Get us in your inbox

Onur Aymete

Onur Aymete

Articles (37)

Çevrimiçi yeniler

Çevrimiçi yeniler

Palm Springs / Yarın Yokmuş Gibi ‘Saturday Night Live’ kadrosunun eski üyesi Andy Samberg, ‘How I Met Your Mother’ın annesi Cristin Milioti ve ‘Groundhog Day / Bugün Aslında Dündü’yü anımsatan bir zaman paradoksu. Bu üç özelliğinden biri bile ilginizi çektiyse, ‘Palm Springs’e şans verin. Film aslında Ağustos’ta vizyona girmiş ama pandemi nedeniyle hak ettiği ilgiyi görememişti. Sundance Film Festivali’ndeki gösteriminden sonra rekor fiyata dağıtımcı bulan bir komedi daha iyisini hak ediyor tabii ki. Yönetmen Max Barbakow’un ilk uzun metrajı, romantik komedi sevmeyenlerin bile gönlünü çalacak bir öykü anlatıyor. Google Play Store’dan satın alınabilir, Apple TV ve iTunes uygulamalarından satın alınabilir ya da kiralanabilir.  One Night in Miami Sene 1964. Gelecekte Muhammed Ali adını alacak efsanevi boksör Cassius Clay, çok önemli bir unvan maçının gecesinde üç dostuyla buluşuyor: Soul müzisyeni Sam Cooke, NFL oyuncusu Jim Brown ve insan hakları savunucusu Malcolm X. Kapalı kapılar ardında neler olup bittiği tam olarak bilinmiyor ancak bu dört ismin dünyaya damgasını vurduğu belli. ‘Soul’un yazarlarından ve yönetmenlerinden biri olan Kemp Powers, işte bu geceden esinlenen bir tiyatro oyununa imza atmıştı. En son ‘Watchmen’ dizisiyle gündeme gelen oyuncu Regina King, bu oyunu beyaz perdeye uyarlamak için ilk kez yönetmenlik koltuğuna geçiyor. Belli ki King, kamera önündeki deneyiminin de etkisiyle oyuncu yönlendirmeyi çok iyi biliyor, çünkü başroldeki dört ismin performansları

Konsol savaşları

Konsol savaşları

PLAYSTATION 5 Oyun seçkisi Oyun konsolu denince akla gelen ilk ismin PlayStation olması, özellikle bu noktada öne çıkıyor. Kasım 2020’de piyasaya çıkan PS5, kendisine özel pek çok oyun sunuyor. Her çizgi roman hayranının oynadığı şu Örümcek Adam oyunu nerede? Yalnızca PS5’te. Peki ya İskandinav tanrılarıyla savaştığımız ‘God of War’un yenisi hangi platforma çıkacak? PS5’e. Özetle, hem PS5’ten başka yerde çıkmayacak oyunlar hem de oyun çeşitliliği açısından avantaj PlayStation’ın. Daha ucuz dijital versiyon Bilgisayarların bile ne DVD ne de Blu-ray okuduğu bir çağda yaşıyoruz artık. Video oyun alışverişleri artık sıklıkla çevrimiçi gerçekleştirildiği için, oyun konsollarının da optik sürücülerini evrilerek yitirmesi kaçınılmazdı. PS5’in dijital versiyonu, bunu bir avantaja çeviriyor ve optik sürücüsüz versiyonuna, standart PS5’in 499 dolarlık fiyatı yerine 399 dolar biçiyor. Yeni kumandaları PlayStation 5’in yeni oyun kumandalarının bazı tuşları, oyuna göre farklı özellikler edinebiliyor. Mesela bir oyunda ok atarken yayın gerilmesini taklit ederek zor basılan bir tuş, başka bir oyunda fotoğraf makinesi kullanırken tam bir düğme hissi veriyor. Kumandadaki hoparlörden gelen efektler ve ses efektleri, bunun gibi hisleri geliştiriyor. Artık kumandada bir mikrofon da olması, çevrimiçi oyunlarda haberleşmeyi kolaylaştırıyor.   PS5’TE HANGİ OYUNLAR VAR? Spider-Man: Miles Morales PS4’te çok sevilen ‘Marvel’s Spider-Man’ oyununun devamı. Daha kısa süren bu oyunda, ‘Spider-Man: Into th

Dijital film festivalinizi düzenleyin

Dijital film festivalinizi düzenleyin

La vita davanti a sé / Onca Yoksulluk Varken Emile Ajar (ya da gerçek adıyla Romain Gary) imzalı ‘La vie devant soi’ romanının bu uyarlamasının, özgün esere birebir sadık kalmak gibi bir derdi yok. Fransa’da geçen öyküsünü İtalya’ya taşıyan ve ana karakterlerine hayli büyük farklar ekleyen filmin yönetmeni, başroldeki Sophia Loren’in oğlu Eduardo Ponti. Büyük olasılıkla kan bağı sayesinde, bu kadar büyük bir projeyi, bu kadar büyük bir yıldızla çekme fırsatı buldu Ponti; ama neyse ki sonuç büyük bir hayal kırıklığı değil. Bunun bir nedeni de, küçük bir çocuğun dilinden anlatılan romanın bir kopyasını yaratmaya çalışmamış olması; ne de olsa romanı eşsiz kılan sözcük oyunları ve dil akışını beyaz perdeye uyarlamak zor olurdu. Yalnızca Sophia Loren’in ve 14 yaşındaki rol arkadaşı Ibrahima Gueye’nin performansları için bile izlemeye değer, hüzünlü bir film. Netflix’te. Never Rarely Sometimes Always / Asla, Nadiren, Bazen, Her Zaman 2020 senesinin koronavirüs öncesi dönemine denk gelen film festivallerinin gözdelerinden biriydi yönetmen Eliza Hittman’ın filmi. Sundance’te prömiyerini yaptı ve Berlinale’de Büyük Ayı Gümüş Jüri Ödülü’nü aldı. Virüsün yayılmasının ardından çevrimiçi festivallere konuk olmak zorunda kalmasına rağmen iyi bir şöhret edinmeye devam etti ve karantina sürecinde evde canı sıkılan Pedro Almodóvar’ın derlediği 2020’nin en iyileri listesinde yer alınca ününe ün kattı. Film, 17 yaşında bir genç kızın, kürtaj olmak için arkadaşıyla birlikte yaptığı New York seya

