk. Yıl boyunca üretilen başarılı öğrenci işlerinden bir seçki zamanın ötesinde formatlarda sergileniyordu. Çalışmalarımı kampüsümüzdeki bu etkileyici müze atmosferinde görmek motive ediciydi. Sinema filmlerinden aşina olduğumuz görsel efekt tekniklerinin kendi başlarına bir sanat formu olarak görsel işitsel deneyimlere dönüşebileceğini anlamak bana solo bir yaratıcı kariyere dair ilham verdi. Yeni teknolojilerin sanatsal üretimlere dair sunduğu keşfedilmemiş olasılıklar ve ifade biçimlerini araştırmayı daha heyecan verici bulmaya başladım.

Dijital sanat ve yeni medya sanatı yükselişte olmasına rağmen bu alanları henüz tanımayanlar da var. Siz bu alanları nasıl tanımlardınız?

Teknolojik araçların ve sosyal ağların günlük hayatımıza daha çok dahil olmasıyla aslında hemen herkes farkında olarak ya da olmayarak birer dijital medya tüketicisine dönüşüyor. Bu medyaları sadece tüketmektense birer üretici olarak değerlendirmek ve bize sağladıkları kanvasları yaratıcı bir şekilde kullanmak da mümkün. Geleceğe dair fikirler topluma ilk hallerini sanatsal platformlarda göstermişlerdir. Belli bir zaman önce bir sergi alanında deneysel bir etkileşim olarak keşfedilen bir fikir bir süre sonra günlük hayatın görünmez bir unsuruna dönüşebilir. Örneğin kullandığımız ekranlar bir anlamda yeni oluşan dijital bir dünyaya açılan ve gitgide genişleyen pencereler. Yeni bir dünya beraberinde yeni meseleler, yeni bir estetik ve iletişim modellerini getiriyor. Bunlar dijital sanatçılara yeni fikirler keşfetmek için ilham veriyor.

Üretimleriyle size ilham kaynağı olan isimler kimler?

İsimler bize belli bir zamanın yaklaşımını, anlayışını sembolize eden karakterler. Entelektüel gelişim yolcuğumda duruşları ve fikirleriyle bana ilham vermiş figürlerden bazıları Carl Jung, Buckminster Fuller, Robert Anton Wilson, George Lucas ve Carsten Nicolai.

Şu an ne üzerine çalışıyorsunuz?

Devam eden kişisel üretimlerime paralel olarak yurt içinde ve dışında pek çok sergi projesi, iş birliği ve konuşmalardan oluşan bir takvimim var. Lizbon, Paris, Dubai, Toronto, San Francisco, Los Angeles, İzmir ve İstanbul’da çeşitli tarihler söz konusu. Genellikle büyük ölçekli mimari yerleştirmelerden galeri ölçeğine doğru değişen boyutlarda görsel işitsel deneyimlere ek olarak son zamanlarda ilginç bir yeni keşif alanı da ulaşım araçları olmaya başladı. Elektrikli otomobiller ve şu an ismini paylaşamadığım bir cruise gemisinde bulunan bir proje bunlardan bazıları. Dijital sanatları görmeye alışık olmadığımız pek çok ilginç mekanda gelişim sürecinde olan projelerim söz konusu. Okuyucularımıza yaklaşan tarihlerden haberdar olmaları için sosyal medya kanallarımı takip etmelerini öneririm.

Bugüne dek yaptığınız çalışmalar içinde sizi en çok tatmin eden hangileri oldu?

Yüksek lisans yıllarımda ürettiğim ilk sanal gerçeklik projem ‘Morphogenesis’i takiben mezuniyet projem ‘Mediated Virtuality’ ve devamında geliştirdiğim ‘Multiverse’ serisi. Bu üç projenin kapsadığı konseptler, üretim biçimleri ve medyalar son yıllardaki disiplinimin temellerini oluşturuyor. ‘Morphogenesis’i ilginç kılan aynı anda hem sanal gerçeklik setinde hem jeodezik kubbelerde hem de geniş panoramik formatta sergilenebilmesi olmuştu. Immersive media’nın sağladığı farklı olanakları simultane olarak sunabilmek, bu çalışmanın dünyanın pek çok yerindeki medya sanatı festivallerine ve sergilerine ulaşabilmesini sağladı. Ardından ‘Mediated Virtuality’’de sanal gerçeklik deneyiminin içerisine 3D print heykeller ile fiziksel etkileşim getirdim. Bu, fiziksel ve sanal dünya arasında güçlendirmeye çalıştığım ilişkiyi gerçek anlamda ‘elle tutulur’ bir hale getirdi. ‘Multiverse’ serisinde bu heykel ve form fikirlerini tekrar dijital dünyaya getirip imkansız ölçeklerde spekülatif fikirler ürettim. Dijital medyanın esnekliği bu serinin galerilerden kamusal alanlara, evinizde stream edebileceğiniz dijital koleksiyonlardan mimari ölçeklerde yerleştirmelere kadar pek çok farklı mecrada yer almasını sağladı.

Dijital sanat, sanatın diğer alanlarına kıyasla çok daha özgür ve esnek gibi görünüyor. Bu alan bir sanatçı olarak size ne gibi özgürlükler tanıyor?

Aralarında belki de en ön plana çıkan kavram lokasyondan bağımsız bir yaşam ve üretim tarzı. Ürettiğim formların ve deneyimlerin farklı medyalar aracılığıyla farklı hislere bürünmesi, farklı ölçeklerde ve ekranlarda değişken uzamsal etkileri olması daimi bir deneysel üretim modunu ortaya çıkarıyor. İnsan bilincinin ve kolektif dağarcığımızın ufkunun ötesinde keşfedilmeyi bekleyen her şey benim için ilham verici. Kariyerimin ilk günlerinden bu yana otonomi, bağımsızlık, yaratıcılık ve özgünlük benim için en yüksek değerler oldu. Bu açıdan dijital sanat ve teknoloji benim için özgürleştirici bir disiplin ve araç. Bir süredir uzaktan çalışmayla dünyanın farklı yerlerinde aynı anda eserlerimi sergileyebilen bir üreticiyim. Pandemi sonrasında bu iş modelinin daha da geniş kitlelere yayılması ile kültürel atmosfer buna daha da uygun hale geldi. Bu durum dijital sanat ve dijital ekonomileri de pozitif yönde etkiledi. 

Kariyeriniz için neler hayal ediyorsunuz?

Daha fazla yaratıcılık ve daha fazla özgürlük. Sade, bağımsız, sürdürülebilir, inovatif bir yaşam tasarımı üzerinde çalışmak en keyif aldığım projem. 

canbuyukberber.com

Tavsiye edilen
    İlginizi çekebilecek diğer içerikler
      Reklâm