Kasım ayının filmleri

Kasım ayının filmleri

Été 85 / 85 Yazı Yönetmen: François Ozon Oyuncular: Félix Lefebvre, Benjamin Voisin Vizyon tarihi: 6 Kasım François Ozon’un son filmi, 73. Cannes Film Festivali seçkisine girmiş ve festival pandemi nedeniyle iptal edilince sonbaharı beklemişti. İstanbul Film Festivali’nde de gösterilen ‘Été 85’, 16 yaşındaki Alex ve 18 yaşındaki David arasındaki yaz aşkını konu alıyor. 80’lerde ve Avrupa’nın imrenilesi yazlık beldelerinden birinde geçmesi nedeniyle ‘Call Me By Your Name / Beni Adınla Çağır’ı getirebilir akla ama buradaki ilişki daha fazla gerginliğe gebe. Geçmişe dönüşlerle ilişkinin akıbetinin yavaş yavaş ortaya çıkması, öyküye gizem katıyor. Filmin esin kaynağı olan 1982 tarihli roman ‘Dance On My Grave’, büyük bir yayınevinden çıkıp da eşcinsel bir ilişki anlatan ilk gençlik romanlarından biri olmuştu. Exil / Yabancı Yönetmen: Visar Morina Oyuncular: Misel Maticević, Sandra Hüller Vizyon tarihi: 13 Kasım Bazı gerilim filmleri, sıradan korkuların üzerine giderek izleyiciyi diken üstünde tutar. ‘Exil’in başarısı da işte burada yatıyor. Almanya’da çalışan Kosovalı Cafer’in karşılaştığı ayrımcılıklar üzerine kurulu bir öykü izliyoruz. Kapısında bulduğu ölü sıçanlar, iş arkadaşlarının Cafer adını doğru dürüst öğrenememesi gibi olaylar güçlendiriyor şüphelerini. Yönetmen Visar Morina, bu endişeleri görsel olarak güçlendiren sahneler kurguluyor, başroldeki Misel Maticević’in tedirgin edici performansı ise seyircinin ister istemez etkilenmesini ve öyküye kapılması

Oyun içinde oyun

Oyun içinde oyun

Nedir ‘Dreams’? Platform oyunları ‘LittleBigPlanet’ ve ‘Tearaway’e imza atan Media Molecule’ün yeni marifeti. Özetle, başkalarının deneyebileceği oyunlar ve oyun içerikleri yarattığınız bir oyun ‘Dreams’. Peki, bunun neresi bir oyun? Oyun içerikleri üretmenin, başka oyunları denemek kadar eğlenceli olduğunu fark edince ‘Dreams’in her yönü bir oyuna benziyor. Bu size yetmezse başkalarının hazırladığı oyunlarla oyalanabilir ya da Media Molecule’ün bizzat tasarladığı iki-üç saat süren ‘Art’s Dream’ macerasına atılabilirsiniz. ‘Art’s Dream’, ekibiyle yolları ayrılan bir kontrbas sanatçısının öyküsünü anlatıyor ve ‘Dreams’in neler yapabileceğini kanıtlamak istercesine, farklı oyun türleri ve görsel stiller arasında bir yolculuk yapıyor. İşin en güzel tarafı, oyun içindeki bu oyunun, tamamen ‘Dreams’ içinde yaratılmış olması. Yani başka oyuncular da bunun kadar başarılı şeyler üretebilir, hatta daha iyisini bile yapabilir. Başkalarının eserleriyle nasıl etkileşime girebilirim? Bunun için çaba sarf etmenize gerek yok. Oyun iki ana bölümden oluşuyor. İlki olan ‘Dream Surfing’de başkalarının eserlerine göz atabilir, deneyebilir, yorum bırakabilirsiniz. Bu açıdan bir çeşit sosyal platforma da benziyor ‘Dreams’. İkinci kısım ‘Dream Shaping’, kendi hünerlerinizi konuşturacağınız yer.  Oyun oluştururken her şeyi ben yapmak zorunda mıyım? Hayır, isterseniz sadece animasyonlarla ilgilenip, müzikler gibi diğer bütün oyun içerikleri için başkalarının eserlerine başvurabilirsiniz. Ama üretmes

Avrupa’nın Hollywood açılımları

Avrupa’nın Hollywood açılımları

Ich seh ich seh (Goodnight Mommy) / Ölümcül Oyun (2014) Bu ay vizyona giren ‘The Lodge / Mürit’in yönetmenleri Severin Fiala ve Veronika Franz, memleketleri Avusturya yapımı bu korku filmine imza atmıştı. Film, yüzünü değiştiren bir kozmetik operasyon geçiren bir anneyi ve ikiz çocuklarını konu alıyordu. Yeni bir eve taşınan aile, burada pek huzur bulamıyor; çünkü çocuklar, bandajların altında annelerinin olmadığından şüphelenmeye başlıyordu. Ani sahnelerden çok, psikolojik gerilimden güç alan film, konusunun da ilginçliği nedeniyle sinemada korkmak isteyenler için özgün bir deneyim olmuştu. Bu fırsatı ıskalamayan Amerikalı yapımcılar, ‘Take Me to the River’ (2015) ile gergin bir dram filmi yazıp yöneten Matt Sobel’i yönetmen koltuğuna oturtmuş. Söylenenlere göre yapım aşamasında olan Amerikan versiyonu ile önümüzdeki bir-iki sene içinde karşılaşabiliriz. Toni Erdmann (2016) Şakacı bir baba ve tekrar bağ kurmaya çalıştığı işkolik kızı… Hollywood’da zaten gördüğümüz bir öyküye benziyor değil mi? Babayla kızın başta sürtüşecekleri, ardından kızın babasını hayatından çıkarmaya çalışacağı ve en sonunda ortak bir noktada buluşup barışacakları belli, değil mi? İzlemeyenler için ‘Toni Erdmann’da neler olup bittiğini söylemeyelim, ama filmin depresif yanı bol bir komedi olduğunu belirtelim. Yönetmen Maren Ade, kendi deyişiyle mizahını umutsuzluktan çıkarıyordu. Amerikan uyarlamasının bu kadar hüzünlü olacağını sanmıyoruz, ama ana karakterin bir Whitney Houston parçasını söylediği sah

Ufukta neler var?

Ufukta neler var?

  12 Minutes Nedir? Evinizde, eşinizle birlikte romantik bir gece geçiriyor, yemek yiyorsunuz. Eşiniz, yemek masasının altından bir hediye çıkararak size sürpriz yapıyor. Ama siz hediyenin ne olduğunu bildiğinizi söylüyorsunuz: Eşiniz, hamile olduğunu size bir sürpriz yaparak söylemek için bir bebek giysisi almış. Önünüzdeki saniyeler boyunca gerçekleşeceğini bildiğiniz tek şey bu değil. Birazdan kapıdan içeri bir polis girecek, eşinizi cinayetle suçlayacak ve sizi öldüresiye dövecek. Çünkü 12 Minutes’ın ana karakteri, bir zaman döngüsüne hapsolmuş şanssız bir adam. Neden merakla bekliyoruz? İyi işlenebilirse ortaya harika bir sonuç çıkaracak bir fikir, Rockstar Games ve Ubisoft gibi büyük oyun şirketlerinden deneyimli bir oyun geliştiricisi, Kubrick filmlerinden esinlenen bir tasarım anlayışı… Kuş bakışı görüş açısıyla oynanan bu macera oyunu, dört gözle beklenmeyi hak ediyor. Ne zaman yayınlanacak? 2020 içinde, ilk olarak Xbox One ve Microsoft Windows platformlarında.   The Last of Us Part II Nedir? PlayStation 3’ün en çok satan üçüncü oyunu olan ‘The Last of Us’ın devamı. İlk oyunda koruduğumuz küçük kız, bu oyunda büyümüş haliyle karşımıza çıkarak bize genç ve güçlü bir kadını yönetme imkanı sunuyor. Hayatta kalmak için malzeme toplayıp zombimsi yaratıklarla dövüşeceğimiz oyun, tarz olarak ilkinden çok da uzaklaşmayacak gibi görünüyor. Neden merakla bekliyoruz? ‘The Last of Us’, gelmiş geçmiş en iyi oyunlar listelerinde kendine sık sık yer buluyor; ikincisinden de daha a

Bana işini söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim

Bana işini söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim

  ‘Küçük Şeyler’in, önceki filminiz ‘Babamın Kanatları’ ile bağlantısı nedir? Adına ev üçlemesi dediğim serinin devamı niteliğinde. Ama başka bir hikaye, başka bir sınıf ve başka bir üslupla anlatılıyor. İlk filmde sitenin inşaatı sürerken oradaki örnek daireyi görüp evi alan çiftin hayatına odaklanıyoruz bu kez.  Bir üçlemenin parçası olsalar da, iki film arasında değindiği konular açısından hayli fark var. ‘Babamın Kanatları’, işçi cinayetlerine eğiliyor; ‘Küçük Şeyler’in karakterleri ise beyaz yakalı dertlerinden mustarip. Bu fark, senaryo yazımı ve çekim sürecini nasıl etkiledi? İçinde yaşadığımız kentsel sömürü ve kapitalizmin cenderesindeki karakterler olarak aynı gerçekliğin içinde nefes alıp veriyorlar. Hatta birebir aynı mekandalar diyebilirim. Bu filmi yazarken yeni orta sınıfı anlamak, onun kendine dert ettiği şeylerin ötesine geçerek bir kavrayış geliştirmek zorlayıcıydı. Diğer yandan da ilk filme nazaran daha iyi bildiğim sularda olduğum için kolaydı. Bu konfor alanından çıkmayan, kendini fazla önemseyen, biraz da gösteriş seven insanları yazarken mizah ister istemez ön plana çıktı. Çekim süreci de elbette kolay olmadı. Oyuncularla komik olmadan kurulan bir mizahı ve içinde hüznü barındıran çıkışsızlığı, yer yer sertleşen ilişkinin köşeli yanlarını beraberce kavramaya çalıştık. Benim açımdan zorluklarla dolu, eğlenceli ve inanarak çalıştığım bir süreç oldu.  Sizi, ‘Küçük Şeyler’deki çiftin hikayesini yazmaya iten şey neydi? Beyaz yakalıların dünyasıyla nasıl bağ

Acayip Bir Oyun, "Death Stranding"

Acayip Bir Oyun, "Death Stranding"

Bir Kojima eseri ‘Death Stranding’in arkasındaki isim, ‘Metal Gear’ serisinin yaratıcısı Hideo Kojima. Gelmiş geçmiş en ünlü video oyunu serilerinden biri olan ‘Metal Gear’, bolca hayrana sahip olmasının yanı sıra yeni bir tür başlatmasıyla da tanınıyor. Kojima, Konami şirketinin yayınladığı ‘Metal Gear’ ile yalnızca aksiyon sözcüğüyle tanımlanamayacak bir oyuna imza atmış; saklanarak da düşmanları atlatabildiğimiz taktiksel aksiyon oyunlarının öncüsü olmuştu. ‘Death Stranding’ ise Kojima’nın kendi adını taşıyan bağımsız stüdyosuyla yaptığı ilk oyun. Çılgın bir hayal ürünü ‘Death Stranding’, garip ve özgün bir bilim kurgu dünyasında geçiyor. Oyunla aynı adı taşıyan bir felaket sonrasında mahvolmuş ABD’deyiz. Görünmez yaratıklar etrafta kol geziyor; yağmur damlaları, dokunduğu her şeyde zamanı hızlandırdığı için ölümcül bir tehlikeye dönüşmüş. Doğal olarak ülkenin altyapısı mahvolmuş, karakterimiz ise şehirler arasında önemli kargoları taşımakla görevli. Bu sırada önceden bahsettiğimiz görünmez yaratıklar ve kargo çalıp teslim etmek isteyen hırsızlarla mücadele ediyoruz. En büyük yardımcımız ise, sarı bir sıvıyla dolu fanusun içinde taşıdığımız bir bebek. Ölümle yaşam arasında bağlantı kuran bu bebek sayesinde görünmez yaratıkları sezebiliyoruz. Tuhaf mı? Bahsettiklerimiz hikayenin yalnızca ana hatları. Derinlerine indikçe işler daha da karışıyor.  Ünlü oyuncularla dolu Ana karakterimiz Sam Porter Bridges’i, ‘The Walking Dead’ dizisi ve ‘The Boondock Saints / Şehrin Azizleri’

Üç kardeşin öyküsü

Üç kardeşin öyküsü

Sene başında Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı için yarışmasından beri merakla bekliyoruz Emin Alper’in ‘Kız Kardeşler’ini. Festivalde eleştirmenlerin gözdelerinden biri olan film, büyük ödülü kimilerine göre kıl payıyla kaçırmış; İstanbul Film Festivali’nde ise Altın Lale, En İyi Kadın Oyuncu ve En İyi Özgün Müzik ödüllerini toplamıştı. Yönetmenin önceki filmleri ‘Tepenin Ardı’ ve ‘Abluka’ya kıyasla daha kişisel, daha az siyasi bir öykü anlatıyor ‘Kız Kardeşler’. Beslemelik geleneğini mercek altına alan film, Emin Alper’in de dediği gibi, daha karakter merkezli bir öykü anlatıcılığına odaklanıyor; yönetmenin bundan sonraki filmlerinde nasıl bir yol çizeceğine dair heyecanlanmamıza sebep oluyor.   Önceki filmlerinize kıyasla ‘Kız Kardeşler’ daha kişisel bir iş mi? Evet, daha kişisel bir iş. Beslemelik kurumunun büyüdüğüm kasabada çok yaygın olmasından dolayı, pek çok çocukluk arkadaşımın besleme olmasından kaynaklı nedenlerle kişisel her şeyden önce. Ama onun dışında da aşağı yukarı bütün karakterlerde benim tanıdığım, bildiğim, aşina olduğum insanlardan parçalar var. İlk kez bir filmin çekim ve kurgu sürecinde duygusallaştığım anlar oldu. Sırf bundan dolayı da bu filmin daha kişisel olduğunu hissettim.   Film köyde geçmesine rağmen iki tarafın da (şehirdeki ve köydeki aileler) bakış açılarını yansıtıyorsunuz; kötü bir karakterden bahsedemeyeceğimiz bir kadro kuruyorsunuz. Karakterleri yaratırken nelerden esinlendiniz? Dediğim gibi her karakterde tanıdığım, bildiğim biriler

Listings and reviews (23)

Gizli Bir Yaşam

Gizli Bir Yaşam

4 out of 5 stars

Filmekimi'nin göze çarpan filmlerinden biri : A Hidden Life / Gizli Bir Yaşam Son dört sene içindeki üçüncü filmiyle karşılaştığımıza göre belli ki Terrence Malick harıl harıl çalışmaya devam ediyor. Ancak bu filmin, yönetmenin ‘Tree of Life / Hayat Ağacı’ (2011) ile zirveye çıkan tarzından farklı bir yönü var. Malick, hayat hakkında sorular sormak yerine bu sefer gerçek bir hikayeden yola çıkıyor ve II. Dünya Savaşı’nda savaşmayı reddeden bir çiftçiyi anlatıyor. Yoksa yeni bir ‘The Thin Red Line / İnce Kırmızı Hat’ (1998) bizi mi bekliyor? Pek sanmıyoruz, ama Malick’in böyle bir senaryoyu seçmesinde bir hayır vardır diyoruz. 8 Ekim Salı, Kadıköy, 16.00 / 10 Ekim Perşembe, Atlas, 21.30 / 11 Ekim Cuma, City’s, 16.00 / 13 Ekim Pazar, Rexx, 21.30

Kız Kardeşler

Kız Kardeşler

En son ‘Abluka’ (2015) ile karşımıza çıkan Emin Alper’in yeni filmi, geçtiğimiz aylarda Berlinale’in ana yarışmasında şansını denemişti. Altın Ayı’nın iddialı adaylarından biri olması nedeniyle sonucu merakla beklemiştik, ancak büyük ödülü ‘Synonymes’e kaptırmıştı. Kasabaya besleme olarak gönderildikten sonra, köylerine dönmek zorunda kalan üç kız kardeşi takip ediyor film. Hayli trajik bir hikaye anlatmasına rağmen, sulu gözlü bir drama dönüşmüyor ‘Kız Kardeşler’. Festivalde kaçırsanız bile, vizyona girince yakalamaya bakın. 13 Nisan, Atlas, 21.30  

Ağaçlardan Bahsetmek

Ağaçlardan Bahsetmek

Berlinale’den sonra İstanbul Film Festivali’ne uğrayan ödüllü filmlerden biri de ‘Talking About Trees’. Berlin’de En İyi Belgesel ödülünü kazanan film, Sudanlı dört arkadaşın, memleketlerine sinemayı döndürme çabalarını anlatıyor. Kendileri de birer sinemacı olan dört kafadar, Sudanlılar için film gösterimleri düzenlemeye çalışırken türlü engellerle karşılaşıyor ve mesleklerini ülkelerinde devam ettiremeyecekleri gerçeğiyle yüzleşiyor. ‘Talking About Trees’in yönetmeni Suhaib Gasmelbari, sinema sevgisi hakkında gösterişsiz ama dokunaklı bir hikaye anlatmış. Filme ismini veren Bertolt Brecht dizelerinde olduğu gibi, Gasmelbari de özgürlük hakkında konuşulacak ciddi meseleler varken farklı bir konuya (bu sefer ağaçlara değil, sinemaya) odaklanmayı tercih ediyor. Ama zaten özgürlük de dilediğimiz şeyi dert edebilmemiz değil midir? 12 Nisan, Beyoğlu, 19.00 / 15 Nisan, Cinemaximum City’s, 11.00 / 16 Nisan, Kadıköy, 11.00  

On Dört

On Dört

Tabiri caizse, bağımsız gibi bağımsız filmler çekiyor Dan Sallitt. Sundance ve Berlinale gibi festivallerde gezen, ama memleketi Amerika’da pek yaygın gösterime girmeyen, kendi deyişiyle ‘mikro bütçeli’ yapımlara imza atıyor Sallitt. Günlük diyalogların içine felsefi tartışmalar serpiştiren, Yeni Dalga’nın öncülerinden Eric Rohmer’in Amerika şubesi diyebiliriz kendisi için (aynı zamanda bir film eleştirmeni olan Sallitt’in idollerinden biri zaten Rohmer). Son filmi ‘Fourteen’ ise iki genç kadının arkadaşlığını anlatıyor. İlham verici tatlılıkta bir dostluk değil bu, çoğumuzun arkadaşlık ilişkileri gibi inişlerle çıkışlarla dolu. Başrollerdeki Tallie Medel ve Norma Kuhling’in performansları bu kadar iyi olmasaydı, ‘Fourteen’ kesinlikle sönük bir esere dönüşürdü. Neyse ki Sallitt’in tarzına uygun, abartısız ama etkileyici iki performans var karşımızda. 5 Nisan, Cinemaximum City’s, 11.00 / 6 Nisan, Rexx, 13.30 / 7 Nisan, Beyoğlu, 21.30  

Aquarela

Aquarela

Rus belgeselci Viktor Kossakovsky, ‘Aquarela’ için İskoçya, Meksika, Rusya, Grönland, Venezuela, Portekiz, ABD ve Atlantik Okyanusu’ndan deniz, buz dağı ve şelale görüntülerini bir araya getirmiş. “Denizin her gün, her saat, hatta her dakika değiştiğini fark ettim. Hiç sıkılmadım; çünkü su hiç aynı değildi,” diyor Kossakovsky. Sonuçta doğa harikaları üzerine, sinema perdesinde izlenmeyi hak eden bir eser çıkmış ortaya. ‘Blue Planet’ gibi belgesel serilerini izlerken hipnotize olanlardansanız, denizlerin büyüsünü bir de beyaz perdede izlemeyi deneyin. 13 Nisan, Rexx, 11.00 / 14 Nisan, Cinemaximum Zorlu Center, 13.30 / 15 Nisan, Cinemaximum City’s, 16.00  

High Life

High Life

‘Twilight / Alacakaranlık’ serisini sevseniz de sevmeseniz de, takdir etmeniz gereken bir katkısı oldu sinema dünyasına. Robert Pattinson ve Kristen Stewart gibi iki genç oyuncu için sayısız kapı açtı ve ne şanslıyız ki ikisi de birbirinden yetenekli yönetmenlerle çalışmayı tercih ediyor artık. Özellikle Pattinson’a imrenmemek işten değil: Herzog, Safdie Kardeşler, Cronenberg derken sonunda bir bilim kurgu filmi olan ‘High Life’ için Claire Denis’nin peşine takıldı Pattinson.‘Trouble Every Day / Her Gün Başka Bir Bela’ (2001) ile vampir anlatılarına farklı (ve bol vücut sıvılı) bir bakış açısından yaklaşmıştı Claire Denis, ‘High Life’da ise uzayda mahsur kalan karakterlerini tutsaklığı ve türlü vücut fonksiyonlarını irdeleyen bir hikayeye sürüklüyor. Müzikler Denis’nin tüm filmlerinde olduğu gibi yine Tindersticks’ın esas adamı Stuart A. Staples’a emanet. 6 Nisan, Atlas ve Rexx, 21.30 / 7 Nisan, Cinemaximum City’s ve Zorlu Center / 17 Nisan, Rexx, 19.00  

Lanetli Kumaş

Lanetli Kumaş

‘Berberian Sound Studio’ (2012) ile sıra dışı bir korku filmine imza atan Peter Strickland, yine benzer sularda yüzüyor. Dario Argento usulü B-sınıfı korku filmlerine yazılmış bir aşk mektubu adeta ‘In Fabric’. Satanistlerin hobi olarak çalıştığı bir yere benzeyen bir mağaza ve orada satılan, kan kırmızısı ‘lanetli’ bir elbisenin hikayesini izliyoruz. Absürt karakterler ve tüm dehşetine rağmen güldüren olaylarla, ‘In Fabric’in izleyenleri eğlendirmemesi imkansız. Ama siz yine de beklentilerinizi iyi ayarlayın, korkudan nefesinizi tutacağınız bir film bekleyerek sinemaya gitmeyin. Çünkü Strickland korkuyu, koltuğunuzdan sıçratacak sahnelerden ziyade, bir estetik dil olarak işliyor. 10 Nisan, Cinemaximum City’s, 13.30 / 11 Nisan, Rexx, 19.00 / 16 Nisan, Atlas, 19.00  

Kırmızı

Kırmızı

70’li yıllarda, Arjantin’deyiz. Askeri darbe henüz gerçekleşmemiş, ama ülkede gergin bir hava hakim. Küçük bir kasabada avukatlık yapan ve kendini boyundan çok büyük işlerin içinde bulan bir avukatın öyküsünü anlatıyor ‘Rojo’. Arjantinli yönetmenBenjamin Naishtat, abartılı kamera oyunlarıyla filmin trajikomik hikayesine renk katıyor. Olayların nasıl çözüleceğini merakla bekleyecek, Naishtat’ın bundan sonraki işleri için de sabırsızlanacaksınız. 12 Nisan, Cinemaximum City’s, 19.00 / 14 Nisan, Atlas, 11.00 / 15 Nisan, Rexx, 16.00  

Sokağın Dili Olsa

Sokağın Dili Olsa

4 out of 5 stars

2017’de ‘Moonlight / Ay Işığı’ ile En İyi Yönetmen dahil üç dalda Akademi Ödülü kazanan Barry Jenkins, bu sefer James Baldwin’in aynı adlı romanını beyaz perdeye uyarlıyor. Uyarlama senaryoyu kaleme alan bizzat Jenkins olsa da, tüm film boyunca Baldwin’in sesi hissediliyor. Trajik bir şekilde ayrı düşen genç aşıklar Tish ve Fonny, kameraya bakarken Baldwin’in sözcüklerini gözlerinden okuyoruz adeta. Zaten Jenkins’in amaçlarından biri de, kitaba sadık bir uyarlamaya imza atmakmış. 70’lerin New York’unda geçen film, aşk ve adalet hakkında evrensel bir hikaye anlatıyor ve ruhu olan her seyirciyi duygulandırmayı başarıyor. 10 Nisan, Atlas ve Rexx, 21.30 / 11 Nisan, Cinemaximum City’s, 21.30 / 16 Nisan, Cinemaximum Zorlu Center, 21.30  

Destroyer

Destroyer

2 out of 5 stars

‘The Invitation’ (2015) filmiyle hatırlayabileceğiniz Karyn Kusama’nın yönetmenliğini üstlendiği ‘Destroyer’, geçmişiyle yüzleşen polis memuru Erin’in hikayesine odaklanıyor. Erin rolündeki Nicole Kidman’ın performansı, eleştirmenlerin yorumlarına göre Oscar’lı oyuncunun kariyerinin en iyilerinden biri. Kidman’ın bu filmdeki rolüyle Altın Küre’ye de aday gösterildiğini not düşelim. Polis memuru Erin, erken polislik yıllarında zorlu bir görevle karşı karşıya kalır, tehlikeli bir çeteye gizlice dahil olmak ve bilgi taşımak zorundadır. Ancak görev başarısızlıkla sonuçlanır ve Erin insanların ölümüne neden olur. Yıllar boyunca pişmanlıklarıyla baş etmeye çalışan kadın aniden çeteyle tekrar karşılaşır ve intikam almayı kafasına koyar. Ayın heyecanla beklenen aksiyon-suç filmlerinden ‘Destroyer’, sadece Kidman’ın performansı için bile izlemeye değer.  

Sınır

Sınır

5 out of 5 stars

Ali Abbasi’nin 2018’de Cannes’da Belirli Bir Bakış ödülünü kazanan filmi, ‘Let the Right One In / Gir Kanıma’nın yazarı John Ajvide Lindqvist’in bir öyküsünden uyarlanmış. Danimarka’da bolca hayranı olan Lindqvist, yine tuhaf bir aşk öyküsü kaleme almış. Kahramanımız Tina’nın yüzü, adeta bir mağara insanı gibi. Tina’nın diğer insanlardan tek farkı bu değil, insanüstü koku alma gücünü, adeta bir polis köpeği gibi kullanabiliyor. Tina’nın dünyası, kendisine çok benzeyen Vore ile tanışmasıyla alt üst oluyor ve yolu ormandan geçen, tuhaf ama büyülü bir aşk başlıyor. Festivalin en tuhaf aşk hikayesi. 13 Nisan, Cinemaximum City’s, 21.30 / 15 Nisan, Atlas, 11.00 / 16 Nisan, Kadıköy, 19.00 / 17 Nisan, Beyoğlu, 21.30  

Ek Biç Ye İç

Ek Biç Ye İç

Bir gece vakti, Gümüşsuyu’ndan Taksim Meydanı’na çıkan son düzlüklerde Amsterdam’ın Red Light District’ini hatırlatan bir şekilde kırmızı ışıklarla aydınlatılmış bir yerin önünden geçmiş olabilirsiniz. Bu ışıklar bambaşka bir amaca hizmet ediyor; mekânın içindeki marulları, maydanozları, pazıları besliyor. Ek Biç Ye İç’in kazanlarında her hafta beş çeşit çorba kaynıyor, büfesindeki 20’ye yakın malzemeden dilediklerinizi seçerek salata veya wrap hazırlatabiliyorsunuz. Mutfağını özel kılan ise kullanılan malzemelerin kökenleri. Her sebzenin, meyvenin veya et ürününün nereden geldiği açık açık sıralanmış; salatanıza koydurduğunuz turpun Gümüşdere’den geldiğini, wrap’inize doldurduğunuz tavuk etinin Samsun Alaçam’da yetiştirilen hayvanlardan temin edildiğini öğreniyorsunuz. Malzeme çeşidinin bol olması sayesinde tercih yaparken farklı tatları karıştırmak serbest; tatlıyla ekşiyi beraber ilk kez deneyip beğenen, her gün farklı malzemeleri seçerek öğle yemeği rutinine hareket katan misafirleri oluyor. Özellikle organik ve sağlıklı olarak pazarlanan fahiş fiyatlı, küçük porsiyonlu salatalara inat uygun fiyatlarda ve bol kepçe salataları öğle yemeği için iyi bir tercih. Yine de Ek Biç Ye İç’in tek derdi organik ürünler değil. Ekipten Ayça İnce “İlle de organik olsun,” demediklerini, kullandıkları malzemelerin yerel ve karbon ayak izinin düşük olmasını tercih ettiklerini söylüyor. Güney Amerika’dan organik ve sağlıklı kinoa getirmek değil onların amacı. Mesela tohumunun organik olmadı

News (10)

İşi bilene sorduk: Bıçak tasarımcısı

İşi bilene sorduk: Bıçak tasarımcısı

Krop markasını yaratırken aklında ne vardı? Bıçaklarının şefler tarafından bu kadar sevileceğini hayal ediyor muydun?Bıçaklar, çağlar boyunca değişen materyallerle gelişmelerine rağmen aslında çok da farklılaşmamışlar. İlk çağlardan kalan bir bıçak da bugün fonksiyonunu yerine getirebilir. Benim yaklaşımım ise bugüne kadar belli malzeme ve tasarımlar doğrultusunda gelişmiş olan bu aletin, günümüz materyallerinden hangileriyle buluşabileceği ve standart dışı formlarla nasıl şekillenebileceği soruları üzerinden oldu. Sanırım bu yaklaşımım ilgiyle karşılandı. Ben de bıçaklarımın bu kadar ilgi görmesini beklemiyordum açıkçası. Bir diş hekimi ve müzisyensin aynı zamanda. Bir meslek sahibiyken farklı uğraşlarla profesyonel olarak ilgilenmek seni nasıl besliyor?Buna fırsat bulabildiğim için şanslı olduğumu düşünüyorum, sadece bir işle uğraşıyor olsaydım şimdiye kadar çoktan usanmış olurdum. Bütün bu işlerin ait olduğu farklı dünyalar var. Bu çeşitlilik bana yaşam enerjisi veriyor. Sanayide ellerim metal tozu ve yağ içindeyken ertesi gün yurt dışında bir festivalde çalıyor olmak, ondan iki gün sonra muayenehanede hasta tedavi etmek zihnimi tek bir dünyanın içine hapsolmaktan kurtarıyor. Bir bıçağın üretim sürecini özetleyebilir misin?Kâğıt üzerine çizerek başlıyorum. Sonra o çizimi çelik plaka üzerine aktarıp kesiyorum, el aletleriyle şekillendirdikten sonra ısıl işleme tabi tutup sertlik veriyorum. Ardından ağzının açılması ve sap takma süreci geliyor. En son da bilemesini yapıyorum

İşi bilene sorduk: Pilot

İşi bilene sorduk: Pilot

Eser Aksan Pilot, Pegasus Hava Yolları Küçükken pilot olmayı düşler miydin? Çocuk yaşlarımda uzakları görmeyi hep hayal ederdim. Amsterdam Schiphol Havalimanı’na gidip uçakları izler ve insanların nereye uçtuklarını çok merak ederdim. [Aksan, Hollanda doğumlu.] Özellikle F-16 uçaklarında uçmayı çok istiyordum, bunun için Hollanda Kraliyet Hava Kuvvetleri’ne başvurdum fakat çeşitli sebeplerden dolayı giremedim. Ama pilotluk sevdamdan hiçbir zaman vazgeçmedim ve zorlu bir sürecin sonunda en büyük hayalimi gerçekleştirdim. Şu an, her ne kadar yorucu olsa da, mutlu bir şekilde işime gidiyorum ve savaşa, şiddete karşı olduğum için iyi ki askeri pilot olmamışım diye düşünüyorum. Pilot olmak için nasıl eğitimlerden ve sınavlardan geçtin?Yaklaşık üç yıl süren yorucu bir eğitim süreci oldu. Yolcu uçaklarıyla uçuşa başlamadan önce, eğitim uçakları ile temel uçuş eğitimimi tamamladım. Bu süreç yaklaşık iki yıl sürdü. Sonrasında da şu an uçtuğum uçak tipinde ‘tip eğitimi’ olarak adlandırabileceğim bir süreçten geçtim. Meslek itibarıyla eğitim ve öğrenme hiç bitmiyor; altı aylık periyotlarla olası acil durum ve olağan dışı senaryoları da kapsayacak şekilde simülatör uçuşlarına devam ediyoruz. Ayda ortalama kaç ülkeye gidiyorsunuz?Ayda 70-80 saat arası uçuş yapıyorum. Bazı aylarda bu uçuşların ağırlığı Türkiye içindeki havalimanlarında oluyor, bazı aylarda da yurt içi ve yurt dışı uçuşlar eşit olarak dağıtılıyor. Yaygın kanının aksine, uçtuğumuz havalimanlarında çoğu zaman bir saatten az k

İşi bilene sorduk: eSpor takımı koçu

İşi bilene sorduk: eSpor takımı koçu

Ne zamandan beri Space Soldiers’ın ‘Counter-Strike: Global Offensive’ takımının koçluğunu yapıyorsun?Takımın 2014’teki kuruluşundan yaklaşık bir sene sonra ekibe dahil oldum. Profesyonel olarak hâlâ video oyunları oynuyor musun?En son profesyonel olarak 2010 yılında oynadım. Ondan sonra rekabet için değil, sadece eğlence için, eski takım arkadaşlarımla oynadım. Profesyonel bir eSpor oyuncusunun, başka bir spor dalı ile ilgilenen bir atletten en büyük farkı nedir?Bir federasyonun olmaması en büyük eksiklerden biri. Bu yüzden insanlar tanımıyor sizin yaptığınız işi, “Oyun oynuyorlar,” deyip geçiyorlar. Bir federasyon olsa, eSpor oyuncuları buraya bağlı olsa, daha kolay anlayacak konuyu bilmeyen insanlar da. Maalesef eSporcu dendiğinde insanların aklına karanlık odasında bilgisayarın başında oturan, kendi sanal dünyasında bir şeyler yaşayan, asosyal biri geliyor. Ama bunların aksine bu işi profesyonel olarak yapan kişi spor da yapıyor, bunu kimse dikkate almıyor. Örneğin bazıları yüzüyor, bazıları koşuyor, bazıları ağırlık çalışıyor; yani düzenli bir aktiviteleri var. Tabii aynı zamanda sosyaller de. eSpora yatırım yapanlar sence hobi olarak video oyunlarıyla ilgileniyorlar mı yoksa sektörün ileride çok kârlı olacağını mı düşünüyorlar?Kesinlikle kazanç için yatırım yapılıyor. Sektörün önü çok açık. Mesela bizim oyunumuzun en büyük turnuvasının sonuncusunda anlık olarak yaklaşık bir buçuk milyon izleyici vardı. Oyuncularınızla beraber antrenman yaptığınız bir eviniz var. Bu ‘oyun

İşi bilene sorduk: Bıçak tasarımcısı

İşi bilene sorduk: Bıçak tasarımcısı

Krop Knives'ın bıçak tasarımcısı Sinan Tansal Krop markasını yaratırken aklında ne vardı? Bıçaklarının şefler tarafından bu kadar sevileceğini hayal ediyor muydun? Bıçaklar, çağlar boyunca değişen materyallerle gelişmelerine rağmen aslında çok da farklılaşmamışlar. İlk çağlardan kalan bir bıçak da bugün fonksiyonunu yerine getirebilir. Benim yaklaşımım ise bugüne kadar belli malzeme ve tasarımlar doğrultusunda gelişmiş olan bu aletin, günümüz materyallerinden hangileriyle buluşabileceği ve standart dışı formlarla nasıl şekillenebileceği soruları üzerinden oldu. Sanırım bu yaklaşımım ilgiyle karşılandı. Ben de bıçaklarımın bu kadar ilgi görmesini beklemiyordum açıkçası. Bir diş hekimi ve müzisyensin aynı zamanda. Bir meslek sahibiyken farklı uğraşlarla profesyonel olarak ilgilenmek seni nasıl besliyor? Buna fırsat bulabildiğim için şanslı olduğumu düşünüyorum, sadece bir işle uğraşıyor olsaydım şimdiye kadar çoktan usanmış olurdum. Bütün bu işlerin ait olduğu farklı dünyalar var. Bu çeşitlilik bana yaşam enerjisi veriyor. Sanayide ellerim metal tozu ve yağ içindeyken ertesi gün yurt dışında bir festivalde çalıyor olmak, ondan iki gün sonra muayenehanede hasta tedavi etmek zihnimi tek bir dünyanın içine hapsolmaktan kurtarıyor. Bir bıçağın üretim sürecini özetleyebilir misin? Kâğıt üzerine çizerek başlıyorum. Sonra o çizimi çelik plaka üzerine aktarıp kesiyorum, el aletleriyle şekillendirdikten sonra ısıl işleme tabi tutup sertlik veriyorum. Ardından ağzının açılması ve sap tak

İşi bilene sorduk: Su sommelier’si

İşi bilene sorduk: Su sommelier’si

Yeme İçme İşleri kurucu ortağı Alican Akdemir Şarap konusunda olduğu gibi su üzerine uzmanlaşanların da olduğunu ilk defa duyuyoruz. Sen su sommelier’si olmaya nasıl karar verdin? Farklı tatlara, uyuma ve dengeye ilgim vardı zaten. Özellikle içeceklerde en önemli unsurun su olduğu göz önünde bulundurulunca suyun özellikleri de bir o kadar önemli oluyor. Bunun üzerine bir eğitim olduğunu duyunca hemen ilgilendim. Peki, nasıl su sommelier’si olunur? Almanya’da bulunan Doemens Academy dünyada Water Sommelier Union tarafından tanınan ve kabul gören tek kuruluş. Su sommelier’si olmanın ilk koşulları ise farklı mineral değerlerindeki suları tat ve içerik bakımından ayırt edebilmek, farklı içeceklerin yanında nasıl bir uyum yakalanabileceğine dair kafa patlatmak ve denemek. Su konusunda ufkumuzu nasıl genişletebilirsin? Genel kanı suyun tadı olmadığı. Oysa ben insanlara sudan çok farklı tatlar alabileceklerini ve hangi suyu ne zaman, nasıl içmeleri gerektiğini anlatmaya çabalıyorum. O zaman nelere dikkat etmeliyiz? Suyun tadı kadar suyun doğru şekilde sunulması da çok önemli. Bardak seçimi ve sunulduğu sıcaklık her su tipine, kaynağına göre değişmeli. Suyun sıcaklığını düşürmek için buz eklenmesi ya da bardağın içine çeşitli meyvelerin konulması yapılan en büyük yanlışlar. Bir su sommelier’sinin uzmanlığı en çok hangi alanlarda işe yarar? Türkiye’de şişelenmiş su kategorisinde 200’den fazla faal şirket var, yaklaşık 20 tanesi pazarın büyük bir kısmına sahip. Su çeşitleri de oldukça

İşi bilene sorduk: Pul koleksiyoncusu

İşi bilene sorduk: Pul koleksiyoncusu

Kamer Pul Evi Yöneticisi Arman Arıkan, 72 İlk pulunuzla nasıl tanıştınız? Kamer Pul Evi 1942 yılında babam Kamer Arıkan tarafından kuruldu. 1954 yılında ben 10 yaşındayken babam bana hayvan temalı damgalı pullar ihtiva eden bir pul defteri verdi. Bu sayede koleksiyon pullarıyla tanışmış oldum. Pul koleksiyonculuğunu bir mesleğe ne zaman dönüştürdünüz? 1965 yılında babamla çalışmaya başladım. Pullara olan merakım sayesinde kendimi bu mesleğin içinde buldum ve bugünlere geldim. Tam 50 yıl! Bir gününüz nasıl geçiyor? Türkiye’de muhtelif pulculuk yani filateli dernekleri mevcut ve bu dernekler bir federasyon çatısı altında bulunuyor, adı Türkiye Filateli Dernekleri Federasyonu. Ben de 1991’den beri bu federasyonun genel sekreterliğini yapıyorum. Ayrıca 2004 yılında Pul Tüccarları Derneği’nin de başkanı oldum. Kendi iş yerim ve dernek faaliyetleri vaktimi fazlasıyla alıyor. Türkiye’de profesyonel olarak pul koleksiyonculuğuna merak salan gençler oluyor mu hâlâ? Okulu olmadığı için meraklıları zaman içinde pulculuğu meslek olarak seçebiliyor, fakat başarıya ulaşabilmek için çok sabırlı olmaları gerekiyor. Önceden bu mesleği seçenler çok daha fazlaydı, şimdi maalesef azaldılar. Teknolojinin çok fazla ön planda olduğunu ve her şeyin soyutlaştığını düşünürsek belki de pul koleksiyonculuğu gibi somut bir hobi gençlerin ilgisini daha çok çekebilir ve pullar ileride daha nadir bulunacak değerlere dönüşebilir. Pul ticareti dışında çatı katındaki sandıklardan, bitpazarlarından değerl

İşi bilene sorduk: Çizgi roman dükkânı sahipleri

İşi bilene sorduk: Çizgi roman dükkânı sahipleri

Reasürans Çarşısı’nda açılan Çizgi Alem’in sahipleri Cem Ülgen (40) ve Barış Başaran (41) Dükkânın başında sadece siz mi duruyorsunuz? Barış: İkimiz duruyoruz. Şu anda birini almayı düşünmüyoruz, daha hevesimizi alamadık. Cem: Dükkânın başında durmadan bu işten para kazanmanın anlamı yok. Müşterilere sorular sorarak zevklerini öğreniyoruz, tavsiye ettiğimiz kitabı beğenirlerse devamı da geliyor. Entelektüel bir kitapçıdan çok daha fazla entelektüel bir hizmet, naif bir ticaret. Eski işlerinize kıyasla bir çizgi roman dükkânında çalışmak ne kadar farklı? Barış: Senelerdir müzik sektöründe booking yapıyorum, orada herkes birbirini tanır ve sever ama aslında çok haşin bir rekabet de vardır. Çizgi roman camiasında dayanışmanın ön plana çıktığını görüyorum. Açılışımıza diğer çizgi romancılar da katıldı, destek oluyorlar, ziyarete geliyorlar. Bu bir gönül işi ve ben buna hasret kalmışım. Cem: Ben de simultane çeviri yapıyordum. Devamlı işveren değişiyor, seyahat çıkıyor. Eski mesleğime laf etmiyorum ama artık o şekilde yaşamak istemiyorum, yeterince yoruldum. Bu dükkânda çalışan biri gün boyu oturup çizgi roman okur mu? Cem: İsterse okur. Barış: Okumalı ama biz vakit bulamıyoruz. Bu ara çok heyecanlıyız, hayatımız ileride rölantiye girecek. Cem: Zaten çizgi roman hayranı herkesin bu yayınları daha ucuza ve uzun zamana yayarak okuyabilmek için bir çizgi roman dükkânı açma hayali vardır. Bütün bu çizgi romanları para vermeden okuyayım arkadaş, benim asıl derdim bu! Bir yandan da pa

İşi bilene sorduk: Çiçek tasarımcısı

İşi bilene sorduk: Çiçek tasarımcısı

Miss Bloom’un sahibi Aslı Sürmeli Çiçek tasarımcısı olmaya ne zaman karar verdin? Hikâye 2006 yılında yüksek lisans eğitimi almak için gittiğim Hollanda’nın Leiden şehrinde başladı. Mezun olduktan sonra bir bankada yatırım danışmanlığı yaparken yaratıcı bir işte çalışma isteği ve Hollanda’nın çiçek kültürü beni harekete geçirdi. Çiçek tasarımında kendini nasıl geliştirdin? Hollanda’dayken çiçek tasarımı benim için iş stresinden uzaklaşmamı sağlayan bir hobiydi. Kapsamlı bir eğitim almadan yapacağım herhangi bir iş hobiden öteye gidemezdi. Hollanda ve Londra’da aldığım eğitimlerin üstüne McQueens gibi dünyaca ünlü bir çiçek tasarım firmasında edindiğim tecrübeyi koyarak Türkiye’ye döndüm ve Miss Bloom’u kurdum. Finans alanında çalıştığın zamanlara dönüp bakınca ne düşünüyorsun? Yüksek lisansını yeni tamamlamış, farklı alanda idealleri olan toy halim bugünkü halimle karşılaşsa inanamazdı herhalde. İçinde bulunduğum kurumsal çalışma hayatı kısa bir sürede olgunlaşmamı ve hayatta beni ne mutlu edecekse onu yapmayı öğretti. Sipariş verenler arasında ünlü isimler oluyor mu? Enteresan bir hikâyen var mı? Mağazayı yeni açtığımız zamanlardı galiba, akşam saatlerinde bir telefon geldi. İngiltere’den arıyorlardı. Telefonu açan kişi ertesi güne bir çiçek göndermek istiyordu, bana da konuyla ilgili e-posta atacağını söyledi. Yapılacak işe odaklandığım için gelen e-postalardan siparişi kimin verdiğine dikkat etmemişim. Çiçek teslim edilecekken fark ettim ki Robbie Williams’ın eşinin bir

İşi bilene sorduk: Hayvan fizyoterapisti

İşi bilene sorduk: Hayvan fizyoterapisti

Veteriner hekim fizyoterapist Ece Ulutürk, 28 Kucağınızdaki kimdir? Sorunu nedir? Adı Çörek, trafik kazası geçirmiş, sahibi onu sokakta sağ ayağı felçli bir şekilde bulmuş. İki aylık fizik tedavi sonucunda şu an gayet sağlıklı bir şekilde koşuyor, oyunlar onuyor. Hastalarınız genelde hangi sorunlardan muzdarip? Trafik kazası ya da viral hastalıklar sonucu felç kalan, ayağında çeşitli aksamalar olan ya da maalesef insanların kötü davranışları sonucunda sakat kalan hastalarımızın yanı sıra yaşlanmaya bağlı hareket bozuklukları olan hastalara tedavi uyguluyoruz. Ne zaman veteriner olmaya karar verdiniz? Yedi yaşımdan beri hayalimdeki meslekti, her zaman bir evcil hayvanım olmuştur. Ayrıca küçükken bir köpeğim vardı, 10 yaşında kalp krizi geçirdi ve kucağımda öldü. İstanbul dışında olduğumuzdan dolayı veteriner hekim bulamadık, o gün çaresiz kalmak da beni etkilemiş olabilir. Hayvanlara uygulanan fizyoterapinin insanlara uygulanandan farkları neler? Hayvanları teşvik etmek için ödüller kullanıyoruz. Ağrıları olduğunda bunu dile getiremedikleri için hekim olarak hareket yaparken ne ölçüde zorlamanız gerektiğini çok iyi belirlemeniz ve tedavi protokolünü hastanın sorununa uygun şekilde oluşturmanız gerekiyor. Hayvanlara protez takılabiliyor mu? Türkiye’de bir kediye ilk kalıcı protezi Doç. Dr. Cem Perk ile biz gerçekleştirdik. Ayrıca dünyada 3D baskı ile üretilen protezler de mevcut, çok kullanışlı olduklarını düşünüyorum. Türkiye’de de bu konuyla ilgili çalışmaların sürdüğünü

İşi bilene sorduk: Mobil oyun geliştiricisi

İşi bilene sorduk: Mobil oyun geliştiricisi

Gram Games'in CEO'su Mehmet Ecevit, 33 Ne tarz oyunlar geliştiriyorsunuz? Mobil platformlar için genellikle bulmaca tarzı oyunlar geliştiriyoruz. Cep telefonunda kaç tane oyun yüklü? Beş. Bunların dördü şimdiye kadar yayınladığımız oyunlarımız. Diğeri de haftalık değişen oyunlar oluyor. Öne çıkan tüm oyunları incelemeye çalışıyorum. Ayrıca dört-beş tane de cuma günleri ürettiğimiz prototip oyunlar var telefonumda. 1010! gibi popüler bir oyun yarattınız. Geliştirme aşamasında “Kesin tutacak!” dediniz mi? Bir oyunun ünlenmesinin püf noktası insanlardan sürekli geri dönüş alabilmenizden geçiyor. Her aşamada prototipimizi insanlara sunup fikirlerini alıyoruz. O dönemde “Kesin tutar,” dememiz zordu ama çok iyi yorumlar almıştık. Oyun yapımcısı olmak hayalin miydi? Oyun merakım ortaokulda ailemin aldığı ilk bilgisayarımla başladı, oyuna giren virüs ile de programcılığa merak saldım. Oyunlarla ilgili bir kariyerim olacağına inanıyordum ama uluslararası anlamda hit oyunlar çıkarma fırsatını yakalamak küçükken ancak bir rüyaydı. Çocukken kendi oyunlarını üretmeye çalışıyor muydun? Ortaokulda telefon hattı üzerinden basit bir iletişim protokolü ile çalışan çok oyunculu bir satranç oyunu yazdım. Son dönemde en beğendiğin mobil oyun hangisi? Yeni oyunumuz Merged!’i söyleyebilir miyim? Bizim ürettiğimiz oyunlar dışında, kendimi sık sık NFS No Limits ve Monument Valley oynarken buluyorum.